4 Eylül 2014 Perşembe

SA869/FT27: Köklere Tutunmak; Benim Adım Gültepe

“Bugün Prime Time’da televizyon ekranlarında başlayan bir dizi, muhafazakar medyanın, sinema, tiyatro, televizyon, edebiyat gibi alanlardaki seçeneksizliğini, yetersizliğini, acizliğini daha net bir şekilde görmemizi sağladı.”


Sanat’ın incelik ve derinlik yüklü ruhunun, büyük bir sabır ve emek gerektirdiğini yeniden hatırlamak zorundayız. Zihinlerimize çakılan batı kökenli görsel ve işitsel implantlardan kurtulabilmemiz için, günlük, gündelik hazırkonuşluluğun yakıp kavurduğu hayatımızı daha anlamlı kılacak akışlar edinebilmemiz için, ülkemizin ve dünyamızın hızlıca çalkalandığı ve çatıştırıldığı bugünlerde sektörel kaygılardan kurtulup düşünmek zorundayız.

Bunu bu toprakların iki yüzyıllık zavallılığına başkaldırdığı bugün yapmak zorundayız; bizden daha fazlasını yapmamızı bekleyen masumlar adına, alın teri ile günü akşama döndüren işçiler, pazarcılar, esnaflar, memurlar, hatta sanayiciler, akademisyenler, siyasetçiler ve devlet adamları adına yapmak zorundayız.

Dinimizin, kültürümüzün, bireysel ruh dünyamızın, ailemizin ve büyük toplumumuzun, dünyanın bütün toplumlarının artık yok olmaya yüz tutmuş değerleri, her birimizin hayata yeniden tutunabilmesi için yeniden okunmak ve anlatılmak zorunda. Hepimiz için en iyi olanı Batı’nın üretebileceğine inanmaktan vazgeçmek zorundayız. Bizi yeniden doğuracak bir temele ihtiyacımız var. Bu temel de hiç kimsenin asla itiraz edemeyeceği bir temel olmak zorunda. Bu temel insan ve insana insan olma özelliğini kazandıran değerler bütünü.

Hangi dinden, hangi ırktan ve hangi kültürden olursa olsun insana dokunan, insanın içinde yol açıp o yoldan yürüyen ve her türlü fikirden, zikirden insanın içindeki çaresizlikten onay bulan herhangi bir ayrıntı insanı insan yapan temelin bir ayrıntısıdır.

Hiç kimse, alın terini çalan, insanları aşağılayan, aldatan, görev ve sorumluluklarını suistimal ederek etki alanındaki insanları istismar eden, ayrımcılık, iffetsizlik ve onursuzluk yapan insanlara karşı hoşgörülü olamaz. Her insan, hakkını arayan, insanları işleri, gelirleri ve kişisel özellikleri ile değil insan oldukları için değerli bulan, dürüst, istismarcı olmayan, dinini dayatmayan, denklikçi, iffetli ve onurlu insana saygı duyar.


İnsanların hayır diyemeyeceği, itiraz edemeyeceği modellere ihtiyacımız var. Bu modelleri iyi tanımlamalı ve insanlara iyi anlatmalıyız. Sinema ve televizyon, tiyatro, edebiyat,  internet ve basılı medya araçları bu modellerin en iyi yansıdığı alanlar ve biz bu alanları doğru kullanmak zorundayız.

Yeni Türkiye’den bahseden diğer herkesin de gerçekte beklediği bu büyük değişim. Bunun için çok iyi düşünmek zorundayız; üretmek zorundayız.  Bu toprakların damarlarına sinen ve ne yazık ki yok olmak üzere olan insanî değerleri yeniden inşa etmek zorundayız.

Batılı araçlarla zihinsel dokusu dağıtılmış bir ülkenin son on iki yıldır verdiği savaş hem yerel hem de küresel strateji merkezlerine karşı verilen bir savaştı. Bu halkın köklerine tutunma savaşıydı. İleri teknoloji ile donatılmış salonlarda her alandaki uzmanlarca üretilmiş senaryoların Hollywood’dan bütün dünyaya yayıldığı zavallı bir yüzyılı geride bırakmış olmak, ancak incelik ve derinlik yüklü bir ruhu, büyük bir emek ve sabırla inşa etmekle mümkün. Aksi halde hepimiz kibrimizin, birdenbire başımızdan aşağıya dökülen zenginliğimizin ve hem dinden hem de yasalardan kaçıp giden sınırsız özgürlüğümüzün iblisin kollarında son bulmasından kurtulamayacağız.

