14 Kasım 2015 Cumartesi

SA2038/KY27-ŞT28: Doğal Öğrenci Emile'den Türk Öğretmeni'nin Ruh Devrimi'ne...

Ziya Paşa’nın gerek Emile gibi bir öğrenciye ve gerekse Rousseau gibi bir öğreticiye sahip olamayışımıza eseflenerek çevirdiği kitap hakkında 1890 larda zamanın parlak hocalarından Selim Sabit Efendi ise ‘Eğer sansür izin verecek olursa Türk öğretmenlerinin zihninde büyük bir uyanıklık gerçekleşecektir’ diyordu.


Yıl 1870… Paşaların Paşası Ziya Paşa Cenevre’de… Kaldığı otelin geniş penceresinden Avrupa insanını izleyen paşa bir yandan da Rousseau’nun ‘Emile’ ini Türkçeye çeviriyor.

Baktığı pencerenin genişliğinde ne kadarını görebildiğini bilemediğimiz Cenevre sokaklarında günün modası halindeki ‘Emile’in Paris Parlamentosu'nun kararıyla Cenevre’den de sınır dışı edilişinin 108 yılı kutlanıyor…

1761 de yayınlanan ‘Yeni Heloise’ in uyandırdığı etkinin ardından 1762 de peşpeşe yayınlanan ‘Toplum Sözleşmesi’ ve ‘Emile’ in etkisiyle 108 yıl önce Rousseau’ya dar edilen Cenevre de bir Osmanlı Paşası'nın hem Rousseau’ya hem de Emile’e karşı duyduğu bu ilgi ne kadar düşündürücüdür…

Cenevre’den dönüşünden hemen sonra bir kısmını ‘Mecmua-i Ebuzziya’nın muhtelif sayılarında yayınlayan Paşa, Emile için şöyle söylüyor…

‘Bütün Avrupa dillerine çevrilen bu kitap, burada eğitim sistemini büsbütün değiştirmiş, 80-100 yıldan bu yana Avrupa ilerlemesine temel olmuş ve hâlâ Türkçeye çevrilmemiştir.’

Ziya Paşa’nın gerek Emile gibi bir öğrenciye ve gerekse Rousseau gibi bir öğreticiye sahip olamayışımıza eseflenerek çevirdiği kitap hakkında 1890 larda zamanın parlak hocalarından Selim Sabit Efendi ise ‘Eğer sansür izin verecek olursa Türk öğretmenlerinin zihninde büyük bir uyanıklık gerçekleşecektir’ diyordu.

1900’lerin ünlü hocalarından İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ise adeta Emile’i okuyarak zihni uyanıklığa ulaşmış bir Türk öğretmeni gibi üstüne bas basa ‘Rosuseau’nun Emile’iyle Vefa İdadisindeyken tanıştığını ve hayatında büyük bir ruh devrimine yol açan bu büyük eseri tam 51 kere okuduğunu.’ söyleyecekti…

Ve II. Meşrutiyet… Saltanat’ın elinden koparılan özgürlük parçası üzerinde Milaslı Avukat Gad Franjo ‘J.J.Rousseau’nun Terbiye Nazariyeleri’ adlı bir telif eser yayınlıyor ve onu 1931 de Ali Rıza Ülgener’in dört bölümlük eksik çevirisiyle, kitabın Türkçe baskısını Muallimler Birliğine tavsiye eden İhsan Sungu’nun önderliğinde 1943 yılında yayınlanan Ali Rıza Ülgener, Hilmi Ziya Ülken ve Selahattin Güzey tarafından yapılan çeviri ile yakın zamanda Babil Yayınlarınca yayınlanan Mehmet Baştürk ve Yavuz Kızılçim çevirisi izliyor.

50’li yıllara gelindiğinde zaman sanki de Selim Sabit Efendi’nin arzusunu gerçekleştirircesine ilerleyerek 1890 da ‘zihni uyanıklık’ içerisine girmesi arzu edilen ‘ruh devrimine’ uğramış sayısız Türk öğretmenini çıkarıyor ortaya…

Velhasıl bir kitap deyip geçmemek gerekiyor Rousseau’nun Emile’i için, zira bütün Avrupa da olduğu gibi ülkemizde de öyle bir Emile modası meydana geliyor ki; bazı zamanlar genel anlamda eğitim bir yana Türk Eğitim sisteminin problemleri konuşulurken bile İhsan Sungu Hoca’nın deyimiyle ‘İster eğitimin geçirdiği gelişim safhalarının doğrudan doğruya kaynaklarından okunması ve isterse Türk eğitim sistemindeki problemlerin anlaşılabilmesi için bile her şeyden önce bugün ki anlamıyla okul’un ve eğitim’in temellerinin dahi Emile’ ile atıldığının bilinmesi gerekiyordu…

EMRULLAH EFENDİ’NİN TÛBA AĞACI…
SATI BEY’İN PSİKOLOJİZM’İ…
ZİYA GÖKALP’İN ‘ŞAHSİYET’İ…

Rousseau’dan aldığı ilhamla çevirisini bitiren Ziya Paşa eğitim meselelerimiz üzerinde düşünürken Rousseau gibi bir ustanın yokluğundan yakınadursun Cumhuriyet dönemi bir yana Cumhuriyet öncesi dönemde de Osmanlı Aydınları arasında eğitim konusu oldukça geniş bir alan üzerinde ele alınıyor, Emrullah Efendi’den Satı Bey’e, Ziya Gökalp’tan M.Sabahattin-Prens Sabahattin Bey’e, Ethem Nejat’tan Feridun Vecdi Bey’e kadar birçok Osmanlı Aydını eğitim konusunda Rousseau’dan hiç de aşağı sayılamayacak fikirler serdediyorlardı…

Daha çok eskimeye yüz tutmuş Osmanlı Devlet yapısı ile birlikte ele alınarak geliştirilen bu fikirler genel olarak bir eleştiri üzerinde şekilleniyor, Osmanlı Aydınlarının Avrupa ile kurmuş oldukları temaslar neticesinde dile getirilen bir geri kalmışlık peşin peşin kabul edilerek, öncelikle bir yanda mektep bir yanda medrese şeklinde iki ayrı sistem dahilinde yürütülen klasik Osmanlı Eğitim Sistemi'nin değişmesi gerektiği üzerinde duruluyordu.

Dönemin aydınlarına göre medrese vakfiyeleri ile vakıf kurucularının şu yada bu şekilde bir serbesti içerisinde olmalarına rağmen geleneksel anlamda medrese sitemine göre yürütülen bir eğitim söz konusuydu ve eğitime dair bütün ortak değerler zümresi de şu yada bu şekilde yukarıdaki belirleyiciler tarafından düzenlenmekteydi ki, asıl sorunda buradan kaynaklanmaktaydı…

İslam’ın dini hükümlerine ve klasik Selçuklu-Osmanlı geleneğine göre yürütülen bu eğitimin en başta gelen problemi ise yeni bir gaye oluşturacak biçimde düzenlenmesine bağlıydı.

Eğitim üzerine ortalama bir eğitimciden çok bir devlet adamı ve hatta Osmanlı’nın maarif nazırı olarak düşünen Emrullah Efendi’ye göre ise, asıl mesele eskimiş olduğu iddia edilen bir sistemi eleştirmek ya da savunmaktan çok giderek kaybolmaya yüz tutmuş Osmanlı birliğini tesis etmek üzere nasıl bir eğitim verilmesi hususunda düşünmekle sınırlıydı…

Emrullah Efendi’ye göre eğitimin yegane amacı insandaki maddi ve manevi güçleri olgunluk derecesine çıkarmak olmalıydı ve insanın en tabii hürriyetlerini daha en başından öğrenebilmesi için de ister mektep de isterse medrese de olsun yürütülen bu eğitimin insan fıtratı ve hürriyet düşüncesi üzerinde şekillenmesi gerekiyordu.

‘İlim yukarıdan başlar’ diyordu Emrullah Efendi. ‘Fakat ben bu nazariyeyi söylediğim vakit mekatib-i ibtidaiyye ye ehemmeiyet vermeyeceğim manasında söylemedim. En ziyade oraya ehemmiyet vereceğim. Mekatib-i İbtidaiyye içindir ki ben eğitime yukarıdan başlıyorum…Evet şecere-i marifet şecere-i tûba gibidir, onun kökü yukarıdadır. Bugün tarih tedkik olunsun, bütün fünun meydana konsun; acaba ilm-i beşer nasıl terakki etmiştir?’

