2 Şubat 2018 Cuma

SA5579/KY57-AHCZD79: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 42: En'âm (25-32)

  "Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


EN’ÂM SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (25-32. Ayetler)[1]


وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ

“Onlardan seni Kur’an okurken dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne örtüler çektik, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mûcizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar.” (En’âm Suresi,6/25.)

وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

“Onlar hem insanları peygamberden uzaklaştırmaya çalışırlar hem de kendileri ondan uzak dururlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini mahvederler.” (En’âm Suresi,6/26.)

Müşrikler Kur'an'ın eskilerden kalmış bir masal kitabı olmadıklarını gayet iyi bildikleri gibi eğer insanlar onu dinlemek üzere serbest bırakılırsa ona yöneltilen bu karalamanın hiçbir işe yaramayacağını da iyi biliyorlardı. Kureyşli ileri gelenler, taraftarlarının Kur'an'ın etkisi altına gireceklerinden korktukları gibi onun kendilerini de etkileyeceğinden korkuyorlardı. Bu yüzden hakkın kendiliğinden etkili olan güçlü nüfuzuna karşı savaşa girişmişlerdi. Bugün onların torunları da İslamfobia adı altında İslam ve Müslümanlarla nefret, kin dolu, kirli  barbarca savaşlarını sürdürmektedirler.

Müşrik fıtratı bozulmuş, Hakkı dinlemeyen, hakka tahammülü olmayan, haktan uzaklaşan ve Hakkın dinlenmesine bile razı olmayan, insanları peygamberden uzaklaştırmaya çalışan kimselerdir.
Bu âyetler İslâm’a karşı ilk düşmanlık ve engelleme hareketini başlatan müşriklerin tutumlarını ve bu tutumlarının doğuracağı sonuçları anlatmaktadır.

Buna göre müşriklerin bazıları Kur’an’ı dinliyorlardı; ancak Kur’an’ın neler bildirdiğini, bunların doğru olup olmadığını merak ettikleri, samimiyetle öğrenmek, anlamak ve eğer doğru bulurlarsa onu tasdik etmek niyetiyle değil; itiraz etmek, karşı çıkmak, alay ve hakaret etmek için bahaneler bulmak amacıyla dinliyorlardı. Gurur, kibir, bencillik, ihtiras gibi kötü huylarla, sihir, hurafe, şirk gibi bâtıl inançlarla ruhları kirlenmiş; fıtrî tabiatları bozulmuştu. Bu şekilde ruhları kararmış insanların, zihin disiplinlerini, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneklerini de kaybetmeleri ilâhî bir kanundur. Bu sebepledir ki 25. âyette onlardan bir kısmının Resûlullah’ı dinlediği, fakat kalpleri üzerinde Kur’an’ı anlamalarını engelleyen örtüler, kulaklarında da sağırlık meydana getirildiği için ondan istifade edemedikleri ifade buyurulmuştur. (Diyanet, Kur’an Yolu, II/389.)

Şirk koşanların uydurdukları yalan kendi aleyhlerine işledi, kendi özlerine zarar verdi, kendilerini aldattılar. Bâtıl bir inanca sahip müşrik/kafir/münafık, Hakk'a, Hakikate, bizzat kendisine ve kâinat'ta ilişki içinde bulunduğu her şeye ve herkese zulmetmektedir.

Müşrikler bir yandan Allah’ın zâtı, sıfat ve fiilleri hakkında asılsız sözler uydurup söylemek, bir yandan da O’nun, peygamberi vasıtasıyla gönderdiği çok önemli açıklamaları inkâr etmişlerdir. Yine müşrikler Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu reddetmeye kalkışan, insanların Kur’an’ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; malî, bedenî, ilmî, siyasî, sosyal ve psikolojik gücünü Kur’an’a karşı kullanıp inkâr edilmesini sağlamak için onunla ilgili şüpheler uyandırmaya, onu zaafa uğratmaya ve zararlı göstermeye çalışan kimselerdir. Müşrikler kalpleri hastalıklı, kalplerinin üstüne örtüler çekilmiş olan, kulaklarına da ağırlık verilmiş; her türlü mûcizeyi görseler bile yine de ona inanmayacak olan, bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir diye iftira eden; hem insanları peygamberden uzaklaştırmaya çalışan hem de kendileri ondan uzak duran ve farkında olmadan ancak kendilerini mahveden kimselerdir.

وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

“Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha rabbimizin âyetlerini yalan saymayıp inananlardan olsak" dediklerini bir görsen!” (En’âm Suresi,6/27.)


“ Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!” (Secde,32/12.)[2]

“Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.” (Müminûn,23/99-100.)[3]


Bu âyetlerde âhiret sahnelerinden biri canlı bir biçimde tasvir edilip güçlü bir uyarı yapılmaktadır: Dünya hayatının var ediliş hikmeti olan sınavın süresi sona erdikten sonra iman etmenin ve pişmanlık sergilemenin hiçbir değeri olmayacaktır; bu sebeple herkes ecel gelip çatmadan aklını başına toplamalı ve Allah’ın ezelî ilmindeki gerçekle yüz yüze gelmeden kendisine tanınan fırsatı değerlendirmelidir. Yüce Allah dileseydi elbette herkesin dünya hayatında doğru yolu izlemesini sağlayabilirdi; fakat O, bu hayatı şuurlu varlıklar için bir imtihan alanı kılarak anlamlandırmayı murat etmiş, yükümlü tuttuğu varlıklara da bunu bildirmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın cehennemi hem insanlardan hem de cinlerden bir kısmı ile dolduracağını haber vermesi onları peşinen mahkûm etme değil, aksine kendilerine tanınan fırsatı hatırlatma anlamı taşımaktadır. (Diyanet, Kur’an Yolu, IV/353.)

Ayette biz haber verilen tablo, müşriklerin dünyada oluşturdukları tablonun karşıtıdır. Dünyaya ilişkin kibir, inat, sırt çevirme, tartışma, Kur'an'ı dinlemeye yasak koyma, uzak durma, ona karşı bitmez-tükenmez iddialar düzme sahnesinin karşıtı olan zavallılaşma, pişmanlık, aşağılaşma, tükenmişlik, hayıflanma, iflas motiflerinden oluşmuş bir sahnedir. Tam da “geçti dünyanın pazarı, sür eşeğini cehenneme!” halini yaşamaktadırlar. Kendilerine verilen imtihan hayatını kendilerine ve başkalarına zulmederek geçiren kimselerin kaçınılmaz hali ve son pişmanlığın fayda vermediği bir yerdir bu. “Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.” (Âli İmrân,3/117.)[4] “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yûnus,10/44.)[5]

بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

“Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler apaçık önlerine çıktı. Yoksa geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.” (En’âm Suresi,6/28.)


"Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha rabbimizin âyetlerini yalan saymayıp inananlardan olsak"  temennilerine bir cevap olmak üzere âyette, onlar için artık kurtuluş fırsatı ve ümidi kalmadığı, çünkü bu fırsata dünyada sahip oldukları halde bunun kıymetini bilemedikleri bildiriliyor.

“Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fâtır,35/37.)[6]


Bu ve benzeri âyetlerde, dünyada iken yapılan uyarıları hafife alan, iflâh olmaz ve uslanmaz inkârcıların kötü âkıbetle karşılaştıklarında kendilerine yeni bir fırsat verilmesi için çırpınmaları tasvir edilir ve bu feryatların hiçbir yarar sağlamayacağı vurgulanır. Âlemlerin Rabbi olan Allah hepimize “düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar” yaşama fırsatını verdi. Gerisi bizim ne yapacağımıza kalmıştır, bizi bekleyen bize haber verilmiştir.

وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ

“Onlar, "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir; biz bir daha diriltilecek değiliz" demişlerdi.” (En’âm Suresi,6/29.)