Geçmiş yüzyıl(lar)ın ahlak bekçisi İngiltere Kraliçesi (sadece 1997-2009 yılları arasında 10 milyar sterlinlik) yasadışı seks ve uyuşturucudan elde edilen ve bütçeye dahil edilen gelirden harçlığını almaya devam ediyor. Özgürlükler ülkesi Amerika Birleşik Devletleri 14 milyar dolarlık Porno Sektörünün gelirini bütçeye dahil etmeye çalışırken, İrlanda, İtalya gibi ülkeler seks işçiliğinden gelen gelirleri İngiltere gibi bütçelerine dahil etmiş durumda.

Almanya gibi Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkesi olan bir ülkede yaşlı insanlar çöpten yiyecek topluyor ve tek başlarına ölmeye mahkûm ediliyorlar.  İngiltere ve Fransa ‘Yeni Cinsiyet Teorisi’ adı altında insan ırkının erkek ve dişiden oluşan dengesini bozmayı yasallaştırmaya, ergenlik öncesi cinsiyet farkındalığını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Ahlak artık Batı’dan çekildi. Batı, ilkelerle ilişkisini kopararak bir hayvandan daha aşağıda olan standartsızlığı yasallaştırmaya çalışıyor.

Türkiye ve diğer Müslüman ülkeler daha ağır çekim bir rutinle Batı’nın ahlaksızlığını yaşarken büyük bir çelişki yaşıyorlar. Kafaları karışık; ‘Model Problemi’ binlerce yıllık sorunlardan daha ağır bir sorun olarak her an varlığını algılara dayatıyor. Bundan sonra ne olacak? Özellikle Türkiye, Hollywood artığı sinema ve televizyon dizileri ile yayıldığı Türk, Kürt, Arap, Fars ve Pakistan/Afganistan topraklarına insana ve dine ait, İslam’a ait iyilik, değerler ve modeller taşımıyor.

Bugün Prime Time’da televizyon ekranlarında başlayan bir dizi, muhafazakar medyanın, sinema, tiyatro, televizyon, edebiyat gibi alanlardaki seçeneksizliğini, yetersizliğini, acizliğini daha net bir şekilde görmemizi sağladı.

‘Yeşil Sinema’ adı altında yıllarca komlepks ve kişisel/grupsal  haz/tatmin üreten ve hemen hiçbir bireysel, sosyolojik, ekonomik, ideolojik, felsefî, dinî soruna yönelik çözüm teklifleri bulunmayan sinemacılarından, olmayan eleştirmenlerine, akademisyenlerine, düşünürlerine ve artık olan para babası işadamlarına ve medya patronlarına kadar herkes ‘Büyük Tüketim Açlığı’ ile Hollywood ve yerli şubelerinin ürettiği ‘ürünleri’ tüketmeye devam ediyor. Gökten bir sektör insin diye umuyorlar. Sanat’ın incelik ve derinlik yüklü ruhunun, büyük bir sabır ve emekle elde edilmesini değil de gökten zembille inmesini bekliyorlar. Bu büyük bir acı ve bu topluma yapılmış en büyük haksızlıklardan biri; ‘Umut Hırsızlığı’.


Zeynep Günay Tan’ın, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’den koşup gelen tanıdık kareleri ‘Benim Adım Gültepe’ dizisinin o çok doğal, çok iç içe, çok sempatik, çok vurgulu, çok katmanlı örgüsünü yaklaşık yetmiş dakika kesintisiz izlediğimde, aklıma ilk gelen şey bu ülkede direnişi, hakkı-hukuku, adalet arayışını, iffeti, sadakati, gelenekleri, Allah korkusunu hatırlatan seslerin henüz Müslüman muhafazakarlardan çıkamadığı gerçeğiydi. Ama Zeynep Günay Tan eksik olanı, herhangi bir ardıl sömürüye ihtiyaç duyurmadan bizim o eski mahallelerimizde yaşadığımız çelişkilerimizden yola çıkarak anlatmayı başarıyor. 

1982'de İzmir- Gültepe'den görünen duvarlara 'Bize Allah yeter!' yazdıran bir yönetmen muhafazakar mı? Evet; korumaya çalıştığı değerler, hepimizin hemen destekleyeceğimiz ve asla yok olmasını istemeyeceğimiz değerler. 


