10 Eylül 2023 Pazar

SA10351/SD2861: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 2

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Samirîlerdi dağdakiler, onlara mühlet verilmişti, yine yerle bir edileceklerdi; yine dağa tırmanacaklar yine kötülüğün semerini giyineceklerdi. Geçmişten bu yana gelen ve yaşanan her şeyi çok iyi biliyorlardı. Ne kadar çoğalsalar da azaltılacaklarının farkındalardı."

Dağdakileri ikna edemezdik, çünkü özgür değillerdi, kibirlerinin dokuduğu derin cehaletleri onları engelliyordu. Biz ancak özgür olan Ovadakiler’i ikna edebilirdik; onları köleleştirmeye çalışanlara karşı özgürlüklerini Allah’a tutunarak korumaları için çalışabilirdik. Ama insan zayıf yaratılmıştı, Ovadakiler bizdik, zayıflığımızı derinleştiren ve bizi aşağılayan Dağdakilerin hedefinde de daima biz vardık. Allah bizi desteklemek için elçiler göndermişti sürekli.

Şimdi yalnızız ve önceki on dört yüzyıl boyunca Dağdakiler’e karşı yalnızdık; son elçinin bize ulaştırdığı Kur’an dışında bir doğruluk kaynağımız yoktu. Çünkü, şu anda yaşadığımız derin kaostan düzen elde etmek Kur’an’ı okuyan ve aklını kullanan her insanın göreviydi artık; yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçişin temel sorunlarını çözen veya çözmeye devam eden bir insanlıktan bahsetmek üzereydik. Satanizm ulaşacağı son noktaya ulaşmıştı ve sistem olarak iflas etmişti.

Herkesin bir araya gelip sorması gereken soru şuydu:

‘Biz ne yapacağız?’

Sol omuzumda bir ağırlık hissettim. Ne kadar uzun bir süre uçsuz bucaksız karanlığa bakarak düşündüğümü fark etmemiştim. Gözlerimi hızla karanlıktan alarak uçağın içine çektim. İD uyumuştu ve başı sol omzuma düşmüştü. Günlerdir doğru dürüst uyumadığını biliyordum; demek artık dayanamamıştı.

Cevval hemen İD’yi uyandırmak için davrandı, sağ elimi havaya kaldırarak sessizce ‘dur’ işareti yaptım. Uyuyordu, dinlenmeye ihtiyacı vardı.

Düşünmeye devam ettim, insanın içinde yürüdükçe zayıf yaratılışımızı daha iyi anlıyordum ve aynı zamanda bu zayıf yaratılışımızın da bizi Allah’a ulaşmak için güçlü kılan tek özelliğimiz olduğunu. Zayıf olduğumuz için tevbe edebiliyorduk, Allah’ın rahmetine muhtaç olduğumuzu anlayabiliyorduk. Dağdakilerin böyle bir gücü yoktu.

Ben dağdakileri de ayırmadan sadece iyi ya da kötü, bir gözyaşından ibaret olan ‘insan’ı düşünüyordum. Kendini omzuma bırakarak uyuyan İD de içinde taşıdığı her türlü yükle bir insandı. Omuzumda güven bulmuştu; dışından ve içinden kışkırtan her şeye karşı huzur arıyordu.

Hepimiz öyle değil miydik? Onun yükü kadınlığı ve güzelliğiyle daha da artmıştı; çevresine bir sürü sülük doluşmuştu hayatı boyunca. Onun da hayalleri vardı; öyle ya da böyle. Onu ya da başka bir insanı yargılamıyordum, buna hakkım yoktu. Herkes gibi, sadece kendimi yargılayabilirdim.

Doğuştan heyecanları vardı insanın hayalleri gibi; hedefleri, kurguları, bir de özellikleri... Özellikleri doğuştan geliyordu ve biraz da toplum ona bir şeyler yüklüyordu. Harcanacak emek ve zaman gerekiyordu sonra.

İnsan ömrü boyunca doludizgin koşup gidiyordu hayallerinin ve hedeflerinin peşinden. Çok sonra gün geliyordu; her şeyi sorguluyordu acımaksızın. Darbeler yiyordu, kullanılıyordu, kendisine ait olmayan hedefleri fark ediyordu; gereksiz yüklerini anlamaya başlıyordu çünkü.