Ayette müşriklerin, genel olarak da inkârcıların ve materyalistlerin özelliklerinden birine işaret edilmektedir. Onlar “Dünyada yaşadığımızdan başka bir hayat –yani öldükten sonra dirilme ve âhiret hayatı– yoktur; biz bir daha diriltilecek değiliz” dediler. Bu âyet Câhiliye dönemi Arapları’nın genellikle âhirete inanmadıklarını göstermektedir. Bu, onların şirkten sonraki en büyük günahlarıdır.

Zira Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık “Allah ve âhiret gününe iman” (meselâ bk. Bakara 2/62) birlikte zikredilmek suretiyle bu inancın önemi ve âhireti inkâr etmenin başlıca küfür alâmetlerinden biri olduğu gösterilmiştir. (Diyanet, Kur’an Yolu, II/393.)

Dünyada iken yapılan uyarıları hafife alan inkârcıların kötü âkıbetle karşılaştıklarında kendilerine yeni bir fırsat verilmesi için çırpınmaları anlatıldıktan sonra bu ayette bize niye azabı hak ettikleri bildirilmektedir.

Akıllı Müslüman bu dünyadaki kısacık hayatını yaşarken sonsuz hayatı olan ahiret hayatını mahvetmemelidir. Dünyayı ahiretin tarlası gibi kullanabilmelidir. Çünkü dünya hayatı ahiret hayatının yanında bir gün ya da daha kısa bir zaman dilimini içermektedir (Bakara, 2/259) ve kişi bu dünyada en küçük bir iyilik yada kötülük yapsa onu muhakkak karşısında bulacak, ahirette “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecek (İsra, 17/14) ve böylece hesaba çekilecektir.

Rabbimiz, dünya hayatını asla ihmal etmememizi, dünyadaki nasibimizi unutmamamızı istemekle beraber ahirete daha çok meyilli olmamızı tavsiye etmektedir (Kasas, 28/77). Kur'an, dünyanın geçici nimetlerine aldanmamamızı; dünya imkanlarıyla ebedi olan ahirete yönelmemizi istemektedir. (En'âm,6/32) Kur’an’da hesap vermekten kaçmanın ve yaptıklarımızı orada gizlemenin mümkün olmadığını (Yasin, 36/65) ve hesapta kimseye haksızlık yapılmayacağı (Enbiya, 21/47), Allah’ın kimseye zulmetmeyeceği (Kehf, 18/49) fakat cezayı hak edenlerinde cezasını en şiddetli bir şekilde çekeceği gerçeği vardır (Nisa, 4/56) .

Ayrıca Allah Teala kendimizi ve neslimizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından korumamızı emretmektedir. (Tahrim, 66/6) İnancımıza göre iyilikleri fazla olan Müslümanlar cennete gireceklerdir. Orada sayısız nimetlere kavuşacaklardır. (Ra’d, 13/35; Saffat, 37/39-49) Kötülükleri fazla olan Müslümanlar ve kafir ve münafıklar ise cehenneme gidecekler, orada ölüm olmayacak (Ta-Ha, 20/74), ama sürekli acı bir azaba çarptırılacaklardır. ( Bakara, 2/ 7, 10, 90; Nisa, 4/56; Maide 5/ 73, 94, Mülk, 67/6-8 )

Müslümanlar olarak asıl meselelerimizden biri de Ahiret gününe iman ettiğimiz halde sanki yokmuş, sanki hesap vermeyecekmişiz gibi bir hayat yaşamamızdır. Bunu Müslüman kimliğinin harap oluşunda, silikleşmesi ve yabancılaşmasında görebiliyoruz. “Hesap verme bilinci” ya yeterince iyi anlaşılamıyor ya da umursanmıyor. Her iki halde de çok büyük bir problem ile karşı karşıyayız.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 59/18)

وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟

“Rablerinin huzuruna getirilirken sen onları bir görsen! Allah "Bu (yeniden dirilme haberi) hak değil miymiş?" diyecek. Onlar da "Evet rabbimize andolsun ki öyleymiş" diyecekler. Allah da "inkâr ettiğinizden dolayı tadın azabı!" diyecek.” (En’âm Suresi,6/30.)


قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ

“Allah’ın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar gerçekten ziyana uğramışlardır. Nihayet kendilerine kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, onlar günahlarını sırtlarına yüklenmiş bir halde diyecekler ki: "Dünyada iyi amelleri terketmemizden dolayı vah halimize!" Dikkat edin, yüklendikleri vebal ne ağır!” (En’âm Suresi,6/31.)

Cenab-ı Hak, kıyâmetin muhtelif safhalarından bahseder. O gün pişman olmamak için bugün sahîh bir iman ve sâlih amel gerekiyor.

“İşte o gün, kişi; kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlâtlarından bile kaçar.” (Abese, 80/34-36)


“Eğer inkâr ettiğiniz takdirde, çocukları ak saçlı ihtiyarlara döndürecek günden nasıl korunabileceksiniz?!.” (el-Müzzemmil,73/17)

 “Onu (kıyâmeti) gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her hâmile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sekir hâlinde (sarhoş bir hâlde) görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allâh’ın azâbı çok dehşetlidir!” (el-Hacc, 22/2)


“Dünyadaki kusurlarımız, terkettiklerimiz yüzünden vah başımıza gelenlere!” dememek için iman ve sâlih amelle, tevhid ve vahdeti koruyarak, takvâ, ihlas, ihsân şuuru ile sâlih bir insan olmak için gayret göstermeliyiz. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ölüp de pişman olmayan yoktur, mutlaka herkes nedamet duyar: İyi yolda olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedamet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedamet duyar." (Tirmizî, Zühd 59, (2405).[7]

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için şüphesiz ki âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (En’âm Suresi,6/32.)


وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût,29/64.)

İnsan olarak biz arzu ettiğimiz ve hedeflediğimiz cenneti ve Rabbimizin rızasını bu geçici dünya hayatında kazanmak zorundayız. Eğlence ve oyundan ibaret olarak tanımlanan dünya hayatı küçümsenecek, yok sayılacak bir yer değil tam tersine asıl hayat olan ahireti kazanma yeridir. Cennet ya da cehennem biletimizi burada kazanıyoruz. Burada çalışma var hesap yok, ahirette hesap var çalışma yok!

“Bu ayetlerde dikkatlerden kaçan nokta, ayetin öncesi ve sonrası (siyak-sibak) göz önüne alındığında esas itibariyle yerilen olgunun oyun ve eğlence dolayısıyla da dünya hayatı olmayıp, bunun aksine inkarcıların sadece dünya hayatına yönelmeleri ve ahireti inkar etmeleridir. Yoksa bu, dünya hayatının gerçek dışı, boşuna ve ciddî hiçbir amaç taşımadan yalnızca bir oyun ve eğlence olduğu anlamına gelmez. Demek istenen; sonsuz ahiret hayatına oranla geçici dünya hayatının, kişinin dinlendikten sonra yeniden döndüğü ciddi bir iş arasında verilen dinlenme ve eğlence gibi olduğudur.

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir”, ayeti hep dünyanın geçici olduğu yalan olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak ta faydasız ve boş bir olgu olarak madem ki oyundan yüz çevriliyorsa, bunun gibi dünyadan da yüz çevrilmesi gerekir anlayışı gelişmiştir. Oysa esasen Kur’an’ın ve İslam’ın ruhuna hiç de uymayan ve de İslam’ın dışındaki diğer din ve cereyanlardan iktibas edildiği açıkça anlaşılan böyle bir düşünce tarzı maalesef İslam’ın ilk dört asrından sonra Müslümanlar arasında hâkim kılınmaya çalışılmış, bunda da başarılı olunmuştur.
Nasıl ki oyun ve çocukluk dönemi yetişkinlik dönemi için önemli ve gerekliyse, dünya hayatı da ahiret hayatı için aynı şekilde önemli ve gereklidir.