Kavgayı susarak- küserek engelleyen bir anlatım dilini, beden dilini hatırlatan; sesi sadece isyana devreden, sese sadece isyanı anlattıran; sonra diğer her şeyi sessizlikle, görüntülerle ve beden diliyle gözlerimizin, ruhumuzun içine sertçe itiveren bir anlatımı vardı Zeynep Günay Tan’ın ‘Benim Adım Gültepesi’nde.

Dakikalarca bir kadının ya da erkeğin ya da her ikisinin cinselliğinde gezinen kameralardan uzakta tutuyor kameralarını şimdilik bu muhafazakar yönetmen. Belki solcu, belki sadece insan. Ama herkesi eleştiren bir insan.

Yaşlılara yer veren gençleri görüntüleyen, birbirlerinin müşterilerini engellemeye çalışan kıskanç esnafları nesneleştiren ve eleştiren, şimdilerde çok da farklı olmayan benzerleri gibi, büyü ya da dini kullanarak insanları sömüren ahlaksızlara Allah korkusunu hatırlatan ve üretilen karakterleri birer modele dönüştüren ve her bir modelden bir toplumsal algı üreten bir yönetmene karakter özellikleri belirsizleşen bir topluma isyan ettiği için sadece teşekkür edilir; yaptığı işe saygı duyulur ve muhafazakar medyaya da şişirilen balonları patlatılmış yeni zengin mahdumlar olarak bakılır.


Senaryosu, müziği, kurgusu, görüntü kalitesi, kameraların hiç zaman yitirmeyen orantılı dansı bir yana jeneriği ve öyküye girişiyle kendine özgü kimliğini ilk bölümde temellendiren dizinin internet sitesinden aldığım verileri paylaşarak bu uzun konuyu burada noktalamak istiyorum.

Yapımını D Yapım’ın üstlendiği, yönetmenliğini Zeynep Günay Tan’ın yaptığı, senaryosunu Vural Yaşaroğlu’nun kaleme aldığı dizinin oyuncuları, Ayça Bingöl-Mete Horozoğlu, İlker Kızmaz, Ekin Koç, Evrim Alasya, Tolga Sarıtaş, Efe Akercan, Burak Dakak, Hasan Karsak, Şafak Başkaya, Özgür Özgülgün, Bige Önal, Oktay Daner, Selen Öztürk, Metehan Erdem, Numan Çakır, Necmettin Çobanoğlu, İskender Altın, Ali Altuğ, İlayda Alişan, Miray Akay. Dizinin ”Benim Adım Gültepe”nin çekimleri İzmir’de başladıktan sonra İstanbul’da devam edecek.  

 'Benim Adım Gültepe'nin konusu:

1980’li yıllar. İzmir’in Gültepe Semti.

Öyle bir semt ki Gültepe, her sokağı ayrı bir hikaye, ayrı bir yaşam mücadelesi, yürek burkan hayal kırıklıkları, umut arayışları, birbirleriyle çatışan aileler, yasak aşklar ve karşılıksız sevdalarla örülü. İşte tüm bu hikaye ve daha fazlasına, o mahallede yaşayan Seyfi, Gülali, Fevzi ve Murat adındaki dört yakın arkadaşın gözünden tanıklık edilecek. Gülümser (Ayça Bingöl) bu dört çocuktan Gülali’nin annesidir. Kocası hapishaneye düşen Gülümser, her şeye rağmen ayakları üzerinde durmaya, oğluna sahip çıkmaya çalışmaktadır. Ancak semtin yakışıklı ve bıçkın minibüs şoförü Halil ile yasak ve gizli bir aşk yaşamaktan da kaçamayacaktır. Halil de Gülümser’e aşıktır. Onunla bir hayat kurmak istemektedir. Eşref (Mete Horozoğlu) ise, mahallenin hem korkulan hem de saygı duyulan ağır abisidir.

Mahalle sakinlerinin yaşadıkları dönem, yer ve hayatla mücadelelerini bambaşka bir dille ekrana taşıyacak olan “Benim Adım Gültepe”nin ana kahramanlarından biri de, bizzat Gültepe’nin kendisi.



Faruk Tamer, 03.09.2014, Görsel Eleştiri- Visual Critique XL















Seçkin Deniz Twitter Akışı