26 Mayıs 2015 Salı

SA1364/KY9-NK63: Medikal Onkoloji Kontrolüm Vardı

"Mazlum zulme uğrarken bir imtihandan geçiyorsa o zulme şahitlik eden bizler de imtihandan geçiyoruz., unutmamak lazım…"


Dün medikal onkoloji kontrollerim başladı… Bir gece önce Hacettepe’ye gitmek gözümde büyümüştü aslında, hele oruçluyken o yolu gidip dönmek tam bir azap gibi geliyordu. Erken kalkmak mecburiyetinde olduğum için hep son dakikalarını beklediğim sahuru da biraz erken yaptım. Afak da benim gibi sahura kadar uyumuyor. Komşular da bizim ayakta olduğumuzu biliyorlar ve gece çok güzel börekler yollamışlar Afak’la. 

Sabah mutfakta börekleri görünce çok sevindim, sahurda kaçırdık ama iftarda sofra bereketli aniden…

Geçen Ramazan’da birer gün atlayarak oruç tutmuştum, doktorlar, Diyanet Fetva Kurulu ve arkadaşlarımın etkisinde kalarak böyle yapmıştım. Çok pişmanım.

Bir de Taceddin Dergâhının önünde Hacettepe Umut Evi için el işi yapıp satan kanserli arkadaşlarım “Biz teşhis konulduktan sonra hiç oruç tutmadık, bağışıklık sistemimiz çöker diye korkuyoruz, sen de tutmamalısın” demişlerdi ki bunlardan ameliyatının üzerinden üç beş sene geçenler vardı ve o zamandan beri oruç tutmamışlardı…

Epey etki altında kalmışım demek ki… Çok ama çok üzgünüm geçen sene orucumu yaraladığım için. Bu sene “hastasın dikkat etmen lazım” türü cümlelere kulaklarımı tıkadım…

Hacettepe’ye gitmeden bir gece önce “Allah’ım işimi kolaylaştır.” diye dua ettim. Allah c.c duamı kabul etti.

Gidip dönünceye kadar kulaklarımda yalnızca şu kelimeler çınladı: “Sevabını Allah’tan umarak… Sevabını Allah’tan umarak…”

İşte o tek cümle beni Hacettepe’ye götürdü ve sonra da eve getirdi şükürler olsun.

Sonra bu cümlenin geçtiği ve aslında hemen herkesin bildiği o Hadis-i Şerifi buldum: "Kim iman ederek ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir.” Müthiş!

***

Medikal Onkoloji hemen ilk katta, içeri yine "Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi'l-hayr" duasıyla girdim. Bu dua her zaman rahatlatıyor, Allah’ın c.c yardımını hemen yanı başımda hissediyorum bu sayede…

Fakat o kesif koku yok mu, işte o genzimi yakan kokuya hiçbir zaman alışamayacağım galiba… Kendimi birden Patrick Süskin’din “Koku” romanındaki kokmayan fakat bütün kokulara karşı çok hassas olan muhteşem kahramanı (korkunç mu demeliydim) Granouille gibi hissediyorum… 

Üniversitenin ilk yılındaydım Koku’yu okuduğumda ve o zaman da kaldığım yurdun kokusu perişan ediyordu beni…

Her neyse Peygamberimize (aleyhisselatüvesselam) güzel kokunun neden sevdirildiğini şimdi daha çok anlayarak,  Rebul lavanta kolonyamı çıkarıp mendile döktüm ve onu koklayarak yürüdüm Kadri Hoca’mın odasına.

Yürürken etrafıma bakmaya başladım; her gelişimde birbirine benzer manzaralar görüyordum aslında, yalnızca yüzler değişiyordu o kadar…

Bir anne- baba artık son zamanlarını yaşadığı her halinden belli olan oğullarını tekerlekli sandalyede oradan oraya taşıyıp duruyorlardı. Oğulları yirmi beş yaşlarında gözüküyor. Belki daha küçüktür de kanser onu olduğundan yaşlı gösteriyordur bilemedim. Çocuğun gözlerindeki korkuyu, ebeveynlerin gözündeki acıyı tarif etmek imkânsız…

Kafamı başka yöne çeviriyorum bu acıyı daha fazla görmemek için…

Beri tarafta kemoterapide eşine refakat edebilmek için resmi yazı peşinde koşan bir adamcağız… Ankara dışından gelmişler… Çırpınıyor desem yeridir; hiçbir şeyden emin değil, yazıyı alabilecek mi, karısı iyileşecek mi, karısı kemoterapiye dayanabilecek mi?… aklında binlerce soru olduğu yüzünden ve her halinden okunuyor ve o koşturuyor durmadan…

Bir başka kadın kocasını tekerlekli sandalyede dolaştırıyor, kan aldırma sırasında, resmi evrakta birlikte bekliyoruz… Kadın çok ama çok yorgun ve bir o kadar da güçlü. Kısacık boyu ve minicik cüssesi ile o tekerlekli sandalyeyi nasıl da sürüyor… İnanılmaz... Adam tekerlekli sandalyeyi süren o minicik kadına minnet hisleriyle bakıyor, minnet ve çaresizlikle. … Belki geçmişi de sorguluyordur kim bilir, iyi bir koca mıydı, iyi bir baba mıydı? Haklara riayet etmiş miydi vs.

Bu sorulara ne cevap verirse versin o anda yaşadığı tek gerçek artık karısına muhtaç olduğu gerçeği ve bu da adama acı veriyor elbette… Geçmişte nasıl bir insan olursa olsun mecburen karısının dediklerini yapmak zorunda şimdi…

Gördüğüm, şahit olduğum ve olmadığım bütün hastalar için dua ettim, yürekten dua ettim… İnsanın acziyetinin hastalıkla ilanı ne kadar yürek burkucu…

Benim içinse dün her şey kolay oldu çok şükür. 

Atila’ya randevum olduğunu söylemedim, bu sefer tek başıma gitmek istiyordum çünkü.

Dilşad’a kontrolüm olduğunu söylemiştim ve o da gelmek istemişti, ama sebebini açıklayınca her zaman yardıma hazır olduğunu söyleyerek kabul etti gelmemeyi…

Bu hastane seferleri ne kadar sürecek bilmiyorum ama Allah c.c korusun tekerlekli sandalyeye düşmediğim müddetçe de yalnız gitmek istiyorum bundan böyle.

Onkoloji'ye yalnız gitmek tam bir azaptı aslında benim için. Bunu artık değiştirmek istiyorum; yalnız gitmek istiyorum, kimseye zahmet vermek istemiyorum. Bir de zaten bana refakat eden kim olursa olsun, onun her şeyinden mesul hissediyorum kendimi ve biraz yoruluyorum aslında. Acaba yoruldu mu, acıkmış mıdır, üşümüş müdür vs. bunları düşünerek yoruluyorum. Başarabilirsem yalnız gitmek çok daha iyi olacak inşallah…

Şimdi birden tekrar ilk kontrol zamanımı hatırladım; ameliyattan sonra ilk üç aylık dönem bitince ilk tahlillerimi de yaptırmıştım. Ve o ilk tahlil sonucunu almaya da Yağmur’la beraber gitmiştik. Kadri Hocam “Gözün aydın sonuçların temiz” dediğinde hıçkırarak ağlamıştım ve üzerimden ağır bir yük kalkmıştı.

Herkese telefon açtım, çığlık çığlığa sevinerek sonuçlarımın temiz çıktığını söylüyordum. Hatırlıyorum Figen duyar duymaz ağlamaya başlamıştı. Hakan ve Gökhan her şeyin bu sonuçla birlikte bittiğini sanıp hemen kutlama yapmamız gerektiğini söylemişlerdi… Atila, Afak, abim, kardeşim, arkadaşlarım, komşularım herkes ama herkes çok sevinmişti.

Sanıyorum bir gün sonraydı; üzerimden kalkan ağırlığın bin katının tekrar omuzlarıma bindiğini hissetmiştim o gün. Çünkü tümüyle biten bir şey yoktu aslında… Olmayacaktı…

Hayatım bundan sonra üç aylık dilimlere bölünecekti ve ben her seferinde acaba bu sefer ne olacak diye endişeyle bekleyecektim. O an bu ağırlığın altında ezilecek gibi olduğumu hissetmiştim.

Bu his hakikaten yaşamayan bir insanın anlayacağı türden bir şey değil… Artık hayatımın geri kalanında bir ayağım onkolojide olacaktı. Zor şeyler işte…

Şimdilerde zaman zaman taşıdığımı hissettiğim o ağırlığı, gerçekten taşıyabilmek için bundan sonra yalnız gitmek istiyorum… Değil mi ki Rabbimizin taşıyamayacağımız yükü bize yüklemeyeceğine dair taahhüttü var. Öyleyse bu işi yalnız da kotarabilirim bundan sonra.

Böyle düşünüyor ve bunu yapmayı istiyorum ama bir gün tahlil sonuçlarımı aldığımda, “yolunda gitmeyen bir şeyler” olduğunu duyarsam ne yapacağımı da bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum… Allah c.c büyük, o zaman da o duruma göre bir kolaylık verir inşallah ne diyim artık…


***

Odasına gittiğimde Kadri Hocam her zamanki mütebessim yüzüyle karşıladı beni, hemen sevgili kardeşim Doktor Bilgin Sait’i sordu; İstanbul’da özel bir hastanede işe başladığın söyleyince de çok mutlu oldu; “Bilgin hem çok iyi bir insan hem de iyi bir doktor, hastaları çok şanslı” dedi. Aynı şeyleri düşünüyorum Bilgin’le ilgili Allah c.c yolunu açık etsin her zaman.

