22 Temmuz 2016 Cuma

SA3205/KY48-SY12: O Gece Ne Oldu?

"Gırtlağımda o yumruk, öylece dikiliyorum karşısında."


"Abi Boğaz köprüsünden geliyorum tuhaf şeyler var o tarafta. Askerler köprüyü tutmuş." 

"Bir şey olmaz Niyazi", diyorum, "Gezi’de de öyleydi. Jandarma bölgesi oralar, terör ihbarı vardır." 

Yirmi dakika sonra yeniden arıyor Niyazi. 

"Abi" diyor. "Bu başka bir şeye benziyor sanki. Polislerin ellerinden silahları alıyorlarmış. Hatta direnen bir polisi de vurmuşlar."


Havaalanından gelirken kullandığım yolda, trafikteyim. 

"O zaman başka", diyorum. "Haklısın." 

12 Eylül’ü o yönüyle bilmiyorum. Yani darbe nasıl başlar, haberim bile yok. O kısmını hiç düşünmediğimi fark ediyorum.

Gaza basıp, üzerime demir kapı gibi kilitlenmiş trafikten yan yollara saparak kurtulmaya çalışıyorum. O arada aklım, eşim ve oğlumun içinde olduğu uçakta. Bir saatlik yol, ama saat 23.30’a kadar haber alamıyorum. Sabiha Gökçen’den kalkan uçak, meğer giden son uçakmış, sonradan öğreneceğim. 

Elimde telefon bekliyorum. Eşim ve yüzüne bakmaya kıyamadığım oğlum o anda havadalar ve gökleri yararak alçak uçuş yapan F16’lar gökleri teslim almış homurdanıyorlar. Ne tuhaf bir duygu!

Televizyonu açıyorum. Normal yayınlar devam ediyor. O arada Twitter’dan takip ediyorum ama orada da önemli bir durum gözükmüyor. Biraz sonra ise ekranlarda alt yazı. Boğaz köprüsünde ve 2. Köprüde olağandışı askeri hareketlilikten bahsediyor alt yazılar. Birazdan da zaten, programlar patır patır düşüyor ekrandan ve uzaktan köprüleri gören kameralara bağlanıyorlar.

Sonrasını biliyorsunuz. Apışıp kalmış, ekrandan ve sosyal medyadan neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir F16’nın evin üstünden, bir kez daha kelimenin her iki anlamında da “alçak” uçuşu. Ev sallanıyor. Elimde telefon, hala kalakalmış vaziyetteyim.

O arada Niyazi tekrar arıyor ve Çengelköy’den yola çıkıyor. Eve ulaştığında, Anadoluhisarı’na doğru yola çıkıyoruz. Çengelköy’e ulaşmak istiyoruz.

Yollar ıssız. İn cin top oynuyor. Sağ tarafta, Beykoz’a giden yolun üzerinde konuşlanmış askerleri fark ediyorum. Tam dolduruşta, namluları havada, kırk civarında G3! 

Bu sahneyi en son Siirt Özel Harekat Taburu’nda yaşadığımı hatırlıyorum. Tabii o sahnede ben karşı tarafta, askerlerin içindeydim; şimdi benim gibi arabasıyla G3 fidanlığının altından gururla ve kıtayı denetleyerek geçen ise komutandı! 

Ne günlere kaldık. Bu tuhaf mizah kıvılcımı bile bilincimden geçti o anda. İnsanoğlu tuhaf. Neyse.

Sahil yolundan Çengelköy yoluna çıkıyorum. Kavşağı dönüp hızla ilerliyorum. Ama çok geçmeden durmak zorunda kalıyorum. Ve 15 Temmuz darbe kalkışmasının sıcak yüzüyle, halk-asker sahnesiyle ilk kez karşılaşıyorum. Tereddüt etmeden arabayı kaldırıma çıkarıp bırakıyorum ve Niyazi’yle birlikte içlerine dalıyoruz.

Ana baba günü. Slogan bile yok. Halk, civar mahallelerden, Hekimbaşı’ndan, Ümraniye’den, Yeni Mahalle’den, Çengelköy tarafından sel gibi akıyor. Öfkeden deliye dönmüş herkes.

