12 Ocak 2017 Perşembe

SA3856/KY35-YTK149: Ufuk Çizgisini Kaybetmeden

"Ben yazıyı toparlamaya çalıştıkça neden uzaklaşıyordu yine acaba, avucumu açıp toplamaya çalıştığım kar tanelerinin eriyip yok olması gibi kelimeler, cümleler, paragraflar…"


Valilik de açıkladı, mesai saati üç buçuğa çekildi. Okullar zaten tatildi. Kar yağmıştı İstanbul'a, daha önemli ne olabilirdi ki şu memleketimizde. Yazının erken yetişmesi gerekiyor şimdi, her zamankinden en az iki saat önce hem de.

Penceremden bozkır görünüyor bembeyaz. Dolar kafamı her çevirdiğimde yeniden yükselmiş oluyor. Ankaralı çocuklar kendi valilerine sosyal medyadan her türlü şirinliği büyük zekâ gösterisiyle sunmaya devam ediyor. Atılan twit sayısı yağan kar tanesini geçti geçecek.

Meclis'te Cumhurbaşkanlığı Sistemi için verilen Anayasa değişiklik teklifi Komisyon'dan sonra şimdi Genel Kurul'a iniyor.

Bu yeni bilgisayarda şapkalı harflerin yerini bulamıyorum, internetten alıp her seferinde 'kes-yapıştır'la ulaşıyor size harfler eğer şapka takacaklarsa.

Şapkalı-şapkasız yan yana dizilip kelimeler, arka arkaya katarlar halinde cümleler, oradan paragraf ve nihayet kaç vuruşluk olacaksa sınırında bitmek zorunda kalan bir yazı.

Niye böyle dağınık her şey yazılar gibi acaba? Çünkü fikirler dağınık. Toparlamak için ne zaman oturup bir çerçeve çizmeye çalışsam yeniden dağılıyor bir saldırı bir açıklama bir operasyonla hepsi.

Kızılderililere ait miydi, “Ruhu yetişsin diye durup bekleyen” adamın hikâyesi… o Kızılderili'den farkımız yok bu sıra.

Bu kadar hız bu kadar karambol bu kadar dağınıklık içinde her beş yılda bir Ahmet Şık'ın gerçekten neden tutuklandığını mı merak edeceğim hakikaten? Ya da Musa Kart'ın bir karikatürist olarak gerçekten bir iddianameye ne kadar sığabileceğini? 

Veya Selim Temo yeni bir Kürt şairler antolojisi yazmaya şimdi daha fazla mı vakit bulacak KHK ile memuriyetine son verilince? Mazlum-Der Başkanlığı'ndan sonra mazlum olunca kaderin cilvesi mi devletin bir oyunu mu diye bulmaca mı çözeceğim?

Fethi Sekin'in anasına yaktığı ağıdı dinlerken mi karışacak şimdi ona yakılan ağıtlar…

Kapımıza dayanan kimi arsız kimi sessiz kedilere bir bardak süt veya kuşlar için bir parça ekmek bırakırken mi?

Yerle gök ne kadar iç içe giriyor bu aralar, aynı tonunda beyazın ikisi de.

Ufuk çizgisini kaybetmeye sebep oluyor bu aldanış.

Ufuk çizgimiz neresi?

Sadece istihbarat, güvenlik ve bunlara uyumlu bir parça hukuk eksenli gidişatla ufuk çizgisinin yeri belirlenebilir mi gerçekten?

Sosyal medyada akıl hastası mı palyaço mu oldukları artık ayırt edilemeyen insanların alkış ve küfürleri arasında hele?

Bundan tam yüz yıl önce Galiçya'da 38. Alay 1. Tabur'dan Makineli Tüfek Teğmeni Hasan oğlu Şükrü Efendi dalga dalga gelen Rus akınlarını durdurmak için hayatını kaybetmiş olabilir miydi?

Ya da yaklaşık doksan dokuz yıl önce 2. Tabur'dan İhtiyat Yedek Subay İhsan oğlu Mustafa Efendi düşmanın tel örgüsü önünde hayatını kaybederken orada can veren son şehidimiz olabilir miydi?

Fransızların savaş başlayınca toplama kampına gönderdiği Fransa'da yaşayan Osmanlı vatandaşlarından kaçından bir daha kimsenin haber alamamış olmasının nasıl bir önemi olabilir ki bütün bu hay huy içinde artık?

Ben yazıyı toparlamaya çalıştıkça neden uzaklaşıyordu yine acaba, avucumu açıp toplamaya çalıştığım kar tanelerinin eriyip yok olması gibi kelimeler, cümleler, paragraflar…

Eli ayağı düzgün bir yazı yazabilmek için kendim için kendime bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarmamın faydası olacak mı acaba?

Güzelim memlekette güzelim insanlarımı öldüren kahpe bombaların mermilerin daha da kararttığı şu kış havasında hepsinin biteceğini, geçeceğini bilmekten başka teselli yok.

Geçecek, bitecek.

Ne kadar üşürsek, ne kadar canımız yansa, ne kadar bitmeyecek gibi gelse de kışın ardı hep bahar.


Yaşar Taşkın Koç, 12.01.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Yaşar Taşkın Koç Yazıları




Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015


İlk yayınladığı yer: Yeni Şafak

Seçkin Deniz Twitter Akışı