Kadri Hocam tahlillerimi yazarken o esnada: “Hocam blog yazıyorum, kanserle olan yolculuğumu anlatıyorum, birlikte bir fotoğraf çektirebilir miyiz bloğa koymak için?” Diye sordum: “Blog mu yazıyorsun? Maşallah sana” diyerek hemen kabul etti. Bölüm sekreterliğinden birini çağırdı ve işte bu fotoğraf çekildi. Benim için çok güzel bir hatıra…



Ve sonra koşturmacam başladı. Koş kayıt yaptır, kan için sıra al, bir kat üste çık, Radyasyon Onkolojisi'ne koş, röntgen sırası al, röntgen çektir, bir daha kan almaya koş, saati bitmeden kan ver vs.

Bütün bunları yaparken hiç yorulmadım ama… “Sevabını Allah’tan umarak” her dakika yanımdaydı. Bitirdiğimde Zekiye’yi aradım, o da doktordaymış. Birkaç gündür rahatsızdı karşılıklı birbirimize rapor verip dua ile kapattık.

Pazar günü Zekiye ile birlikte iftarı yapmıştık. İftara kadar ikimiz de hafiften bayılacak gibi olduğumuz için Atila bize çakma pınar yaptı. Bir kabın içine soğuk su koyup içini de buzları doldurdu. Zekiye ile ben de o buzlu soğuk suyun içinde ellerimizi daldırıp daldırıp çıkardık ve gerçekten serinledik. Sonra da Jale’yi de yanımıza alarak çardağa inip çay içip sohbet ettik.

Sohbet ederken nasıl da her sene cümbür cemaat Göksu Park’a gidip iftar yaptığımıza şaşırdık. İkimiz de çok yorgunduk çünkü. Göksu’da iftara giderken epey hazırlık yapıyorduk, tabak, bardak, çatal, kaşık hazırla. Yemekleri son anda soğumadan servis yapılacak şekilde sıcak muhafaza et, iftar olur olmaz herkesin aynı anda orucunu açıp yemeğini yiyebilmesi için bütün gücünle koştur. Bizim için harikulade olan bu iftarlar aynı zamanda dostlarımızla buluşmamızın da güzel bir vesilesi oldu hep. Herkes her zaman mutlu ayrıldı o iftarlardan.

Ama bu sene gücüm yok, Zekiye’nin de öyle… Bakalım dostlarımızla cümbür cemaat nasıl iftar yapacağız… Üstelik bu sene Göksu’da birlikte iftar yapalım diye İstanbul’dan bile çağırdığımız arkadaşlarımız var, onlarla da inşallah Dergâhta iftar yaparız artık…

Şimdi Fevziye Kayseri’de, Emira da Bosna’da, bana yardım edecek de pek kimse yok yani… Zekiye’yle ben de yorgunuz… En iyisi davetlere icabet etmek; ilk gün Zeynep’le Murat çağırmıştı iftara gidemedik, ama hakkımız saklı biliyoruz, bekliyoruz:)

Belki Taceddin Dergâhı'nın huzurlu atmosferinde dostlarla birlikte iftar kısmet olur bu sene. Aslında Dilşad pazartesi vakıfta iftara davet etmişti ama Atila öğrencileri ile iftar yapacağı için gidemedik. Şimdi Cuma günü sonuçları alıp Kadri Hocama gösterdikten sonra Taceddin Dergâhı'na gitmeyi arzuluyoruz. Zekiye ile de konuştuk, bakalım kısmet artık.

Kadri Hocam ellerim ve ayaklarımdaki ağrıları, kınanın işe yarayıp yaramadığını sordu. Geçmediğini ama bitkisel terkip kullandığımı söyledim. Neticeyi o da merak ediyor.

Hastaneden döndükten sonra iftarı beklerken Fadime aradı, iki kat altta oturuyor dünya tatlısı komşum, belki gelirim dedim ama ayaklarım o kadar ağrıyordu ki iki kat inmeyi göze alamadım. Atila öğrencileri ile vedalaşacağı için onlarla son iftarlarını yapıyordu. Afak ’da iki gün arkadaşı Görkem’de kalıp onunla birlikte iftar yapacak. Tek başıma iftar hiç güzel olmasa da aşağı inemedim işte…

Birkaç saat sonra da çay için aradı Fadime, biraz zorlanarak da olsa indim fakat bu seferde yukarı çıkacakken adım atamadım. Bir süre Fadime’nin akupunktur noktalarına masaj yapan dikenli terliklerini giyindim, onun üzerine basmaya çalıştım ve neden sonra yukarı eve çıkabildim…