Bazıları yoksuldu Ovadaki insanların, bazıları da varsıl; bazıları da arada bir yerdeydiler. Dağdaki varsıllar, Ovadaki varsılların ve yoksulların sırtlarına bir sürü yük yüklüyorlardı; onlar meşgul olsunlar ve sömürüldüklerini anlamasınlar diye. Bu yükler, dindi, dildi ve ırktı.

Bunların üstüne eklenen bazı ekonomik hedefler de oluyordu kuşkusuz. Hedefleri yontan ve düzenleyen Dağdaki varsılın keyfi neyi gerektiriyorsa, ona uygun bir sürü yeni yük, hemen/gecikmeksizin Ovadaki varsıl ve yoksul için tedarik ediliyordu.

Yükleriyle yaşayanlar Dağdaki varsılların çerçevesini belirlediği ve inşa ettiği, Ovadaki varsılların da koruyup kolladığı edebiyat binasına harç taşıyorlardı; onun bina edilmesinde kullanılan acılar, sevinçler, özgürlükler, esaret, yoksulluklar ve daha birçok şey en iyi harç malzemeleriydi.

Edebiyata dair nesnelerin tümü, Ovadaki varsılla, yoksulun hesaplaşmasına resimdârlık yapıyorlardı, Dağdaki varsıllar görünmüyordu. Özgürlük varsılı ile esaret, sevinçlerle acı, haddi aşırı gitmiş zenginlik ile sefaletle iç içe yoksulluk bir bütün oluştururcasına yaşıyorlardı iç içe.

Yoksulun duyguları bazen heyecanlarıyla kopup gidiyordu. Ovadaki varsılın da heyecanları vardı, ama... Nihayetinde duygular ne yoksulda ne de Ovadaki varsılda hakiki yerini buluyordu.

Hayallerin, hedeflerin, kurguların ve özelliklerin çatışıp durduğu yerlerin tümünde Ovadaki insanlar bir sürü iyi ya da kötü şey üretiyorlardı. Sonra oturup ağlıyorlardı hâllerine. Oyuncak olduğunu anlayan yoksul ile onunla oynayan Ovadaki varsıl, bir gözyaşının etrafında dolanıp duruyorlardı hep; o gözyaşı, kendisinin dahi farkında olmayan, bağıra çağıra sesini duyurmaya çalışan zavallı insandı.

Ama… ama dağdaki varsıl, gizlerin ve perdelerin arkasında acımasız, duygusuz ve vahşi kahkahalarla gülüyordu. Gözyaşı onun için anlamsızdı, tanımsızdı ve aşağılıkların zaaflarının bir sonucuydu.

Biliyordum…

Dağdaki varsılın derin cehaleti onun cehennemiydi, onun umudu yoktu, onun huzuru yoktu, onun ‘cennet’ hayalleri yoktu; asıl yoksul oydu. İç içe bir cehennemde yaşıyordu.

A’râf Suresi’nin 137-141. ayetleri hatırlatıyordu bize:

‘Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de (İsrâiloğulları) içini bereketlerle doldurduğumuz ülkenin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık rabbinin İsrâiloğulları’na verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapıp yükselttikleri binaları yerle bir ettik. İsrâiloğulları’nı denizden geçirdik; derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavimle karşılaştılar. Bunun üzerine, “Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi, sen de bizim için bir tanrı yap” dediler. Mûsâ dedi ki: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz! Şüphesiz onların düzeni yıkılmaya mahkûmdur; yapmakta oldukları da boşa gidecektir. Sizi âlemlere üstün kılmış iken, Allah’tan başka ilâh mı araştırayım size?” Hani sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.’

‘Çimlerin üstündeki çiğ’ gelmişti aklıma. Her seferinde Dağdakileri dosdoğru yerin dibine indiren Allah, yücelttikleri nankörlük ettiğinde onları defalarca uyarıyor ve sonra en büyük azaplarla cezalandırıyordu.

Samirîlerdi dağdakiler, onlara mühlet verilmişti, yine yerle bir edileceklerdi; yine dağa tırmanacaklar yine kötülüğün semerini giyineceklerdi. Geçmişten bu yana gelen ve yaşanan her şeyi çok iyi biliyorlardı. Ne kadar çoğalsalar da azaltılacaklarının farkındalardı. Korkuyla yaşıyorlardı. 

Bunu ben biliyordum, Kur’an okuyan her insan biliyordu ve biz korkmuyorduk. İşte bizi güçlü kılan da buydu.


<< Önceki                      Sonraki>>


 [08.09.2023, (6/5 (530))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 10.09.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı