28 Aralık 2013 Cumartesi

SA509/KY9-NK1: Siz Bir Avuç Korkaksınız!

“İçinde vicdanı da barındırması gereken ahlaksa, öyle değil tuhaf bir şekilde.”


Size bir şeyler anlatmaya yine gücüm yetmeyecek belki. Belki her zaman olduğu gibi gereğinden iki kat fazla bağırmam gerekecek beni duymanız için ve ben bu kez lüzumundan yüz kat fazla bağırmam gerekse bile haykıracağım yüzünüze!

Ve siz beni dinleyeceksiniz şimdi!

Siz ki en fazla bir epigrafı sonuna kadar okumaya dayanabilir, bir reklam spotunu tahammülle dinleyebilirsiniz ancak!

Ama şimdi beni dinleyeceksiniz!

Sonradan görmeliğin verdiği heyecan ve telaşı bir türlü üzerinizden atamamışsınızdır çoğunuz; bir de kitsch eşyalarla dolu evlerinizde adını söyleyemediğiniz yemekler yersiniz.

Hacı yağından G.Armani'ye terfi etmeniz zor olmamıştır bilirim; ama şalvarı çıkarmaya karar verdiğinizde giyindiğiniz Versace takımlar hep iğreti durdu üzerinizde. Yetersizliğin dibini bulduğunuz sohbetlerde adı bir yerlerden kulağınıza çalınmış Gandi'ye övgüler dizerken, o sıska, o çelimsiz ve dünyaya meydan okuyan o dev adamın Sarisini ölene dek hiç üzerinden çıkarmadığını bilmek hiçbir şey kazandırmadı size, tıpkı bildiğiniz ya da sahip olduğunuz şeylerin değersiz ruhunuza hiç bir şey katmadığı gibi.

Mevsimler sizin için o kadar da önemli değildir bunu da bilirim; yazın kavurucu sıcağı ve kışın dondurucu soğuğu ultra lüks klimalarınızı ayarlayan parmaklarınızın ucundadır nihayet...

Mevsimlerle ilgili bilmediğiniz şeylerdense ben söz edeceğim size!

Mesela yanınızda çalıştırdığınız bir kadının kendisine bir türlü zamanında ödemediğiniz üç kuruş maaşıyla evde hasta bekleyen çocuğuna ulaşmak için, karda kışta tipide dua ederek belediye otobüsü beklemesinin ne demek olduğunu bilmezsiniz siz!

İşinden, okulundan kovulmuş ve çalışmak için size sığınmış tesettürlü hanımlara asgari ücretten başka zırnık koklatmayan fırsatçılarsınız siz!

Ya da yazın otuz beş derece sıcakta üç kuruş dolmuş parasını boşuna harcamamak için işyerinden evine nasıl yanarak gittiğini bilmezsiniz siz!

YANARAK, anlıyor musunuz?

Ailenizden bir kadının birkaç saat keyifle alış veriş yapıp yorulması sizin mesuliyet sahanızdadır; buna hiç gelemezsiniz ama yanınızda çalıştırdığınız kadınların sabah 7'den akşam 9'a kadar canı çıkarcasına hırpalanması sizin için hiçbir mana ifade etmez. Görmezsiniz bile onları!

Ah! Ah! Batıda bir Müslümanın ayağına batan dikenin doğudaki bir Müslüman'ın canını acıtması ha?

Bunlar en kolayından asr-ı saadete havale edilebilir veya ertelenebilir şeylerdir ne de olsa değil mi?

Halet-i ruhiyeniz ve küçük hesaplarla dolu küçücük beyinleriniz ayak oyunlarına müsait bir mecradır ve tam da bu ayak oyunlarıdır kişiliğinize damgasını vuran!

Beyni ile yüreği ile ayakta kalmasını bilen, direnen, sorgulayan ve emeğin ne demek olduğunu cümle âleme ispat etmeye hazır, edeple mücehhez mütesettir bir kadını işe almaktansa rıza temelini çarpıtarak "iyilikleri için" onların evde oturmalarını telkin edersiniz gevezece.

O kadınların da böylesi laçkalaşmış, değerleri alt üst olmuş ve bir o kadar acımasız toplumda alın terleriyle helal para kazanma ihtiyaçları olabileceğine aldırmadan!

Onların yerine mesela, Helena Rubinstein müstahzarlarıyla üzerinizde sihirli bir hâkimiyet kurmaya çalışan ciğeri beş para etmez paçavralara avuç dolusu paralar ödersiniz!

Nedendir bilinmez, seve seve katlanırsınız bu hâkimiyete...

Yalnızca kadınlara karşı da değildir sizdeki bu karakter zafiyeti aslında; size ondan daha fazla kazandıracağını söylerse birisi en yakın "dost"unuzun kafasını koparmaya dünden hazırsınızdır hep.

