22 Aralık 2017 Cuma

SA5367/KY1-CÇ449: Çığ

"Ne yapıyorum şimdi? Niye sabahı bekliyorum ki? Kesinlikle geleceği yok."


“Nerdesin! Nerdesin! Nerdesin!” işte üç kez bağırdım. Çıt yok. Kendi sesim bile bana dönmedi. İnandırabilir miyim ki geldim ve bekledim. Ve bağırdım. hem de üç kez. Varsın inanmasın! Umurumda bile değil. Yeter artık! Gerçekten!

Benden bu kadar. Godot’u bekleyenlere döndüm. Hem onlar hiç değilse birkaç kişi bir aradaydılar. Bense yapayalnızım. Bu dağın başında bir Allah’ın kulu yok. Ya şu at? Onu niye buraya bırakmış. Bana yoldaş olsun diye değildir her halde. Beni görünce nasıl da sevindi. Nasıl da heyecanlandı zavallı hayvan. Acaba kaç gündür burada? Ben geleli altı gün oldu. En iyi ihtimalle atın yedinci günü. Onun kadar sorumsuzunu görmüş değilim. Belki kimse de görmüş değildir.

 Kabahat bende. Bu adamın sözüne inanılır mı? İlk kez mi karşılaşıyorum? Bu bekleyiş ilk kez mi oluyor? Hayır ! Hayır! Bu hal kim bilsin kaç kez başıma geldi. 

Taa yıllar önce yine böyle bir günde –yani yine bir kış gününde- bir kursa gidiyordu. Kırk beş dakika sürüyormuş. Öyle dediydi. 

“Hadi arkadaşlık et!” 

Ben de deli gibi takılıp peşine düşmüştüm. Sabahın körü. Ayaz. Yerler buz. Ayaklarımda çizmeler delik deşik.. kaymamak için karlar içinde yürüyorduk. Ve ayaklarıma karlar doluyordu. Buz kesmişti ayaklarım. Neyse ki gittiğimiz kurs sıcaktı. Öyle diyordu. Gittik. Onu aldılar içeri. Ben kaldım dışarıda. Saçak altlarına sığınarak rüzgardan korunmaya çalışıyorum güya.. o kırk beş dakika hiç bitmedi. Ellerim paltomun içinde bile kıp kırmızı olmuştu. Ayaklarımı duymuyordum. Volta atarken sürüklüyordum. 

Çıktı. Hiçbir şey olmamış gibi.. pişkin. Kızamazdım ki. Ona hiç kızamadım ki. Boynunu büker.. gözlerini gözlerimin içine diker mahzun, mahzun bakar.. hadi gel de kız bu adama! Hadi! Birlikte büyüdük. Birlikte acıktık. Birlikte doyurduk karnımızı. Ben onu bir kez olsun bir yere çağırmadım. Ben hep aynı yerde kaldım. Aynı mahallede, aynı sokakta, aynı evde.. aynı şehirde. Yani ben O’nu çağıracak kadar uzak bir yere gitmedim. O gitti.. çağırdı kalkıp gittim. Sormadım. Gerekçe bulmadım. Gerekçe aramadım. Ne diye arayayım ki. Hep bir bahane bulup buluşturdu çağırdı beni.. gittim. kuzu, kuzu gittim.

Gittiğimi başına kakmış da değilim. Ben bana düşeni yaptım O da kendi üzerine düşeni. Bir sinema çıkışında beklemiştim bir keresinde de. İkimiz tek biletle içeri girebileceğimizi sanmıştık. Biletçi yutmamıştı. Yaşımız bir bilete iki kişiyi alma yaşını aşmışmış meğer. Biletçiden öğrenmiştik. O zaman ortaokul birdeydik. O bana baktı. Ben ona. Biletçi;

“Bilet kimin?” diye sordu. Ben hemen atıldım.

“ Onun!” 

Bilet benim elimdeydi. Aldı. O ağzını açıp bir şey demedi. Biletçi bileti ikiye böldü. Koltuk numarası olan bölümü ona verdi. O mahzun bakışlarıyla baktı bana. Girdi içeri. Ben dışarıda bekledim. Film bitinceye kadar. Bir buçuk saat.. afişlere bakıp hayal kurdum. Sinema dağıldı. Bizimki çıktı. Başı önüne eğik. Yüzünde gülümseme.. hoşnutluk. Yürüdük bir süre. Hiç konuşmadan. Sonra filmi sordum. Sormasam dünyada anlatmazdı. 

“Güzeldi.” Dedi. Kestirip attı. 

