28 Eylül 2016 Çarşamba

SA3475/KY33-YO134: Pantolonu Hep Ütülü Darbeci…

"56 yıllık darbe tarihimizde darbecilerin önceden anlaştıkları siyasi kanatlarını görmedik, ama her darbeden sonra o darbenin siyasi kanadı olmaya talip fırsatçılar çok görüldü."


15 Ağustos 1964 günü  Başbakan İsmet İnönü Britanya’dan gelen bir mektup aldı. Mektubu gönderen İngiliz düşünür Bertrand Russell’dı. Russell, Başbakan İnönü’nden hapisteki iki kişiyi affetmesini istiyordu; Albay Talat Aydemir ve Prof. Dr. Perihan Çambel. 

Russell, 22 Şubat 1962’den sonra, 21 Mayıs 1963’te bir darbe girişiminde daha bulunduğu için 17 gün önce idam edilen Aydemir için geç kalmıştı. Zaten çok muhtemelen bu mektubu yazmasının sebebi Prof. Çambel’di.

Perihan Çambel,  Atatürk’ün sofralarının müdavimi, Türk Tarih Cemiyeti Başkanı Hasan Cemil Çambel’in kızıydı. Çambel soyadlarını bizzat Atatürk vermişti. Perihan Çambel, uzun yıllar Amerika’da çalışmış, dünyaca ünlü bir tıp profesörüydü. Dünyadaki şöhreti o yıllarda sayıları az olan kanser araştırmalarından geliyordu.

Hitit kazılarıyla tanınan kız kardeşi Halet Çambel, 27 Mayıs darbesinin ardından sosyalist fikirleri yüzünden üniversiteden atılan ‘’147’likler’’den biriydi, ama bu bile inanmış bir Kemalist olan abla Perihan Çambel’in 27 Mayıs devrimine olan inancını sarsmadı. 27 Mayıs’tan sonra seçimlere gidilip devrimin yarım kalmasına kızan Silahlı Kuvvetler Birliği cuntasının öncüsü Talat Aydemir’le bu dönemde tanıştı.  

21 Şubat 1962’deki ilk darbe girişimi başarısız olup Aydemir emekliye sevk edildiğinde evinde onu ziyaret etmeye cesaret edenlerden biri de Prof. Çambel’di. Aydemir’in ikinci deneme için İstanbul’da gazeteciler ve entelektüellerle toplantılar yaptığı zamanlarda “onun gözlerinde Atatürk’ü görenlerden” biri de oydu.

21 Mayıs 1963’teki ikinci darbe de başarısız olduktan sonra yargılandığı mahkemede Aydemir’in yanında durmuştu. Ona destek için gazeteleri dolaşmış, mektuplar yazmış, Aydemir’in savunmasını hazırlamasına yardım etmişti. Tabii Aydemir ve Fethi Gürcan’ın idam cezasının iptali için muhtemelen ulaştığı isimlerden biri de Bertrand Russell’dı.

Perihan Çambel Eylül 1963’te tutuklandı. “Talat Aydemir’i idam cezasından kurtarmak ve onun fikriyatının ışığı altında yeniden kurulabilecek bir rejimin gerek sözle gerekse yazıyla askerlere övgüsünü yapmakla” suçlandı. 26 Eylül 1963 günü mahkeme kararı açıkladı; üç yıl ağır hapis cezası...

Tutuklanması ertesi gün New York Times gazetesinde haber oldu.

Cezasının tamamını yatmadan tahliye olan Çambel, Aydemir darbesine katıldığı için Harbiye’den atılan bir genci evlat edindi. Hiçbir zaman da pişmanlığını bildiren bir şey söylemeden kanser araştırmalarına geri döndü.

54 yaşında iyi bir aileden gelen, uluslararası şöhreti olan tıp profesörünün darbeye doğrudan bir dahli tespit edilememişti. Peki dünyaca ünlü bir profesör neden darbeci bir Albay’a hayran olur sorusuna ise şöyle cevap vermişti: 

“Müthiş bir insandır. Her sabah erken kalkar, mutlaka tıraş olur, ayakkabıları her zaman boyalıdır, pantolonu her gün ütülü.”

Ama doğrudan darbe hazırlığına katılan siviller de oldu.

9 Mart 1971’de darbe yapmaya çalışan ulusalcı-Kemalist cuntanın bizatihi ideoloğu bir sivil profesördü; Doğan Avcıoğlu. O ve Devrim çevresindeki dönemin aydınları, darbeci fikirleriyle askerleri de etkilemişti. Darbenin aklı siviller, kolluk gücü askerlerdeydi. Belki başarısızlığının sebebi de bu olmuştu. 12 Mart muhtırası yapan generaller de aralarında Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da olduğu 9 Martçı muvazzaflara dokunmayıp, o sivilleri tutukladılar. Ama yazı yazdı, radyoda konuştu gibi delillerle değil, cuntanın içine sızdırılmış MİT mensubu Mahir Kaynak tarafından kayda alınmış cunta toplantılarındaki konuşmaları yüzünden...

Ama bu örnekler bugünlerde bir kaideymiş gibi sık sık dillendirilen bir iddiayı kanıtlamaya yetmiyor; 

“Darbenin muhakkak bir siyasi kanadı olmalı. Siyasi kanadı olmayan darbe mi olur!..”

27 Mayıs’la başlayalım. Cuntayı oluşturan Albayların üstündeki  generallerin bile haberi olmayan darbeden, öncesinde haberi olan bir siyasetçi olup olmadığına dair elimizdeki bir bilgi yok. En muhtemel aday İsmet İnönü’nün darbeden önceden haberdar olduğu ya da işin içinde olduğuyla ilgili de elimizde hiçbir tanıklık ya da bilgi mevcut değil. Kendisi ve çoğunun anıları çıkan darbeci askerler bunu hep inkâr ettiler. İnönü’nün Menderes’in idamını durdurmak için yaptığı girişimlerin ordu içindeki Silahlı Kuvvetler Birliği adlı cuntadan geri dönmesi, Aydemir darbelerine karşı oynadığı rol de bunu doğruluyor.

Darbenin, 27 Mayıs’tan sonra üniversite, medya ve CHP’den büyük bir destek aldığı ise malum.

Sivillerin darbeye nasıl dâhil olduğunu ise Millî Birlik Komitesi’nin en önde gelen isimi Albay Cemal Madanoğlu’ndan okuyalım:

"Ne yapacağız yahu diyorum. 5-10 subayla koca devleti nasıl hâle-yola sokacağız. Bütünüyle bu düşünce kafamda.. Âdeta neşem kaçtı. İçimde bir ışık çaktı sanki. Tamam dedim. Ben şimdi profesörleri çağırırım ve onlara ihtilal heyecanı ile bir kurucu meclis kurdururum dedim... Geldim. Profesörleri Genelkurmay'da bir salona oturtmuşlar. Böyle sinema seyredecek gibi yan yana dizilmişler. Karşılarında bir masa var. Ben masaya geldim. Oturmadım. Ayaktaydım. Bütün konuşacaklarım kafamda düşündüklerim hepsi gitti başımdan. Dedim ki: Sayın hocalar, profesörler. Biz bir iş yaptık. Ağzımdan böyle çıktı. Bunlar hemen bağırdılar. Siz vatan kurtaran aslansınız, şöyle yaptınız, böyle ettiniz filan. Dedim, şimdi edebiyatın sırası değil. O, sonra. Şimdi beni dinleyin!.."

27 Mayıs darbesinden sonra 1961 yılındaki seçimlere kadar kurulan 24 ve 25. Cumhuriyet Hükümetleri de askerler, bürokratlar, diplomatlar ve gazeteciler arasından seçilmiş teknokrat hükümetleriydi.

12 Mart 1971 muhtırası da zaten kuvvet komutanlarının imzasını taşıyan bir hareketti. Demirel Hükümeti’nin istifasıyla kurulan Nihat Erim (33. ve 34.), Ferit Melen (Cumhuriyetçi Güven Partisi) ve Naim Talu (Merkez Bankası Başkanı) başkanlığındaki hükümetler de partiler üstü hükümetlerdi. Her partiden temsilciler vardı, kritik bakanlıklar ABD’den getirilen Atilla Karaosmanoğlu gibi teknokratlar arasından seçilmişti.

Kenan Evren ve arkadaşları da 12 Eylül darbesine giderken siyasi kadroların desteğini aramamışlardı. 

Adnan Başer Kafaoğlu ve  Coşkun Kırca gibi bürokratlarla darbeden önce görüşülüp anayasa taslağı hazırlatıldığı daha sonra ortaya çıktı. Ama darbeden sonra emekli asker Bülend Ulusu başbakanlığında kurulan ve üç yıl görev yapan 44. Hükümette de geçici mecliste de bürokratlar, diplomatlar ağırlıktaydı. 