Harcamayacaklarınız ise hep sırtlarından geçindiğiniz; karın tokluğuna çalışan, parada pulda gözü olmayan "bizim çocuklar"dır.

Sizin kadar şahsıyetsiz olan patroniçelerinizin de sizden hiçbir farkı yoktur bu konuda; onların da egolarını tatmin ve yetersizlik duygusuyla taktıkları vakko eşarplarının arkasına saklanmış niteliksiz kafaları hiç yabancı değildir bana.

Sağda solda dolaşırken cakayla İslam ahlakından bahsedersiniz gülünç olduğunuzu bilmeden.

Kapitalizmin kurallarına göre üretip tüketirken hangi İslam ahlakı Allah aşkına?

Siz ancak güç bela işe almaya razı olduğunuz bir insanı sosyal güvencenin adını bile anmadan nasıl bedava çalıştırabilirimin hesabını yaparsınız şişman parmaklarınızla!

Sizi suçlamıyorum aslında yalnızca hastalığınızın tanısını koyuyorum hanımlar ve beyler:

SİZ BİR AVUÇ KORKAKSINIZ!

Evet, siz bir avuç korkaksınız; gayretle ve alın teri ile aldığı ücreti hak etmeye çalışan birini "tehlikeli" diye size jurnalleyen asalaklara kulak verip, gerekçe bile göstermeden kapı dışarı edebilirsiniz.

Kim bilir belki o anda makam odanızda, ısmarladığınız yağlı dürümleri tıkınıyorsunuzdur ve dürüst bir insanın işten atılmasına tam da tıkınmaktan nefessiz kaldığınız bir anda bir baş işaretiyle onay vermişsinizdir.

Ah anlıyorum, yalakalar ve jurnalciler hep gereklidir sizlere; sizi siz yapan iğrençlikler korkak ve kimliksiz bedenlerinizi sarmalıdır bir zırh gibi.

Cesaretinizi ise bambaşka sahalarda kullanırsınız; Allah c.c rızası için başını örten, bu yüzden hâlâ okula alınmayan, işinden atılan kadınlara ilk sizin parmaklarınız sallanır.

Ama biz de biraz ileri gitmişizdir değil mi? Oysa biraz boyun eğmeli insan ve köprüyü geçene kadar ayıya...
Hayır, beyler ve hanımlar! Ne hayvanları başka bir isimle çağıracağım ne de köprünün başında inatla beklemekten vazgeçeceğim!

Orada bekleyeceğim!

Köprünün başında!

Köprüyü geçerken yaptığınız hokkabazlıklara kahkahalarla güleceğim; eğlendireceksiniz beni biliyor musunuz?

Ve tıpkı zavallı yaşlı bir palyaçonun sirkten atılmamak için ümitsizlikle en sıkı numaralarını yapıp yine de patronunu ikna edememesi nasıl mide bulantısına benzer bir his uyandırırsa insanda öyle midem bulanacak sizden de; belki de kusacağım suratlarınızın tam ortasına ve yüzleriniz yok olacak!

Ama bir şeyi hep bileceğim;

Onlar, yani Yazıcı Melekler,

Her an yazacaklar yaptıklarımızı

Sağ omzumuz ve sol omzumuza

Her an ve her şeyi!

Bunu unutmayacağım işte!

İğrenç entrikalarınızı unutsam bile...

Ne demiştiniz?

Sol omzunuzda bir ağırlık mı var?

                                                         ****
Bu yazıyı bundan tam on iki yıl önce yazdım. On iki yıl önce yazdım ama yazdıklarımın muhatapları çok daha güçlenerek var olmaya devam ettiler bu yıllar boyunca.

İktidar filan oldular mesela, yalnızca siyasi iktidardan bahsetmiyorum; bürokrasi, basın, sanat vs. neredeyse bütün bu alanların hepsinde güçlü bir iktidar kurmuş olan bir yığın korkak ve haysiyetsiz iğrenç numaralarını sergilemeye devam ediyor on yıllardır ne yazık ki.

Vicdan mı? Hak getire!

Paradoks gibi gözükse de hem şikayetçisi hem destekçisi olduğumuz ve dibine kadar gömüldüğümüz kapitalist sistem içinde satın alınabilir, takas edilebilir bir meta, mal cümlesinden olmadığı için sıfır değere sahip vicdan.

İçinde vicdanı da barındırması gereken ahlaksa, öyle değil tuhaf bir şekilde.

Onun “sözde” bir değeri var hâlâ. Öyle bir değer ki bu, içimden keşke hiç olmasa demek geliyor.

