Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Atanamayan öğretmenlerin hikâyesini çok okumuş, çok üzüldüğü hikayelere tanıklık etmişlerdi ama onların hikayesi başkaydı, atanan öğretmenleri olarak yeni, yepyeni bir hikaye yazmaya başlıyorlardı, İnşallah sonu da iyi biterdi…"
İstanbul’da zorlu geçen 4 yıllık üniversite tahsilini tamamlamış, “öğretmen olabilir” yetkisini bile almışlardı. Okulun kafeteryasında çay içiyor, son günün keyfini çıkarıyorlardı. “Heyyt be” dedi Turgay, “daha dün gibi değil mi arkadaşlar?”
Belki zor geçmişti. Çok dirsek çürütmüş, çok sıkıntı çekmişlerdi. Hatta aç karnına sabahladıkları geceler bile olmuştu ama dün gibiydi işte. 4 yıl olsa da dün gibiydi. Zor da olsa dün gibiydi, kolay da olsa da dün gibiydi. Nasılsa zaman geçiyordu. Bazen yakıp geçiyor, bazen yıkıp geçiyor, bazen de su gibi akıp geçiyordu. Her geçen gün bir tecrübeydi onlar için. Onları asıl büyütecek olan da o zorlukların aşılarak bugünlere geçilmesiydi belki de…
Gerçekten de daha dün gibiydi; üç canciğer arkadaş üniversite tahsiline başlamış, bugün de mezun olmuşlardı. Artık karşımızda 3 öğrenci yoktu, 3 idealist öğretmen vardı.
Eğitime dair çok güzel plan ve projeleri vardı gençlerin. Gerçi ellerine kâğıt, kalem alıp, proje neyim çizmemişlerdi ama geceler boyu hayalleriyle ne projeler ortaya koymuşlardı, kendileri bile hesap edememişti.
İlköğretim, lise, fakülte okumak önemli değildi, önemli olan “öğretmen olabilir” yetkisini almaktı ve sonunda onu da almış ve başlamışlar atamayı beklemeye.
Tamer, Emin ve Turgay Milli Eğitimin koridorlarını eskitmeye başlamışlardı.
-Ya hanımefendi, acaba sormamda sakınca yoksa bizim atama geldi mi?
-Kardeşim, üç bin dokuz yüz elli sekiz defadır söylüyorum, atama geleceği zaman gazete, radyo, televizyon, bilgisayar, laptop, basket top, fut top da haber verirler.
-Ya kusura bakma sen bunu bana ilk defa söylüyorsun ama nedense birden bire üç bin dokuz yüz elli sekiz defa oluveriyor. Nasıl oluyor da oluyor?
-Bak şimdi o meslek sırrı. Ben, bana soran öğretmenlerin sorularını hafızamda alt alta toplayıp, ikiyle çarpıp, dörde bölüyorum. Ondan sonracığıma ka-de-ve, ma-de-ve ekleyip şıppıdanağ sayıyı ortaya koyuyorum.
-Valla bravo. Sen bu kafayla Maliye ve Gümrük Bakanı neyim olurdun ama şansızlık işte.
-Bi kerem, Gümrük, maliyeden ayrılalı kaç bin gün oldu.
-Sen maliyeyi, gümrüğü mümrüğü boş ver de bizim tayin çıkarsa cep telefonumu bırakayım bir zahmet ara.
-Başka sıkıntın yok mu, istersen bir de özel kurye tutayım.
-Yok istemez, sen cepten ara yeter.
***
Aradan günler aylar geçti, sonunda öğretmen atamalarının yapılacağı haberi basına, kamuoyuna ve bilumum iletişim araçlarına düşüverdi. Bizim idealist öğretmenlerimiz de ideallerini gerçekleştirecekleri için sevinçliydiler ve bu sevinçle İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yolunu tuttu, merdivenlerini tırmandı ve koridorlarında volta atmaya başladılar ve derken atamalar açıklandı.
Tamer, Emin ve Turgay üçlüsünün tayin yeri tesadüfe bakın ki aynı şehre, aynı ilçeye ve sıkı durun üstüne üstlük aynı köye düşmüştü.
Tayinleri, Siirt ili Kurtalan ilçesi Yeşilkonak köyü İlköğretim Okuluna çıkmıştı. Branş öğretmeni olduklarından 6,7 ve 8’inci sınıfları okutacaklardı. Yani eski adıyla Ortaokul öğretmenleri…
Atanamayan öğretmenlerin hikâyesini çok okumuş, çok üzüldüğü hikayelere tanıklık etmişlerdi ama onların hikayesi başkaydı, atanan öğretmenleri olarak yeni, yepyeni bir hikaye yazmaya başlıyorlardı, İnşallah sonu da iyi biterdi…
Artık atanan öğretmen olarak görev başına gitmenin tam zamanıydı. Beklemek olmazdı. Çocukların eğitime ihtiyacı vardı. Vatan, millet, Sakarya, Adapazarı, Van, Erciş diyerek memleket sevgisini ortaya koydu ve hazırlıklara başladılar. Kolay değildi, vatan onlardan hizmet bekliyordu.