O arada öfkenin nesnesi olan askerler, bir sokağın başını tutmuşlar. Elleri G3’lerinde. İfadeleri tuhaf, bomboş ve göz akları büyümüş. (Böyle anlarda en tehlikelisi, elinde silah olanların korkmasıdır.) Korkuyorlar. Onları sokağın içine doğru iteliyoruz, geri geliyorlar, tekrar iteliyoruz, tekrar geliyorlar. Aramızdaki görünmez ipin iki ucuna asılmışız gibi sanki. 

Belki anlamlı bir savaşta, çatışmada, yarım saat içinde birçok defa el değiştiren stratejik bir askeri nokta. Aslında anlamsız, saçma, darbecilerin kafalarının içi kadar boş bir alan işte! 

Didişmeyi trajik hale sokan ise şu: Orada o askerlerin içinde de, onları orada sıkıştıran kalabalıkta da aynı aileden insanların olabileceği. Ve daha trajik olanı şu olurdu… ki olmuştur mutlaka: bizim taraftan mesela bir teyzenin, elinde silah tutan o çocuklardan birine; “Oğlum! Ahmet, ne yapıyorsun oğlum, anneni mi vuracaksın!” diye bağırması… (Sonradan öğreneceğim, bizim Çengelköy’de bir teyze, kendilerini bizim kahvede toplayan binbaşıya öyle bağırıyor!)

On bir şehidin ardından bizim kahve. Çengelköy İskele Çınaraltı.. pic.twitter.com/AMcX0ChDqg
— Selahattin Yusuf (@selyusuf) 22 Temmuz 2016

Kalabalığın kontrolden çıkmaya başlaması, emrin geleceğini de haber veriyordu. Ve emir verildi. 

Hengamenin sol tarafından, benim tam olarak göremediğim bir noktadan havaya yaylım ateşi başladı. Görünüşte havaya; ama önümüzdeki adam neden düştü? (Gerisini anlatmasam olur mu? Hatta mümkün olsa da zihnimden o anları tamamen çıkarsam. Çünkü o anları çıkarmadan memleket üzerine, Türkiye üzerine sağlıklı düşünmemin imkanı yok! Önümüzde düşen o adamın ise hiç yok! İnşallah kurtulmuştur. Ama çok askerlerin hemen önündeydi, bilmiyorum. Bildiğim şey ise, vücuduyla buluşan o mermiyi mahşer günü bir rozet gibi yakasında taşıyor olacağı!)

G3’ün sesini askerlikten biliyorum, kullandım. Belki de unutmuşum, bilmiyorum. Ama o kadar büyük, ürkütücü ve afiyet kaçırıcı bir sesi var mıydı, o an emin olamadım. Kesinlikle çok sesli bir anlamı vardı benim için o yaylım ateşinin. 

Koca bir ülkenin, bu ülkenin yalınayak, yoksul, mağdur, hep ezilmiş ve hep tevekkül etmiş insanlarının müthiş kararlı direnişini esir almış, dar bir korkunun içinde hapsetmişti o ateş.

Kaçışmalar başlayınca Çengelköy tarafına doğru koştuk. Ara sokaklara girdik. Sonra tekrar yola inip Çengelköy’e doğru yola devam ettim. Gecenin başlangıcında ilk aldığım haber köprüydü. Kuleli meselesi aklımın ucundan geçmiyor. Askerler Beylerbeyi’nden geldiğine göre, Çengelköy’e kadar ilerleyebileceğimi düşündüm. Yani arada Kuleli Askeri Lisesi’nin olduğunu tamamen unutmuşum. Ya da kafam durmuş, bilemiyorum.

Mecburen tekrar geri döndüm. Bu defa Kavacık tarafına, köprüye çıkmak istiyorum. 

Ve unutamayacağım ikinci sahne! 

Sahil yolunun tek alternatifi olan yan yoldan ilerlerken, benzinliğin oraya iki yüz metre kadar kala, kalabalık bir grubun, mermi yağmurundan kaçtığını fark ediyorum. Ellerinde bayraklar, sel gibi akarak; “Kaç ateş ediliyor, geri dön!” diye bağırıyorlar bana. 