***

Şimdi bu satırları yazarken haberlerde Obama’nın Esad’ı kimyasal silah kullanmaması için uyardığı söyleniyor. Bunun “trajik bir hata” olacağını söylüyor adam. ABD’nin kendisi bu dünyanın başına gelen en büyük “trajik hata” bence… Midem bulandı birden, bir zalim başka bir zalimi zulüm yapmasın diye uyarıyor. Zulmü yalnızca ben yaparım diyor açıkça Obama, Irak’ta bir buçuk milyon insanı öldüren, on binlerce dul kadın ve yetim çocuk bırakan Amerika şimdi kendi halkını katleden bir caniye insanlık mı öğretecek?

Müslümanların içinde bulundukları durum nasıl da feci… En son Arakan’dan acı haberler geliyor, sosyetenin sevgi pıtırcığı öğretmenleri olan Budistler Müslümanları diri diri yakıyorlar Arakan’da. Ve bir takım insanlar basına servis edilen fotoğrafların Budistlerin Müslümanları yakma fotoğrafı değil, kendi ölü yakma ve deprem ertesi ölüleri toplama görüntüleri olduğunu söyleyerek meseleyi güya kendince “doğru analiz” etmiş oluyor. Aman ne önemli bir keşif…

Doğru habere yanlış fotoğraf servis edilince meselenin ehemmiyeti ortadan kalkıyor mu diye sorsan verecek cevapları yok.

Bir cani ailelerinden birini vahşice öldürse ve katilin o olaydaki değil başka bir olaydaki fotoğrafları delil olarak kullanılsa ne düşünürler acaba. Yok, bu fotoğraf yanlış katil burada başka bir şey yapıyormuş, konuyu biraz daha derinlemesine inceleyelim mi derler bu insanlar merak ediyorum. Katil katildir yahu…

Fotoğraflar da yanlış ya da doğru hiç umurumda değil  zaten. Dünyanın neresinde olursa olsun, tek bir mazlumdan bile haberim olsa kalbim dehşetle titriyor her zaman, ürperiyorum; biz bu zulümlerden haberdar olduktan sonra Allah’a nasıl hesap vereceğiz…

Kalbim kan ağlıyor, insanlığın Habil kutbundan olanlar da Kabil kutbundan olanlar da böylesi elemli hadiselerde kendilerini ortaya koyuyorlar aslında.

Yok, Arakan’da fotoğraflar gerçek değil, yok aslında Suriye’de başka bir şey var, Libya’yı siz bilmezsiniz, Afganistan bilmem kimin oyuncağı, ABD izin vermez, Çin ve Rusya’yla aramızı sıkı tutmak zorundayız vs.

Bu lafları duymak, durmadan menfaati önceleyen reel politikten dem vuranları dinlemek, şu taraftan ya da bu taraftan “analizci” ve “uzman” ların bitip tükenmek bilmeyen teorilerini dinlemek o kadar yoruyor ki beni anlatamam…

Bütün teorilerin canı cehenneme… Allah var ve Aziz ve Celil Olan O Allah’ın da bir muradı, bir planı var her zaman. Biz işte bütün bu teorilerin vs. üzerinde kalbimizi sağlam tutarsak; Allah’ın c.c murad ettiği tarafta durursak, haktan yana olursak, mazlumdan yana olursak, ölsek de dert değil.

Mazlum zulme uğrarken bir imtihandan geçiyorsa o zulme şahitlik eden bizler de imtihandan geçiyoruz., unutmamak lazım…

Neredeyse kırk derece sıcaklıkta oruçluyken hastaneye gidip gelmeyi başarı olarak görürken ben, dünyanın birçok yerinde kırk derece sıcakta zalimler ve hempaları yoksul evleri basıp, kadınları kaçırıyor, tecavüz ediyor, çocukları öldürüyor ve zulümlerine zulüm ekliyorlar.

Bunları artık gözlerimizle görürken, rahat bir koltuğa oturup uzatılan mikrofona teoriler sıralamak çok ahlâksızca geliyor. Sanki ölülerin üzerine basıp konuşuyorlar.

Bize hakkı ve sabrı hatırlatacak güzel insanlara ihtiyacımız var, hem de çok acil. Hakan her programında haktan ve adaletten yana olduğunu ve olmamız gerektiğini anlatabilmek için çırpınıyor. Hakan gibi olan daha çok vicdan sahibi insana ihtiyacımız var.

İnşallah ben ve sevdiğim herkes vicdanlılardan olur, her zaman mazlumdan yana olur ve bu manada hesabımızı kolay veririz. Bugünkü duam bu...


Neşe Kutlutaş, 26.05.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 25.07.2012)

Seçkin Deniz Twitter Akışı