Hayatın bütün dilimlerinde aynı şekliyle olması gereken ahlak “iş ahlakı” “evlilik ahlakı” cart ahlak, curt ahlak diye bölük pörçük edilerek vicdan aklanmasına katkıda bulunan bir mal, bir meta adeta…

Öyle olunca da alıcısı da çok satıcısı da…

“Adalet için” oluk oluk kan akıtırken kedisinin başını okşayan, kendinden olanı ölümü pahasına koruyan The Godfather’ın Don Carleone’si de son derece ahlaklı bir adamdır bu manada mesela. “İş ve evlilik ahlakı” vardır adamda…

En yakın kız arkadaşlarımdan biri çalıştığı iş yerinde asgari ücretten bir gıdım fazla maaşla çalışıyor. Kafası çalışan, yaptığı her işe emek veren, çalışkan ve vicdanlı biri.

Patronunu tanıyorum, “ahlak” üzerine sabahlara kadar size diskur çekebilecek ama kendisinde ahlakın zerresi bulunmayan bir adam!

Ve ne yazık ki bu ahlaksızlığa maruz kalan yalnızca kız arkadaşım değil. Örnekler sayısız.

Vicdan zaten yok bu tayfada, birazcık vicdanları olsa ahlakı ağızlarına pelesenk ederek, işlerine gelmeyeni bir tekmeyle yol vermezlerdi.

Berbat püriten ahlakın bile onların ahlak anlayışı karşısında lüks kaldığı; kaşarlandıkça hissiyatsızlaşan fahişelerden farkları kalmayan bu adamlar, pragmatizmin göbeğinde göbek büyüterek vicdansız bir işgal hareketinin özneleri oldular şimdi.

Bu vicdansız işgal hareketi içinde, sizden istenilen işi, ağzınızı zinhar açmadan, el pençe divan durarak yaparsanız en iyi sizsiniz; en iyi “abla”, en iyi “ağabey”, en iyi “kardeş” hepsi sizsiniz.

Şöyle ucundan bucağından paranın “pa”sını telaffuz etmeye kalkarsanız her şey oraya kadardır. Orada bitersiniz!

Ama “fisebilillah” çalışmak diye de bir şey vardır değil mi? ama size de abla, abi, kardeş demişlerdir; bu yaptığınız olmuş mudur şimdi!

Yesinler sizin ahlakınızı!

Bir de sizin tek iş bulma ümidiniz olan bir alanda adınızı “bu var ya bu çok paragözdür”e çıkarırlarsa yandınız demektir.

Bu haysiyetsiz mahlûklara kalkıp da “sen bu işi fisebilillah” mı yapıyorsun ki benden bunu istiyorsun?” deme cüretini gösterenler derhal damgalanır.

Siz artık “biz” den değilsinizdir o dakikadan sonra. Köpek gibi de çemkirebilirler! Dikkat!

Amerikan pragmatizminin ve ucuzluğunun gölgesinde eğleşen bu güruh müthiş birer taklitçidir aynı zamanda. “Müslüman” taklidi yapmayı çok iyi becerirler mesela; sanatçı, politikacı, bürokrat, teknokrat taklitleri de fena değildir hani...

Ha bir de, Swarovski taşlı yatak örtüsüne hizmetçisinin terliği değdiği için, milyarlık yatak örtüsünü çöpe atıp, hizmetçisini de işten kovan “dindar kadın” taklidi yapanlar bulunur bunların arasında.

Kadını da, erkeği de birbirinden farksızdır velhasıl kelam…

Alev Alatlı’nın tabiriyle “karşılıklı hayranlık cemiyeti” kurup birbirlerini takdis etmeye bayılır içimi fena halde acıtan bu güruh.

Sormadan edemiyorum şimdi; bize kim ne zaman kakaladı bu mahlûkatı?

Bu kadar "paylaşımcı" hissedar, bu kadar "cömert" iş adamı, bu kadar "becerikli" programcı  bu kadar, "yetenekli" sanatçı yurdumun hangi dehlizlerinde gizleniyordu da iktidarla birlikte bir anda saklandıkları yerden çıkıp, kırk başlı yılan gibi işgal ettiler her yanı? Ne zaman? Nasıl?

Bu adamlar var ya bu adamlar, bir şeyi unutuyor!

Rızık Verenin Allah olduğunu, Allah’ın el Rezzak Adı ile rızkın kefili olduğunu unutuyor bu adamlar.
Varsın unutsunlar!

Gün gelir Semadan yükselen bir "Sayha" hatırlatır hepimize her şeyin aslını!

Başka ne deyim!

                                                           *******
Not: Bioenerji tedavimin gidişatından bahsedecektim ama hiç içimden gelmedi.
İşgal hareketi içerisinde bin türlü haksızlığa maruz kalan biri olarak bunları yazmak istedim sadece.
Çok şükür ki hesap günü var! Adaletli ve Aziz Olan Allah’a hamd olsun. Ve affetsin bizi yanıldığımız her bir şey için.

                                                           *******
Şüphesiz her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır!



Neşe Kutlutaş,  27. 12. 2013, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 11.10. 2012)




Seçkin Deniz Twitter Akışı