Çok mu önemliydi? Değildi elbet. Anlatmasını istiyordum. Belki birilerine anlatabilirdim.. film anlatmak pek eğlenceli olurdu. Kahramanın yürüyüşü taklit edilir.. dövdükleri dövülür.. atladığı yerden atlanır. Diyaloglar akılda kaldığıyla tekrarlanır. Birlikte izlemişsinizdir. Daha şimdi sinemadan çıkmışsınızdır. 

“Nasıl da tek kılıçta dört kişinin kellesini kopardı ama..”

“Yahu ne anasının gözü.. o adamı orda nasıl gördü de alnının ortasından vuruverdi?”

Bunların hiç biri yoktu.

“Hiç aklında kalan bir şey yok mu?” demiştim de.. o da;

“İnanmayacaksın ama.. ben film boyunca uyumuşum..” demişti. 

Olabilir mi böyle bir şey? Ben filmin afişinden yola çıkıp ne öyküler anlatmıştım kendime.. böylesine bir lakaytlık nerde görülmüş. 

“Madem uyuyacaktın.. ben girseydim..” dedim. O da gülerek;

“Bak bu aklıma gelmedi!” dedi. 

Mektubunu aldım. Ve hiç düşünmeden yola koyuldum. Mektubunda tarif ettiği kulübeyi buldum. Kendisini orada bulamaz isem merak etmeyeymişim. O da gelirmiş. Attan hiç söz etmedi. Sağ olsun şömineyi falan hazırlamış. Kibriti görünür yere koymuş. Odunlar da pek kuru. Aslında mis gibi hava.. ata da alıştım. O da bana alıştı. Acaba O’nun emanet mi? Niye attan bir tek kelime olsun söz etmemişti ki? Sabahları çıkıp temiz havada dolaşıyorum. Sabah yürüyüşünden sonra kulübedeyim. 

Ata binmeyi bilmediğim için yularından tutup gezdiriyorum. Şöyle kulaklarını dikip dört bir tarafa bakıyor hayvancağız. Sonra burnunu dikip çevreyi kokluyor. Kurt var mı yok mu diye bakıyor olmalı. Zaman, zaman ulumalar duyuyorum. Özellikle hava kararınca. İçeriye giremezler. Ne atın bulunduğu yere, ne benim bulunduğum yere.

Yine de bıktım. Bu kere bardağı taşırdı. 

Gerçekten taşırdı bardağı. Hem ne için çağırdığına dair bir şey de yazmamış. 

“Köye gel. Çok güzel bir kulübe yaptım yazın. Harika bir yer. Çamlar içinde. Kulübenin sırtı dağa dayalı. Yazın daha güzel oluyormuş. Sakın gelmezlik etme! Bak farkındaysan ilk kez “mutlaka gel” diyorum.” 

Böyle yazmış. Doğru. Zaten bu karda kışta beni buraya getiren de bu oldu ya.. çağrısına ait bir ip ucu bulabilseydim mektubunda.. hadi birkaç gün daha bekleyeyim. Yok. De ki;

“Arkadaş ben evleniyorum! Düğünüme gel.” 

Hep bir köylü sevgiliden söz eder dururdu. Ya da;

“Arkadaş ben bir kabahat işledim.. şimdi dağa çıktım.. gel yoldaş ol!” 

Yok! 

“Gel!” 

Ne diye? Ne için? Ne olacak? Altı gündür burada kar altında.. mendebur bir atla günleri tükettim. Tüketiyorum. Altı koca gün. Neredeyse kar pencereyi kapattı kapatacak. Allah’tan kapı içeri açılıyor. Yoksa çoktan bu kulübe ile birlikte karlar altında kalmıştım. Diri, diri gömülmüştüm. 

Ne yapıyorum şimdi? Niye sabahı bekliyorum ki? Kesinlikle geleceği yok. Bir gece daha burada bekleyip bir “aferin” mi alacağım? Hayır! Zaten O’ndan beklediğim hiçbir şey yok, hiç olmadı da, olmayacak da. Atlamalı atın sırtına çekip gitmeli! Varsın ne düşünürse düşünsün! Canı cehenneme! Yine de sabahı beklemeliyim. Ve her sabah yaptığım gibi bağırmalıyım;

“ Nerdesin! Nerdesin! Nerdesin!” 

Bunu üç kez yinelemezsem sayılmaz. Aramızda bir tür paroladır. Dağlarda yankılanacak tam üç kez. Öyle istiyor mektubunda. Bir süre bekleyip sonra gideceğim. Yine de muhakkak gelecektir. Eğer ki karlar altında kalmadıysa!





Cemal Çalık, 22.12.2017,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı