22 Ocak 2021 Cuma

SA9040/KY1-CÇ756: Emanet

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Gayr-i ihtiyari arkama baktım benden başka biri arkada olmalıydı. Heyhat benden başka kimse yok."

'Bahtı yar olanın yar sararmış yarasını, bahtı yar olmayanın eşek kovalarmış anasını.' Ben bu öz deyişin bir çok kere muhatabı olmuş biri olarak sözün yerindeliğine dört elif miktarınca şehadet ederim. Daha yeni, birkaç saat önce yine tanık oldum. Ucuz atlatmasına ucuz atlattım ama az ter dökmedim, az dövünmedim. Sözü fazla uzatmadan, laf kalabalığına gark olmadan, söze künde attırıp vakaya ait detayları atlamadan, böyle bir şeyi kimselerin yaşamadığına, yaşamayacağına kasem üzerine kasem etmeden diyelim ki; mutat olarak bu Cuma da semt pazarına gittik. 

Hay gitmez olaydık, demeyeceğim, zira haftada bir kurulan pazara evin ihtiyaçları için herkes gibi biz de gidiyoruz, gittik. Gidiliyor. Hanım “İkimiz birlikte kalabalığa karışmayalım. Birimiz parkta beklesin!” diye bir öneri getirdi. Yerinde bir öneri. Malum salgın var. Eh parkta bekleyecek en uygun kişi elbette benim. Ne alınacak ne alınmayacak, alınmak için elini uzattığın nesnenin tazeliği nasıl gibi bilgilerden yana nakıs ben olunca parkta bekleyecek kişi de ben oldum doğal olarak. Parkta kimseler yoktu. Banklar boş. Bankların arkalıksız oluşuna içimden epey bir saydırdım. Arkalıksız oluşu insanı rahatsız ediyor. Sanırım o bankları arkalıksız yapanlar oturanların rahat etmesi için değil de şöyle bir soluklanıp kalkıp gitmeleri için yapmışlar. İyi de burası park arkadaş. Parkta insanlar hava alıp gönüllerince dinlenmek istemezler mi? Avm banklarının arkalıksız oluşu ne kadar makul ise parklardaki bankların arkalıksız oluşu da o kadar gayr-i tabii. Her neyse, oturdum bir banka. Hava serin. Arada bir parkın içinden pazara gidenler oluyor. Allah sizi inandırsın ikinci sigarayı yarılamıştım ki, ben yaşlarda -orta yaşın üzerinde- yöresel giysili, başında tülbent bir kadın hemen hemen ağzına kadar dolu Pazar arabasıyla parktan içeri girdi. Benim oturduğum banka doğru yaklaştı. Yüzü yarı yaşmaklı. Gözleri ve burnu gözüküyor. Önümde durdu

- Hayırlı pazarlar! Dedi.

- Hayırlı pazarlar! Diye karşılık verdim. Utana sıkıla.

- Hazır buradasınız, araba sizin yanınızda dursa ben bir lahana alıp gelsem.. unutmuşum! Dedi. Ben de -insanlık ölmüş değil ya- “Olur olmasına da hanım neredeyse gelir.. çabuk gelin!” dedim. 

- Çabuk gelirim, pazarın girişinde lahanacı, dedi ve gitti. Beş dakika, on dakika.. gelen giden yok. Hanım geldi gelecek. Gelince mecbur bekleyeceğiz. Eh biraz biraz sitemli sözler, imalar, dokundurmalar olacak. O Allah’ın emri. Hanım da gelmiyor. Bu da iyi bir şey diyorum, kadının gittiği yöne doğru bakıp duruyorum. O sırada iyi giyimli yaşlı bir bayan iki polis memuruna bir şeyler anlatarak, parka doğru yürüdüklerini gördüm. Yaşlı kadının ve memurların kendisinden önce çığlıkları ulaştı. Etrafına bakınıyor, polislere işaret ediyor. Parkın tam girişinde durdular. Pazarın giriş kapısına bakınıyorlar, neden sonra kadın parktan içeri göz gezdirdi. Göz göze geldik. Arabaya baktı. Öyle bir depar attı ki yüz metre rekorunun yeni sahibi olabilirdi yarışa katılmış olsa. Memurlar da peşinden. Kadın avazı çıktığı kadar bağırıyor:

- İşte arabam, işte hırsız!

Gayr-i ihtiyari arkama baktım benden başka biri arkada olmalıydı. Heyhat benden başka kimse yok. Ben yerimden kalkamadan başımda dikildi yaşlı kadın ve memurlar.

- İşte benim arabam, bu çalmış.. şikâyetçiyim, diye bas bas bağırıyor yaşlı kadın, hemen tutuklayın!