Hazırlıklar tamamlanınca Siirt’in yolunu tuttular ve oradan da bir minibüsle Kurtalan ilçesine yollandılar.
Eh, Kurtalan’a gelinmişti ama oradan da Yeşilkonak köyüne gitmek gerekti. Köy minibüslerinin kalktığı durağa kadar eşyaları yüklendiler ve kan ter içerisinde kalarak minibüse ulaştılar.
-Usta Yeşilkonak köyüne gideceğiz.
-Eee, gidin bana ne?
-Yani nasıl gideceğiz?
-Bak soruyu doğru sorunca cevap da veririm. Efendim minibüse binerek gideceksiniz.
-Tamam da hangi minibüse?
-Ya bak öğrenmeye başladınız. Dedim ya ne sorarsan ona cevap alırsın. Bu minibüse.
-Madem öyle neden deminden beri beni söyletiyorsun?
-Bizim işimiz bu.
-Neyse seninle uğraşmaya gelmez, atlayalım da gidelim.
-Hooop!
-Ne oldu?
-Bu belediye otobüsü mü, hemencecik atlayıp gidiyoruz?
-Peki ne yapacağız.
-Zamanını bekleyeceğiz.
-Sorması ayıp da zamanı ne zaman gelecek?
-Sorması ayıpsa sorma kardeşim ama size acıdım cevap vereyim haftada bir. Daha yeni o köyden geldik, ancak haftaya gideceğiz.
-Eee biz nasıl gideceğiz?
-İlginç ya, haftaya diyoruz ya.
-Başka yolu yok mu, biz o köye öğretmen olarak atandık da.
-Ya şunu baştan söylesene. Şimdi o köyden gelecek bir traktöre söylerim akşam dönüşte sizi alır.
***
Tamer, Emin ve Turgay, akşama kadar beklediler ve akşam karanlığında gelen traktörün römorkuna atlayarak tangır, tungur köyün yolunu tuttular.
Traktör şoförüyle yolda ahbap olmuşlardı. Şoförün keyfine diyecek yoktu. Köylerine öğretmen geliyordu kolay mı?
-“Şu dağın arkası bizim köy” dedi şoför. Tamer, Emin ve Turgay’ın heyecanı had safhadaydı. Nihayet ideallerini gerçekleştirecek ve eğitime susamış yavrulara eğitim vereceklerdi.
Sonunda köye vardılar. Traktör şoförü çaldığı korna ve bağırtısıyla bütün köylüye üç öğretmenin geldiğini haber etti.
Bütün köylü, başlarında muhtar ve köyün ağası olduğu halde alkışlarla traktöre doğru yanaştılar. Bu uzak köye, kuş uçmaz, kervan geçmez yere atanan üç altın kalpli öğretmeni yakından incelemek istediler.
-Yav bunlar sahiden canlı.
-Tabii ya anasının kuzusu bunlar.
-Yani siz şimdi bu köye öğretmen olarak mı atandınız?
-Evet.
-Çok iyi ya, biz elli yıldır bu köye öğretmen atanmasını bekliyorduk.
-Bak beklediğinize değecek işte. Biz çocuklarınızı bir güzel eğiteceğiz.
-Çok iyi.
Bu arada köyün delisi ilk defa geç kalmış ve nefes nefese kalabalığı yararak en öne geçmişti. Önce sağı solu kontrol etti, yaklaştı öğretmenleri yakından inceledi ve gür bir sesle;
-Öğretmenler köyümüze gelmiş, hoş gelmiş ama bence boş gelmiş, dedi.
Bizim idealist öğretmenlerimiz şaşırdılar ama delinin haline bakınca gerçekten deli olduğuna kanaat getirerek dikkate bile almadılar.
-Muhtar kim? dedi Turgay öğretmen.
Muhtar bir adım öne çıktı, kasketini düzeltti, sarma cigarasından aldığı derin nefesi savurdu ve soruya cevap verdi;
-Mıhtar benim.
-Bizim lojmanı gösterir misiniz, yol yorgunuyuz da.
-Buyur, lojman ne?
-Yani yatacağımız yer.
-Durun bir bakacağız.
-O zaman okulumuzu görelim.
-Okul mu, ah keşke bir okulumuz da olsaydı ne güzel olurdu. Hazır üç öğretmen birden atanmış, keyfimize doyum olmazdı o zaman.
-Nasıl yani, şimdi bu köyde okul yok mu?
-Ne gezer?
-Peki bizi ne diye buraya atadılar?
-Valla bilmem ki, ama hazır gelmişken sizi bırakacak değiliz. Nasıl olsa öğretmen geldi, yakında okul da gelir…
Naif Karabatak, 01.05.2025, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Maarif-i Vekâyi', Mizah
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.