Hükümetin Başbakan Yardımcısı olan eski Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın göreve nasıl getirildiğini de kuzeni Hüsnü Doğan’dan okuyalım:

“12 Eylül sabahı saat 06.00’da Özal’ı evden alıp götürdüler. Bizler çok telaşlandık. İlerleyen saatlerde bürokrasiye hâkim olması nedeniyle ve kendisinden bilgi almak için alındığını öğrendik. Konsey üyeleri Özal ile yaptıkları bu görüşmede bir konuya açıklık getirmişler. Konsey üyeleri Özal’a ‘27 Mayıs harekâtı sırasında bankaların mevduat sahiplerine en fazla 5 bin liralık bir limitte ödeme yapılması kararlaştırılmıştı. ‘Biz ne kadar limit koyalım‘ diye sormuşlar. Özal, bu soruya ‘gerek yok, eğer koyarsak aksi olur ve vatandaş mevduat çekmek için bankalara hücum eder. Ekonomi zora girer’ cevabını vermiş.”

28 Şubat post modern darbe sürecinin zaten alenen siviller ve siyasetçiler içindeydi. Her şey çıplak gözle görülecek bir mesafede yaşandı, gizli saklı bir iş birliği yoktu.

Yani “nerede bu darbenin siyasi kanadı, siyasi kanadı olmayan darbe mi olur” gibi tespitlerin en azından bizim darbe tarihimizde bir karşılığı yok. Hatta siyasi kanadı olan bir darbe görmedik de diyebiliriz.

Belki sivillere söyleyip gizliliği bozmamak için, belki darbenin başarılı olmaması riskini alacak siyasetçi bulamayacakları için ya da zaten siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler, iş adamları, aydınlar darbeden sonra darbecilerin kanatları altına girecekleri için buna gerek görmediler.

Muhtemelen eğer 15 Temmuz darbecileri de başarılı olsaydı “darbe kötü, keşke olmasaydı ama” diye başlayan analizlerle darbenin kurduğu yeni düzende kendine yer bulacak çok sayıda siyasetçi, bürokrat, gazeteci, iş adamı ve aydın görecektik.

15 Temmuz darbe girişiminin diğerlerinden farkı, zaten başını sivil imamların çektiği bir darbe olmasıydı. Elinin altında yeterince sivil bürokrat olan darbeciler ülkeyi nasıl yönetecekleri gibi bir meseleyi muhtemelen pek düşünmemişlerdi. Yine de ortaya çıkan atama listelerine bakılırsa darbeci subaylar bütün bakanlıkların müsteşarlıklarına, THY’den TRT’ye ve bütün devlet bankalarına kadar kritik bütün resmî kurumların başlarına askerleri atamışlardı. Muhtemelen bakanlıklara da bu asker müsteşarlar bakacaktı.

Yine çok muhtemelen bu çok uzun sürmeyecek, 27 Mayısçılar gibi bir yol izleyeceklerdi. Yurtta Sulh Konseyi bildirisinde de görüldüğü gibi Batı’dan iktidarlarına meşruiyet  alabilmek için yeni bir anayasa yapacaklar ve “diktatörlüğe son” vaatleriyle seçime gideceklerdi. 

Yassıada Mahkemeleri’ndeki Köpek, Bebek davaları gibi DAEŞ’e destek, Zarrab, çözüm süreci, Selam Tevhid gibi davalarda Erdoğan, AK Parti ve çevresi yargılanıp tasfiye edilecek, ama geri kalanlara yine 27 Mayısçıların yaptığı gibi özgürlükçü bir anayasa vaadedilecekti. Belki de anayasalarını birileri yazmıştı bile.

Tıpkı 27 Mayısçıların DP’lilere yaptığı gibi, onlar da AK Partililere siyasi zararlı muamelesi yapacak, çoğunu tutuklayıp, hiçbirinin bir daha siyaset yapmasına izin vermeyeceklerdi.

Ortada böyle bir tarih ve gerçekler varken ve ısrarla “darbenin siyasi kanadını” arayanlar, bulamadıkça da “nasıl olmaz siyasi kanadı olmayan darbe mi olur” diye mesnetsiz söylenenlerin, fırsat bu fırsat siyasi rakiplerini parmakla işaret edenlerin derdinin darbecilerle hesaplaşmak olmadığı açık.

Zaten Başbakan ve AK Partili yöneticiler de delilsiz, isimsiz Bylock kullanan bakan, vekil haberleriyle yeni bir aşamaya geçen bu tezvirata karşı pozisyon aldılar.

Bu aynı zamanda darbeyi yapan örgütü küçümseyen, onu zaten devreden çıkmış görüp kendine başka hedefler arayan pek de hayırlı olmayan bir fırsatçılık.

56 yıllık darbe tarihimizde darbecilerin önceden anlaştıkları siyasi kanatlarını görmedik, ama her darbeden sonra o darbenin siyasi kanadı olmaya talip fırsatçılar çok görüldü.

Fırsatçıların bir ideolojisinin olmadığı da...


Yıldıray Oğur, 28.09.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yıldıray Oğur Belgeselleri
Yıldıray Oğur Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015


Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/593384.aspx

Seçkin Deniz Twitter Akışı