O korkunç gök gürültüsü, insanları iki yanımdan arkaya doğru sürüyor. Korkunç bağrışmalar, çoluk çocuk, kadınların çığlıkları, kıyamet. Benim hemen ilerimdeki birkaç aracın yan sokaklara dalıp ışıklarını söndürdüklerini fark ediyorum, ama ben geç kalıyorum o arada. Kalabalığın arkası kesiliyor çünkü ve arkalarından askerlerin sökün edeceğini tahmin ediyorum. 

Donup kalıyorum. Allah'tan kalabalığı daha fazla takip etmemişler. Belki de o sayede ben de kurtuluyorum kurşun yemekten. Fakat onlar geçtikten sonra ortalık birden tenhalaşıyor.

Sonra, olaylar başladıktan saatler sonraki ikinci uzun yolculuğum da böylece başlamış oluyor. 

Arabamı çevirmeden, ev yönünde basıyorum gaza. Ateş gelirse eğilirim, şu olur bu olur diye de düşünerek kendimi oyalıyorum ve neredeyse her kıvrımını ezbere bildiğim yoldan hızla ilerliyorum.

Askerlerin mevzilendikleri yerden, artık tamamen sakinleşmiş ve ıssızlaşmış o bölgeden geçerken içime bir korku düşüyor. "Bitti galiba bu iş" diyorum içimden. "Türkiye düştü! Memleketi bıçakladılar şerefsizler. Tuzağa düşürdüler ve boğdular."

Kavacık’a çıkan yolu tırmanırken bir yandan da meraktan ölüyorum. Neler olup bittiğini Twitter’dan bakmak, öğrenmek istiyorum. Sonra televizyon fikri daha cazip geliyor. Saat 04’e doğru eve girip televizyonu açıyorum ve o arada Twitter’a bir şey yazmadığımı, bu tarihi anda bir şey söylememiş olduğumu fark ediyorum. 

O ilk hengamede çektiğim videonun altına şunu yazıyorum:

Çengelköy yolu! Burada, halktan, gariban bir adam G3 mermisiyle yaralandı!” 


Çengelköy yolu! Burada hslktan, gariban bir çocuk G3 mermisiyle yaralandı! pic.twitter.com/dSb2r3WGG8
— Selahattin Yusuf (@selyusuf) 16 Temmuz 2016

Ve ardından şunu: 

“Türkiye’ye çatal dilini çıkaran bütün alçakların, artık sahiplerinden geri alınıp yargılanması gerekiyor!”

Türkiye'ye çatal dilini çıkaran bütün alçakların artık sahiplerinden geri alınıp yargılanması gerekiyor!
— Selahattin Yusuf (@selyusuf) 16 Temmuz 2016

Zihnim geçmişin ve geleceğin yoğunlaştırılmış bir anında, mengenede sıkışmış, ekrandaki alt yazıya bakakalıyorum: 

“Son Dakika: Erol Olçok ve oğlu hayatını kaybetti…”

Sonra… Yenge hanımla birlikte, sevgili Mahir Ünal ile birlikte eve geldiklerinde getirdiği hediyeye kadar yürüyüp bakıyorum rafta. Bir vazo. Güzel, varaklı, ince işçilik. Suskun, rafın ortasında, öylece duruyor. Bir çok hikayeyi anlatan ketumluğuyla, katılıp kalmış o da sanki. 

Gırtlağımda o yumruk, öylece dikiliyorum karşısında.

Sonra…




Sabahtan beri dönüp dönüp Erol abiyle yavrusunu "birleştiren" şu iğneye bakıyorum! 
Katilleri kahrolsun! Lanet olsun pic.twitter.com/WPU9b0xo7m

— Selahattin Yusuf (@selyusuf) 22 Temmuz 2016


Selahattin Yusuf, 22.07.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yolda
Selahattin Yusuf Yazıları





Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf  Beyefendi'ye, 'tamamen hür, tamamen geniş nefesler alarak' yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 15.04.2016



İlk yayınlandığı yer: Aktüel

https://selahattinyusuf.com/2016/07/22/o-gece-ne-oldu/

Seçkin Deniz Twitter Akışı