O’na göre eğitimin gelişim seyri öğretmenden öğrenciye, hayattan üniversiteye, üniversiteden liseye, yukarıdan aşağıya doğru seyretmelidir. Öğretmenin eylemi oldukça önemliydi Emrullah Efendi için, bir ülkedeki eğitimin en öncelikli amacı öğretmen yetiştirmede kendisini gösterir diye düşünüyor ve bu anlamda yüksek öğrenimde yatılılık politikasına tümden karşı çıkarak, yatılılık yerine bugünki öğrenci yurtlarının ilk uygulaması olan ‘Darü’t Tüllab’ ı öneriyor fakat öğretmen eğitimi hususunda yatılılığın devamını savunuyordu.

Türk Eğitim Sistemi'nde sonradan uygulanan birçok projede görüşlerinden izler bulunan Emrullah Efendi’nin öğretmenliği bir meslek olmaktan öte bir sınıf; bütün toplumu ve bilhassa köylü nüfusu aydınlatacak bir sınıf olarak tanımlamış olması ile Mekatib-i İbtidaiyye-ilköğretim’de parasız mecburi eğitim sistemini tıpkı ‘Suç işleyen insan nasıl zorla hapsediliyorsa, aynı anlamda zorla ilköğretime de alınmalıdır.’ diyerek savunması hayli ilginç ve düşündürücüdür…

Nitekim Rousseau’nun Emile’i karşısında Emrullah Efendi’nin Tûba Ağacı nazariyesi birçok anlamda alternatif bir eğitim metodundan izler taşıyor, ilköğretime ve öğretmene yönelik uygulamalarıyla da üzerinde fazlaca tartışılmamışta olsa özgün bir nazariyenin ilk örneğini teşkil ediyordu.

Emrullah Efendi’nin daha çok bir devlet adamı olarak ele alıp incelediği eğitim konusu Satı Bey tarafından sadece bir ‘telif işi’ olarak görülüyor, öğretmenlerin psikolojik ve sosyal hayatın lüzumu gereği psikoloji ve sosyoloji destekli bir eğitimle iştigal etmeleri gerektiği öne sürüyordu Satı Bey…

Emrullah Efendi’ye nazaran daha fazla bir Rousseau’cu metodla öne çıkan Satı Bey başka bir itirazını da Ziya Gökalp’in milli eğitim görüşüne karşı oluşuyla ortaya koyuyor, tamamen denge ve birleştirme esaslarına dayalı bir görüşle duygu ile aklı, disiplinle hareketi, samimiyetle ataklığı, ülkücülükle iktisatperverliği dengeli ve birleştirici bir eksende ele alan daha sakınımlı ve girift bir eğitim metodunu savunuyordu.

Türk eğitim tarihinin en büyük eleştirmenleri,nden ve itirazcılarından biri olarak tarif edebileceğimiz Satı Bey’e göre ‘Öğretmen hastaya ilaç veren doktor gibidir ve hiçbir zaman ölçüyü kaçırmamalıdır…Eğitim sadece ahlak ve duygu eğitimi nokta-i nazariyesinde milli olabilir ki, bu da eğitimin amacından ziyade bir bölümü sayılmalı ve her yönüyle milli bir eğitimden bahsetmek yerine hem milli hemde lâmilli bölümleri olan bir eğitim için çalışılmalıdır.’

Türk düşünce hayatında ‘Batıcı’ veya ‘Tanzimatçı’ olarak tarif edilen gurup içerisinde yer alan Satı Bey ‘Tekamül kanunlarını unutmayalım.’ diyordu ‘Unutmayalım ki, yüksek bir medeniyetle yan yana duran bir cemiyetin terakkisi, yalnız başına duran bir cemiyetin terakkisinden farklıdır. Bütün meyve ağaçları ilkin yabani bir haldedir. Şimdi yabani olanı tekemül ettirmeye lüzum yok, tekamül etmiş olanı almalıyız.’

Bu ‘Telif’e dayalı dengeli yaklaşımını zaman zaman ‘Batı’ lehinde değiştiren Satı Bey’in bize özel yabani ağacı tekamül ettirmektense, yan yana olduğumuzu öne sürdüğü yüksek –Batı- medeniyetinin tekamül etmiş yabancı meyveli ağacını böylesine bir arzu ile istemiş olmasına rağmen bütünüyle taklitçi bir Batıcılığı öne sürmediğini de eklemek gerekir. Çünkü ona göre yıllardan beri ‘Bir tûba ağacı gibi yönlendirilen eğitim neticesinde kökleri tutturulmadan etrafa yayılan bir ağaç misali kurutularak içi boşaltılan bir eğitim…’ söz konusuydu ve ‘…çürük bir tahsil-i ibtidaiyye isnad edecek bir tahsil hiçbir zaman alileşmeyip, hakiki bir zümre-i münevver için tûba ağacı gibi yetişmekten çok, tabii ağaçlar gibi yeşeren…’ bir metod gerekmekteydi.