- Etmeyin, tutmayın, bir yanlışlık var bu arabayı ben yaşlarda bir bayan bana emanet etti! Dediysem de dinletemedim. Polislerden uzun olanı,

- Bir dakika bayan, belki arabaları karıştırıyorsunuzdur, arabadaki sebzeleri söyler misiniz? Bir bakalım! Diye söz karıştı. Yaşlı kadın tek tek saydı sebzeleri polisler de arabayı boşalttılar. Dedikleri birebir. Ben bunu daha öncede yaşadım evet, evet ben bunu daha önce de yaşadım aynısı olmasa da. İlk okul dördüncü sınıfta. Resim dersinde herkes boya kalemlerini çıkarsın, demişti öğretmen, biz de çıkarmıştık. Pencere kenarındaki sıranın en önünde oturan gözlüklü Nazmi ağlamaya başladı. Boya kalemleri çıkmamıştı çantasından. Çantasına koyduğuna yeminler ediyordu, gel gelelim şuan yoktu biri çalmıştı. Öyle diyordu. “Boya kalemlerimi çalmışlar!” iki göz iki çeşme. Sıraların üstüne bakıyor. Lanet olası boya kalemlerinin kabı kırk kişilik sınıfta bir tek benimki mi olmalıydı? Hani bir başkası da olsa 'çalan o mu ben mi?' diye araştırılırdı ama bir benimki farklıydı ve o fark boya kalemleri çalınan kişininkiyle aynıydı. Boya kalemlerinin kabının üzerinde bir baykuş vardı ve baykuşun ağzında boya kalemi. Öğretmen bir bana bir boya kalemlerine bakıyor. 

- Ama bunlar benim, diyorum kısık bir sesle. Utanmışım. Nasıl utanmayayım? Bütün sınıf bana bakıyor, hırsız diyen kişinin yanılmış olacağı, yalan söyleyeceği kimsenin aklına gelmiyor. Öğretmen “Başka bir fark var mı hatırladığın?” diye sormuyor. Tamam kabul boya kalemleri sınıftakilerin boya kalemlerinden pahalı, gariban babam -kendisi inşaatlarda çalışan amele- ıkına sıkına almıştı, beni hırsızlıkla suçlayan kişi zengin çocuğu onun o kalemleri alma imkânı benimkinden fazla. Kuşkulanılacak konumdayım. Bir de dördüncü sınıftaki abisini tanık gösterdi Nazmi. Kalemleri abisi almış. Ona gittik. Abisi -sanırım adı Nuri idi- boya kalemlerini tarif etti. Benim hırsızlığım tescil etti. Allah var Nazmi iyi çocuktur, diyebilirdim, zira ertesi günü okulun bahçesinin girişinde karşılaştık, beni sapa bir noktaya çekip boya kalemlerini uzattı ve;

- Evde unutmuşum, kusura bakma! Demesiyle iktifa etseydi. Kalemleri vermesine verdi ama benimki salaklı bunu herkesin içinde yapması gerektiğini söylemeyi akıl edemedim. Kalemleri çantama koydum. Sınıfa girdik. Öğretmene durumu anlattım. Nazmi ile beni öğretmenler odasına götürdü. Ve kötü çocuk Nazmi yaptığı şeyi inkâr edip bana kalem falan vermediğini söyledi. Öğretmen de şakaklarımdaki saçlarımı çekerek cezalandırdı. Şimdi de ekip arabasını bekliyorduk. Kadın inadından vazgeçmiyordu. Bana arabayı teslim eden kadın da ortalıkta yoktu. O sırada hanım geldi. Tuhaf tuhaf yüzüme baktı. Dudak büktü.

- Böyle tuhaf şeyler de hep seni bulur, dedi.

Beni ekip arabasına bindirirlerken, 

- Fazla gecikme! Diye ikazda bulundu. Memurlarla birbirimize baktık. Tebessüm ettik. Karakolda masum olduğumu beyan ettim. O sırada şikâyetçi kadının telefonu çaldı. Arayan kocasıydı. Pazar arabasıyla pazarda dört döndüğünü, hep böyle yaptığını.. falan filan.. beni getiren polis memurlarıyla baş başa kaldık. 

- Şimdi ne olacak? Dedim, arabayı emanet eden de hırsızlıkla suçlar mı? 

Uzun boylu memur,

- Sıkma canını bey amca hallederiz, dedi.

Neyse Allah razı olsun beni eve bıraktılar, Pazar arabasını da parka götürdüler. Şimdi siz söyleyin, bahtı yar olanın yar sarmaz mı yarasını? Bahtı yar olmayanın eşek kovalamaz mı anasını?


Cemal Çalık, 22.01.2021,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Facebook 



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.


Seçkin Deniz Twitter Akışı