26 Eylül 2016 Pazartesi

SA3470/KY1-CÇ309: Kumpas/ Roman - Bölüm IV-8

"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."


Bölüm Dört
-8-


Serdar Akkuş gözlerine inanamamıştı. İnanılır gibi değildi. Renk vermeden bu evden çıkabilirse müthiş bilgilerle çıkmış olacaktı. Sinirli asabi bir halete bürünürse renk vermezdi. Bunun yolu da satranç karşılaşmasında alınacak bir yenilgiden geçiyordu. Her zamanki gibi güçsüz hamlelerle başlamayacaktı. Daha cesur hamleler yapacaktı ve o hamleler onu yenilgiye götürecekti, daha cesur hamleler yapmasının nedenini kuşkusuz Fuat geçen haftaki yenilgiye bağlayacaktı. Yine yenilecekti.

“O kadar korkak oynarsan olacağı budur!” diyen Fuat bu kere “Bu kadar da saldırgan oynanmaz ki arkadaş, ikisinin ortasını ne zaman öğreneceksin?" diyecekti pişkin pişkin. 

Böylece yenilginin verdiği öfkeyle evden ayrılacaktı ki, böylesi ayrılışların hemen hepsinde Fuat Sansar’ın “Yahu arkadaş bu bir oyun, ben yenilince böyle mi yapıyorum?” sözlerine muhatap olurdu. Renk vermeden öfkeyle Fuat Sansar’ın evinden ayrıldığında her hangi bir kuşku duyulmayacaktı. Bundan emindi. İyi de niye bu kadar korkuyordu ki? Ne ilk kez bu eve gelmişti, ne ilk kez satranç başında yalnız kalmıştı? Kimse de bir şeyden kuşkulanmamıştı. Şimdi niye kuşkulanılsın? 

Fotoğraflarını çektiği belgeleri olduğu gibi yerinde bırakmıştı. Nasılsa öyle? Yine de her şeyin bir ilki olurdu. Kuşkuya neden olacak davranıştan kaçınmak en iyisiydi, buna azami dikkati gösterecekti. Her şey planladığı gibi gitti. Oldukça saldırgan hamleler yapmış, rakibin yemlerini reddedip eleman kırışarak piyon savaşına doğru sürüklemişti oyunu. Ve yenilmişti.  

Bile isteye alınmış bir yenilgi olsa da kurgulanmış bir yenilgi olmadığını azıcık bir satranç bilgisi olan bile görebilirdi. Çok saldırgan hamleler yapmıştı ve sonuç beklenilen zafer yerine yenilgi olmuştu. Öfkeyle yerinden kalktı Serdar. Satranç takımını devirecekti neredeyse. Elleri tir tir titriyor nefes alıp vermede adeta zorlanıyordu. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Hiçbir zaman yenilgiye tahammül edemezdi Serdar, Fuat bunu bilirdi. Ve her zaferinde daha bir kızdırırdı. Bu kere kızdırmaktan çekindi. Adam yaşlandıkça daha bir tahammülsüz olmuştu. Bu günden güne büyüyordu. 

Fuat Sansar onu sakinleştirmeye çalışsa da mümkün olmamıştı. Evden çıktı, ayaklarını yere sert sert vurarak, başını sallayarak arabasına doğru yürüdü. Fuat arkasından bakıyor muydu acaba? Arabanın kapısını açtı içeri girdi kapıyı sertçe kapadı. Eve bakmadı bile. Sert bir biçimde sürdü arabayı. 

Rahatlamasına rahatlamıştı Serdar Akkuş ancak tüyleri diken diken olmuştu. Hemen Kaan Ardıç’ı aramayı düşündü sonra vazgeçti. Bu korkunç ham bilgileri hale yola koymadan bir şeyler söylemek anlamsız olacaktı. Belki de bir fiyaskoyla sonuçlanacaktı. Aceleye gerek yoktu. 14 çocuk, 14 canlı bomba, 14 panelvan otomobil aceleye gelecek bir olay değildi. Tarih bile belliydi önlerinde bir ay vardı, ayı yarılamadan olayı iyi bir ekiple rahatlıkla çözerdi.

Sevinçli olmasına sevinçliydi ancak hiç olmadığı kadar da kendisine karşı öfke doluydu. “Ne yaptım ki?” diyordu kendi kendine, sonra da “Ne yapmadın ki koca budala? Ne yapmadın ki?” 