Çocuğu, iradesini kullanması için oyunda hür ve bağımsız bırakmak, oyunun kuralları dışına çıkmadığı ve oyunun diğer üyeleriyle sürtüşmeye ve kavgaya girmediği sürece ona müdahale etmemek, fakat oyunun daha kaliteli ve ileride yetişkinlik dönemine hazırlayıcı olması açısından da, yapıcı yönde tavsiye ve yönlendirmelerde bulunmak gibi faktörler sağlıklı bir oyun için ne kadar gerekliyse, bu faktörlerin tümünü yansıtan din tasavvurları da, ahirete nazaran adeta oyun dönemi diyebileceğimiz dünya hayatı için o derece gereklidir. Ancak böyle bir dünya hayatını yaşayan bireyler ahiret hayatını kazanabilirler.

Kur’an’da dünya hayatının oyun ve eğlence olarak nitelendirilmesi, ahirette ki nimetlere göre dünya nimetlerinin kıymet ve lezzet bakımından daha az değerli olmasından dolayıdır. Yoksa oyun ve eğlence nasıl ki yetişkinlik dönemi için önemli ise, dünya hayatı da ahiret hayatı için aynı derecede önemlidir. Bundan dolayı da yetişkinlik dönemine zemin hazırlayan yapıcı nitelikteki bir oyunda bulunması gereken, çocuğu hür ve bağımsız bırakmak, oyunun kuralları dışına çıkıldığında ancak müdahale etmek gibi faktörler, bize göre ahirete nazaran adeta oyun dönemi diyebileceğimiz dünya hayatı için de sağlanmalıdır ki ahiret hayatı kazanılmış olsun.[8]

Yaşadığımız hayatı öne alma, doyuma erme, lüks ve rahat yaşama sarhoşluğu modern insanın açmazlarından birisidir. Modern insan dünya hayatını doyum, zevk ve sefa sürme biçiminde algılamış, dünyaya ait her hazzı tadınca yaşamın gereğini yerine getirmiş yanılgısına düşmüştür. Elbette dünya hayatı boş ve gayesiz yaratılmamıştır. Aslında çok yüce bir gaye için yaratılan insan, kendisi dünya hayatını oyun ve eğlenceye çevirmiştir. Kur’ân’da dünya hayatının oyun ve eğlence olarak nitelendirilmesi, dünya nimetlerinin ahiretteki nimetlere göre kıymet ve lezzet bakımından daha az değerli olmasıyla ilgilidir.” [9]

 Dünya hayatının “oyun-eğlence” sayılması dünya ve içindeki çok unsurun, bir tür oyun nitelikleri taşıması nedeniyledir. Hâlbuki dünya hayatında oyun ve eğlence sayılamayacak şeyler de vardır. Allah’ın emir ve yasaklarına uymak, ahiret hayatıyla ilgili konulara özenmek gibi.[10]

Ahiretten gâfil olma (Rum,30/7.) ve kıyamet gününü unutup ondan habersiz kalma (Secde,32/14.), inkarcıların alametidir hep. İşte tüm bu uyarılar, Müslümanın sorumluluk anlayışını artırma gayesine matuftur. "Her nefis ölümü tadacaktır."(Ali İmran,3/185) Bu, kimsenin şüphe etmeyeceği bir durumdur. Şu halde Kur'an bu hakikati beyan etmekle, iman edenleri bu dünyada "muayyen vakit" (Zümer,39/42.) te ellerinden geleni yapmaya sevketmiş ve inkar edenleri de bu arada uyarmış olmaktadır: "Ecelleri geldiği vakit bir saat geride kalmazlar, ileri de gidemezler."(Yunus,10/49.) ve "Hiç kimse nerede öleceğini bilemez."(Lokman, 31/34.)