Gerek Emrullah Efendi’nin ve gerekse satı bey’in kendi tenakuzlarını kendi bünyelerinde taşıyan görüşleri karşısında Fransız menşeli ‘medeniyetçi’ yaklaşımdan ziyade Alman ve İngiliz Anglosakson ‘kültürcülüğü’ne yakın duran Ziya Gökalp’in eğitim anlayışı ise Emile Durkheim kaynaklı ‘Sosyolojizm’ le Rousseau çıkışlı yaygın toplumsal eğitim görüşü üzerinde şekillenerek yeni başlayan milliyetçilik akımlarının izleğinde modern ve alternatif bir milli eğitim için ‘Türkçü’ tonları yüksek bir başka metoda dayanıyordu.

Bu anlamdaki bir eğitim anlayışını ‘Ferdin içtimaileştirilmesi’için en uygun araç olarak gören Ziya Gökalp’e göre ‘Modern toplumsal gelişim sonucunda ortaya çıkan zorunlu uzmanlaşma ve işbölümü- taksim-i amal- doğal olarak ferdin muhtariyetini doğurmuş ve çağın insanını ‘Şahsiyet’ haline getirmiştir…’Tam hakikati ancak ve ancak şahsiyetçilerin tamamlanmış gözleri görebilir, ferdiyetçilerin yarım gözü değil.’ diyen Ziya Gökalp terbiyeyi ise ‘Bir cemiyette yetişmiş bulunan fertlerin henüz yetişmeye başlayan nesillere o cemiyete has fikirleri ve duyguları aktarması.’ şeklinde tanımlamış ve ‘Hakiki fertlerin ancak milli fertler olabileceğini, diğerlerinin sadece dejenere olduklarını, terbiyenin gayesinin de milli fertler yetiştirmek olması gerektiğini, milli fertler yetiştirmeye dönük böyle bir çabanın da son tahlilde millet yapmak demeye geldiğini…’ öne sürmüştür.

Ziya Gökalp’i Rousseau’yla birleştiren en önemli hususu da bu terbiye noktasında aramak gerekmektedir. Çünkü çoklarınca medeniyet dışındaki kırlarda verilen bir eğitim olarak eleştirilen Rousseau tarzının Gökalp’te organize eğitim karşısında yaygın eğitim seçeneği ile belirginleşen ve sosyal vicdan yada yaygın amme duygusu için oldukça elverişli metodlar içeren bir yöntem olarak adlandırıldığı görülür.

Eğitim meselesine sosyal açıdan yaklaşmayı yeğleyen Gökalp, fertlerin eğitiminde psikolojik unsurlar yerine sosyolojik unsurların kullanılması gerektiğini öne sürmüş bu nedenle psikolojizmin temsilcisi Satı Bey’le uzun münakaşalara girişerek daha sosyolojik bir içeriğe sahip olduğunu düşündüğü Emrullah Efendi’nin ‘Tûba Ağacı’ nazariyesini kendi görüşüne daha yakın bulmuştur.


Kendisi, ferdiyetçiliğe karşı toplumculuğu savunuyor gözükse de, eğitim de Ziya Gökalp’in amacı şahsiyeti milli kültürle yoğrulmuş fertler yetiştirmektir. O Ferdiyetçiliği ikiye ayırır; Aşağı ferdiyetçilik (Fertçilik) ki, bunlar menfi şahsiyet peşindedirler. Oysa Yukarı ferdiyetçilik (Şahsiyetçilik) ki; Gökalp Almanya ve İngiltere de hakim olan bu yüksek ferdiyetçilik’ten yanadır…


Şahin Torun, 14.11.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları


Not: İki bölüm halinde hazırlanan ve 'J. J. Rousseau'nun 'Emile'i ya da Çocuk Eğitimi Üzerine ' başlıklı ilk bölümle başlayan bu inceleme tam metin olarak ''Türk Edebiyatı'' dergisinin ''Temmuz 2007'' sayısında yayınlanmıştır...

Seçkin Deniz Twitter Akışı