Umur Tılsım ona güvenmiş, durumu anlatmış ve yardımını istemişti. Kendisi ne yapmıştı? Her ne yaptıysa göstermelikti. Yasak savar kabilinden bir şey yapıyor görünmek için yapıyordu her ne yapıyorduysa. Bu bile Umur Tılsım’a yetiyordu. Zavallıya yetmesinin nedeni örgütün ne denli kapalı bir kutu olduğunu bilmesindendi. Ancak gerçek hiç de öyle değildi. Serdar Akkuş gerektiği hassasiyeti göstermemişti. Savsaklamıştı. Evet, düpedüz savsaklamıştı. Daha başından mesafeli durmuştu, kendisine önerileni kabul etmesine rağmen böyle yapmıştı. Aklınca kendi kendine niçin duyumlar, dedikodular bir çekmezliğin sonucu olmasındı ki? 

“Arkadaş hiç mi bir belge, bir kayıt olmaz ya!” demişti kaç kere kendi kendine. Olmayınca da, elde edemeyince de dedikodu yargısını daha bir pekiştirmişti. Kızağa çekilmiş, gözden düşmüş istihbaratçıyı da üzmek istemediğinden hiçbir şey söylememiş, çalışıyor görünmeyi seçmişti. 

“Al sana çekmezlik ahmak herif!” diyor arada bir direksiyonu yumrukluyordu. Elinden gelse yumrukları direksiyon yerine kendi suratına indirirdi. Şu gelinen noktaya bak! Tam bir faciaydı. İki canlı bomba kaç canı almıştı. Ve onlar da Umur Tılsım’ın yıkmak istediği Nizarilerin eseriydi. Umur Tılsım yok edilmişti Nizarilerse kendisi gibi birkaç vurdumduymazın sayesinde ayaktaydı. Kendisini aldatmaya gerek yoktu. Kendisinin aklanacak bir yanı yoktu. Artık olaya bütün gücüyle asılacak ve bu olup bitene bir son verecekti elbet. Elbet eline geçen bu fırsatı sonuna kadar değerlendirecekti. Ya kaybedilen zaman? Ya kaybedilen canlar? Bunlar geri gelir miydi? Böyle bir imkân var mıydı? Adam dediği gün bir ekip oluştursaydı.. tam iki yıl. Koskoca boşa geçen iki yıl!

Yıllar sonra gözyaşları yanaklarından aşağı canını yakarak akıyordu. Nasıl da heyecanlanmıştı Umur Tılsım “Evet!” dediğinde. Rahmetli kendisinin çoktan bir ekip hazırlayıp alttan alttan soruşturmaya başladığını sanıyordu. Serdar Akkuş ilk kez kendisine güvenen birini yarı yolda bırakmıştı. 

“Ulan budala” dedi yüksek sesle, “Madem savsaklayacaktın deseydin ya adama! Senden daha diri birilerini bulur belki de hayatta kalırdı, ama senin gibi bir gevşek ne yaptı? O itlerin düzmece kanıtlarına inanıp adamdan kuşkulandı. Mafya ha!”

Mafyanın belini büken değil, mafyayı un ufak eden bir adamı mafyanın tetikçisi yapıp çıkmıştı adamlar. Ve gıkını bile çıkaramamıştı. Kendini sevenler bu halini bilseler ne derlerdi? 

“Ah be baba.. kof tiden babaymışsın.. Harbiden öyleymişsin!” demezler mi? Derseler haksız sayılırlar mı? Hayır! Yerden göğe kadar haklı olurlardı. Hem Umur Tılsım’ın katlinde hem nice can alan canlı bombaların patlamasında kendisinin de payı vardı. Evet, bu suçta kendisinin de payı vardı elbet! Elbet vardı.

“Adam senden şu Kastinya’daki olayı bir de sizin cenahtan soruştur, demişti sen de güya soruşturmuşsun gibi yazılıp çizilenleri adama yineledin durdun. Azcık burnunu soksaydın işin içine ölür müydün? Kastinya’da adamın mı yoktu? Hele şu olayı çaktırmadan bir incele desen en az yirmi otuz adam birden kimsenin ruhu duymadan işin üstüne atılırdı! Ne gereği vardı? Madem dosyada öyle yazıyor öyledir! Böyle midir Serdar Bey? Emniyet istihbarat biriminin kazandırdığı deneyim bunları mı söyle derdi sana? Nice dosyada yazılan şeyin hiç de öyle olmadığını hiç mi gözlemlememiştin de o olayı dosyada yazdığı gibi anlatmayı seçmiştin? Umur Tılsım o dosyada yazılanları bilmediği için mi senden bilgi istemişti? Nasıl bu kadar bunak olabiliyorsun? Nasıl bu kadar bunak oldun? Ne ara bu kadar vurdumduymaz olmuşsun lan Serdar sen çakalmışsın lan! Karının yüzüne nasıl bakacaksın bundan böyle? Sana güvenen onca insanın yüzüne nasıl bakacaksın Serdar? Bakacak surat kaldı mı?” 

Tamam da hep böyle dövünecek miydi? Tamam bir hata yapmıştı. Hem de inkârı namümkün bir hataydı, kabul. Ya şimdi? Dövünerek yeni bir hata yapıyor olmuyor muydu? Dövünmek geçmişi geri getirmeyeceğine göre? Dövünmek yerine neler yapacağı üzerine düşünmesi, yeni durumun neler gerektirebileceğini kestirmeye çalışması daha anlamlı değil miydi? Kuşkusuz böyleydi. Öyle ise bunu yapmalıydı. Ve fakat önce.. 

“Hala mı kuşku? Ulan haytanın önde gideni hala mı kuşku?” diye bağırdı otomobilin içinde. Cam açıktı. Kendi sesinden ürktü ihtiyar adam. Yanından geçip giden otomobillere baktı. Ona bakan birilerinin olup olmadığını kestirmeye çalıştı. Kimse yoktu. Trafik sakindi ve her kes kendi hedefine doğru ilerlemekle meşguldü. Son anda ışıkları fark edip durdu. 

“Kalın durak!” dediği ışıklardı. Şendilya’nın en uzun kırmızı ışığı. 140’dan geri sayıyordu ışık. İki dakikayı geçkin. Ne zaman bu ışığa bu saatlerde yakalansa küfreder “Lan bari bu saatlerde indirin, gündüz ki yoğunluk yok ya!” derdi. Bu kere küfretmedi. 

Torpido güzünden kâğıt havlu aldı. Gözlerini yanaklarını kuruladı. Dikiz aynasından yüzüne baktı. 

“Senin Köroğlu böyle görse ne der?” dedi öfkeyle. 

“Ne diyecek sünepe gözü yaşlı!” der. İyi de der. Hey gidi koca Serdar hey.. kocadın oğlum! Kocadın. Kocamış olmasan kendinle uğraşır mısın? Eski Serdar olsa ilk iş kayıp çocuklar bürosunu aramak olurdu. On dört çocuk. Ve ben bahse girerim bunun yarısından fazlası hatta tamamı kayıp çocuklardı. Ya çocuk esirgeme kurumundan kaybolmuşlardır ya yoksul ailelerdendir. Tamam Kenan’ı ara. Tamam olayın kesinliğini netleştir. Kimsenin bir şey dediği yok. İyi ama kayıp çocuk bürosunu bir yoklasan! Sahi kim vardı orada?

Eve geldi. Siteden içeri girdi. Arabayı park edip, bir süre düşündü. Telefonunu açıp Kenan Durdu’yu aradı. Kenan yurt dışındaydı. İki gün sonra dönecekti. Döner dönmez kendisiyle muhakkak buluşmasını tembih etti. Yüz yüze görüşünce söyleyecekti. 

Telefonun resim dosyasını açtı. Fuat Sansar’ın evindeki dosyadan çektiği fotoğrafları dikkatle inceledi. Tek tek fotoğraflardan bir şeyler bulmaya çalıştı. Emniyet müdür yardımcısı Yunus Alkış’la işbirliği yapıp bu olayın bütün detaylarını öğrenecek sonra da Kaan Ardıç’a bir dosya halinde sunacaktı. Her ne kadar Kaan Ardıç tek başına bir şeyler yapmaya kalkışmamasını ihtar etse de paslanmadığını dünya âleme gösterecekti. Umur Tılsım kendisine niye gelmişti? İş olsun diye değil herhalde! Paslanmamıştı. Paslanmadığını kanıtlayacaktı. 

Usulca arabadan çıktı. Apartmandan içeri girdi, asansöre bindi 5’nolu tuşa bastı.





<< Önceki                                                    Sonraki>>


Cemal Çalık, 26.09.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman 



Seçkin Deniz Twitter Akışı