Mü'minler, O'na döneceklerini bilir(Bakara,2/156.) ve müteakip aşamaları da ilahe nizamın bir parçası olarak görürler: "Allah; sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir." (Rum,30/40)

İbn Abbas’a göre; dünyanın bir oyun ve eğlence oluşu kâfir kimselerin hayatı için geçerlidir. Çünkü inanmayan kişi, batıl ile aldanış içerisinde dünyanın günlerini boş olarak sürdürüp gider. Mü’min kimsenin hayatı ise salih amellerle bezeli olduğundan onun hayatı oyun ve oyalanma olamaz demiştir. (Kurtûbî,  El-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1985, VI/415.)

Dünya ile ahiret olgusunun tekrarlanma oranı Kur'an'da yüzonbeşer defa olmak üzere birbirine eşittir.( Muhammed Fuad Abdulbaki, Mu'cemu'l-Mufehres.) Dünyaya Allah’a kulluk etmek için yollanılan insan,(Zâriyât,51/56.) yeryüzünü ahireti kazanma sahası kabul etmediğinde, dünyasının boş bir eğlence olduğu belirtilmektedir.

İslam, neyin dünyevi, neyin uhrevi olduğu konusunda keskin bir ayı­rım yapmak yerine, hayatın her alanını tanzim etmeyi üzerine alır. Müslümandan, yaptığı her davranışında Allah'ın her şeyi bilen, gören ve duyan olduğunu aklından çıkarmaması ve Allah'ın huzuruna çıkmadan kendini bireysel sorgulamadan geçirmesini, sorumluluk bilinci ile hareket etmesini ister. Bunu başarabilene de cenneti vaat eder.

Kur'an'da âhiret ve burası, hep birbiriyle bağlantılıdır. Burada yapılan her şey öbürünü etkilemekte; öbürünün bilincinde ve şuurunda olmak da buradaki eylemlere tesir etmektedir. Kur'an'a göre iyi müslüman; "Ahiretin farkında ve O'nun rahmetinden ümitvar olup"(Zümer,39/9.), şöyle yalvarandır: "Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver”. (Bakara,2/201.)

Kur’anda Dünya Hayatı:[11]

1- Dünya hayatı süslü gösterilmiştir. “Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler. Hâlbuki Allah’a karı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir. Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.” (Bakara, 2/212)[12]

2- Dünya hayatı ve güzellikleri, sınırlı ve sonludur. Hayatın sınırlı ve sonlu olduğunun algı ve idrakinde olan insan, sınırlı ve sonsuz bir alem için var gücüyle çalışır. Böyle yapmazsa Yüce Yaratıcı tarafından va’d edilen ahiret nimetlerinden yoksun kalır.  “Dünya hayatının hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki, insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün zinet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için, âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.”(Yunus, 10/24)[13]

3- Dünya hayatı sınavlar zinciridir. “Belâ” ve “ibtilâ” kavramları, deneme ve sınama anlamındadır. İnsanın dünya hayatında karşılaştığı imtihanlar çok çeşitlidir. Kur’ân’da “Biz mutlaka sizi biraz korku ile biraz açlık ile yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)[14]  “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk,67/2.)[15]

4- Dünya hayatı metâ-ı gurûrdur. Kur’ân’da dünyanın insanın geçim yeri olduğu şöyle anlatılır:
“Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir.”  (Mü’min, 40/39)[16]

“Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?” (Kasas, 28/61)[17]

