6 Şubat 2016 Cumartesi

SA2455/KY46-EE1: İlâhi Sinema

"Gerçi sinemayı Heidegger’den girip Mesnevi’den çıkarak kanırtılmış sözlerle ilahileştirenlerin, “sinema adamı” zannedilip bürokrasi tarafından ciddiye alındığını ve dev bütçeli organizasyonların başına getirildiğini de gördük biz bu ülkede."


Son günlerde gazete köşelerinde felsefe ve siyaset açısından sinemaya baktığını söyleyen yazılar okuyorum. Bazıları sinemayı göklere çıkararak, ulaşılmaz sırça köşklere oturtup, ilahî payeler veriyor. Bu tür tavırları, yazarın sade seyirci olmaktan öteye geçemediğinin göstergesi olarak kabul ediyorum.

Elbette sinema hem bir sanat, hem de düşüncenin ve bilginin iletiminde en etkin araçlardan birisi. Ama sinemanın siyaset ve felsefe ile olan ilişkisini bir makale ile özetlemek ise oldukça iddialı bir girişim. Yüzlerce örnek var, onlarca değişik bakış açıları var. Sinema sanatının kendi doğasından kaynaklanan sebeplerden dolayı birçok farklılıklar söz konusu. Üstelik böyle bir iddiada bulunabilmek için sadece bilet alıp film izlemeye gitmek yetmez, siyaset ve felsefenin etkisindeki dünyaya sinemanın içinden bakabilmek gerekir.


Ağız dolduran sinema övgülerinin, bu işin uzağındakileri etkileyen “dolgun” lafların, sinemanın içindeki insanlar için hiç bir kıymet-i harbiyesi de yoktur zaten. Gerçek sinemacının derdi, nasıl engelleri aşarım da filmimi yaparımdır. Hikayesi cebindedir ve sinema sanatını övmesine, göklere çıkarmasına ihtiyacı yoktur.


Gerçi sinemayı Heidegger’den girip Mesnevi’den çıkarak kanırtılmış sözlerle ilahileştirenlerin, “sinema adamı” zannedilip bürokrasi tarafından ciddiye alındığını ve dev bütçeli organizasyonların başına getirildiğini de gördük biz bu ülkede.


İyisi mi, sanal sorunlar ülkesinin ilahi sinemasından, insan sinemasına dönelim…



İLAHÎ SİNEMA
Fotoğraf: Federico Fellini / Orkestra Provası – Prova d’orchestra – Orchestra Rehearsal final scene

Bir filmi kurarken önce bir evren oluşturuyorsunuz, sonra da içerisine karşıtlıklar koyarak ona gerçeklik katıyorsunuz. Bu evren aslında sabah gözlerinizi açtığınız dünyadan pek de farklı değildir, çünkü karşıtlıklar ve neticesindeki çatışmalar aslında bizim hayatımızın da en büyük gerçekliğidir.

Bu yüzdendir ki; filmin kahramanları melekler bile olsa sinema çatışmalar sanatıdır. Film Mars’ta da geçse, olaylar Beyoğlu’nun arka sokaklarında da yaşansa, çatışma illâ ki olacaktır.


Aşk filmlerinin unutulmaz zengin kız, fakir oğlan çatışması halk arasında pek bir tutar. Ama eğer filminiz bilim-kurguysa, gezegenler veya alt edilmesi zor güçlerle savaşmak gibi çatışma unsurları serpiştirilir.


Sinema, günümüzdeki algısal işlevleri de göz önüne alınırsa, her karesi dahi politik olarak düşünülebilecek bir sanat. Ülkelerin savaşı, gezegenler arası hakimiyet savaşları oldu mu politik yön daha bir belirginleşir. Yok yok, bilim-kurgudan bahsediyorum diye aklınıza hemen Star Wars gelmesin. Politik yönü çok daha güçlü olan bilim kurgular var.


Tabii bu değerlendirme, sinemada nelerin politik sayılması gerektiği sorusunu da ister istemez akla getiriyor. Bu konuda ortaya çıkan fikir ayrılıkları da, siyasal düşünceler veya yaşam felsefelerinin farklılıklarından kaynaklanıyor elbette.


Sinemayı ve sinemacıları yekpare bir düzenin parçası olarak kabul ederseniz, "Hadi gençler siz de sinema yapın, kervana katılın!" derseniz yanlış bir mesaj vermiş olursunuz. Doğru mesaj; "Haydi sen de hikayeni anlat!" olmalıdır.


Sinemayı hayat gibi düşünmek gerekir. Her birey nasıl kendi hayatında, kendi gerçekliğini yaşıyorsa ve herkesin gerçekliği nasıl farklıysa, sinemanınki de öyledir. İşte bu farklılıktır sinemayı izlenir kılan. Sinemada politik ve felsefi olanı genellemeler yaparak verebilmek de bu yüzden zordur.


Amerikan sineması, Alman sineması, İran sineması gibi ayrımları bu yüzden önemsemiyorum. Ama mesela bir Wim Wenders sineması, Spielberg sineması, Fellini sineması, Metin Erksan sineması var benim için. Onlarca yönetmen sayabilirim sinema adına. Kısacası bir yönetmen vardır, bir de onun anlattığı öyküler.


Bu anlamda sinema, içeriden bakıldığı zaman tekildir, ulaşmak istediği yerin, hedefinin çoğul olması bu gerçeği değiştirmez. Zaten bu yapısal terslik sinemanın sosyal, felsefik ve politik yüzüyle insanlık var oldukça sürmesini sağlayacaktır. Belki tekniği ve teknolojileri değişebilir, ama sinema kıyamete kadar var olacak, insanla birlikte.


Ekrem Ergüder, 06.02.2016, İstanbul, Sonsuz Ark, Sinema-TV, Medya

Ekrem Ergüder Yazıları






 İlk Yayın Tarihi : 26.01.2016

Seçkin Deniz Twitter Akışı