Dünya hayatı üç yönden sonucu fesada gider. İlki, insan bütün isteklerine kavuşsa bile üzüntü, sıkıntı ve kederleri daha çok olacaktır. Çünkü zamanı dardır, istekleri sınırsızdır ve neyin faydalı neyin zararlı olduğunu çok iyi bilememektedir. İkincisi, insanın gönlünü dünya sevgisi kaplarsa, hırsla dünyayı elde etmek isteyecektir. Arzularına ulaşamayınca üzülecek ve rahatsız olacaktır. İnsan hep şöyle zanneder: Bunu elde edersem rahatlarım. Halbuki hiç zannettiği gibi değildir. İstekleri ve arzuları daha da çoğalacaktır. Üçüncüsü, insan dünya hayatında ne kadar doyuma ulaşırsa, ahiret hayatında o kadar sıkıntılar yaşayacaktır. İşte bu üç şey, dünya hayatının metâ-ı ğurûr olduğunu gösterir. (Râzî,h.1420: C. IX, s. 453) Dünya denilen o geçici hayat, müşterisini aldatan metâ-ı gurûrdan başka hiçbir şey değildir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.

5- Dünya hayatı oyun ve eğlencedir. (En’âm Suresi,6/32.)

6- Dünya hayatında her istek elde edilemez. İnsan istekleri sınırsız ancak gücü, imkânları ve ihtiyaçları sınırlı bir varlıktır.

“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.” (Fâtır, 35/15)[18]

“Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?”  (Necm, 53/24)[19]

7- Dünya hayatındaki nimetler Ahiret nimetlerine göre çok sönüktür. Hz. Peygamber: “Cennette bir kamçı uzunluğunda yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Dilerseniz “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âli İmrân,3/185.)[20] âyetini okuyun.” (Buhârî, “Bed’ü’l-halk”,8) buyurur.

8- Dünya hayatında sürekli mutluluk yoktur. Yeryüzünde yaşayan her insanın bilmesi gereken en önemli gerçek sürekli ve kesintisiz bir mutluluğun olamayacağıdır. İnsanlar sürekli mutlu olmaları gerektiğine inandırılmış bir çağda yaşamaktadır. İnsanoğlu gerçeği idrak etmelidir: Sürekli mutluluk öteki âlemde gerçekleşecektir.

“Onlar orada (Firdevs cennetlerinde) devamlı kalacak, (usanmadıklarından ötürü), oradan ayrılmayı hiç dilemeyecekler.” (Kehf, 18/108)[21]




 <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 02.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları



[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.

[2] وَلَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُؤُوسِهِمْ عِندَ رَبِّهِمْ رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا إِنَّا مُوقِنُونَ
[3] حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ
[4] وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلَكِنْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 
[5] إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
[6] وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ
[7] مَا مِنْ أحَدٍ يَمُوتُ إلاَّ نَدِمَ. إنْ كَانَ مُحْسِناً نَدِمَ أنْ َ يَكُونَ ازْدَادَ، وَإنْ كانَ مُسِيئاً نَدِمَ أنْ لاَ يَكُونَ نَزَعَ
 [8] Özcan Taşcı, a.g.m., s.57. 
[9] Doç Dr. Özcan Taşcı, İnsanı Ahirete Hazırlayan Dünya Hayatının İki Önemli Enstrümanı: Oyun (La’ıb) ve Eğlence (Lehv), s.41.  http://isamveri.org/pdfdrg/D03434/2010_5/2010_5_TASCIO.pdf
[10] Faruk VURAL, KUR’ÂN BAKIŞ AÇISIYLA DÜNYA HAYATI ALGISININ RUH SALIINA ETKİLERİ,  s.1061-1062. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt8/sayi38pdf/7ilahiyat/vuralfaruk.pdf
[11] Geniş bilgi için bkz. Faruk VURAL, a.g.m.,  s.1058-1064.
[12] زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
[13] إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالأَنْعَامُ حَتَّىَ إِذَا أَخَذَتِ الأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَآ أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلاً أَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَن لَّمْ تَغْنَ بِالأَمْسِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
[14] وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
[15] الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
[16] يَا قَوْمِ إِنَّمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَإِنَّ الْآخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
[17] أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ
[18] يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
[19] أَمْ لِلْإِنسَانِ مَا تَمَنَّى 
[20] كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
[21] خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا



Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı