28 Temmuz 2013 Pazar

SA321/FT9: Sanatçı Baskısı ve İllüzyonist Terör

“Egemen sanat anlayışı ve bu anlayışla doktrine edilen sanatçı, iyi insan ve iyi toplum profili için çok tehlikeli...”


Sanatın ve sanatçının illüzyonist nitelikleri, gerçeği nesnel bir parlaklıkla gösterdiği gibi olduğundan  daha farklı, daha zıt gösterme gücüne sahipken, sanatı ve sanatçıyı ciddiye almamak, bir gün gerçeğin tersyüz edilmesine ve tersyüz edilmiş gerçekle ardışık felaketlere maruz kalınmasına kesinlikle neden olur. 

Görsel ve işitsel implantların, son yüz yıllık süre zarfında binlerce örnekle tersyüz edilmiş gerçek durumların oluşturduğu piskososyal sorunları tasarlayanlara ve üretenlere hizmet ettiğini, hükümetlerin bu sorunlara göre tavır aldığını, güçlü hükümetlerin bu sorunları yönlendirdiğini, güçsüz hükümetlerin de bu sorunlarla yönlendirildiğini artık herkes biliyor.

Medya, sinema, televizyon, tiyatro, edebiyat potansiyel oluşturma ve potansiyel enerjileri yönlendirmede çok etkin. Kitap okuma, sanat aktivitelerine izleyici olarak katılma gibi aydınlanma amaçlı yönlendirmelerin, sunulan ürünlerin içeriğine ve kalitesine dair uyarılar içermemesi tipik implant işlevlerinin insanların algılarının istenilen yönde aktif hale getirmek için kullanıldığını gösteriyor.

Bireyleri ve toplumları bir arada, birlikte ve özgüveni gelişmiş bir şekilde tutan, ahlak, din ve diğer sosyolojik değerler görsel ve işitsel implantlara gönderilen amaçlı uyarıların en  önemli hedefleridirler. Toplumları bu değerlerden uzaklaştırmak her türlü sanat faaliyetiyle kolayca mümkün.

Sanat, değerlerin kısıtladığı özgürlüklerin alanını genişletmek için kullanılan en temel paradigmaları içerir. İnsanların isteklerini hatırlatır, beklentilerini tatmin eder ve engellenmiş dürtülerini kışkırtır; sanatın ve sanatçının amacı da budur.

Değerlere saygı duyan ve değerleri sistematik bir şekilde sonraki nesillere aktarmayı amaçlayan toplum için sanat kaygısı, tarihin sessiz gölgelerinde can çekişirken, kışkırtmak ve değerleri yok etmek üzere konumlanan sanat için sanat güçlü bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden egemen sanat anlayışı ve bu anlayışla doktrine edilen sanatçı, iyi insan ve iyi toplum profili için çok tehlikeli.

Zamanlarının büyük çoğunluğunu sinemayla, televizyonla, internet medyasıyla geçiren toplulukların değer erozyonuna karşı dirençlerinin hızla azaldığı bir dünyada, aydınlanmış olmak, aydınlanmamış olanlara hor bakılmasına neden oluyor.

İlk büyük ayrışma haberdar olmak ayrıcalığı ile başlıyor ve toplum ayrışıyor. Diğerlerine göre daha farkında gibi duran bireylerin toplumu etkileme gücü artıyor ve bu durum tasarlanmış her türlü materyalin geometrik çarpanla medya ve sanat faaliyetlerinden uzak kalan insanların etkilenmesini sağlıyor.

Etki akışının medya ve sanat ürünleriyle kesintisiz olarak sürdüğü bu süreç sonunda, toplum, sanatla ilgilenen grupları kanaat önderi olarak kabul etmeye başlıyor. Sanatçının gücü, sanatçının aydın olduğu teziyle artıyor ve kalabalıkların aldatılmış algıları her türden saldırıya açık hale getiriliyor. Günümüz edilgen bireylerinin oluşturduğu üst tabaka, değerlerine bağlı kalmak için direnenlerin üstünde sanatçı baskısı uygulayarak, haksız bir algı yönetimine aracılık ediyorlar.

Sanatçının kimliği, kişiliği, inançları, siyasî düşünceleri sınanmamış bir katılıkla toplumun değerleri üzerinde baskı oluşturunca, toplumdaki ayrışma refleksleri de artıyor. Türkiye’de ve Dünya’da sanat ve sanatçı, belirli kliklerin, özel olarak tamamen ahlak dışı, din dışı teorilerle insanları etkilemeye çalışan güç merkezleri neredeyse bir tek gücün, masonik gücün etkisi altında.

Masonluktan ayrıldığını ifade eden  ünlü müzisyen, söz yazarı ve besteci 73 yaşındaki Özdemir Erdoğan masonik gücün etkisini ve kuşattığı alanı şöyle anlatıyor:

“Gençlik yıllarımda ‘Sanatçının arkasında iyi bir lobi olmazsa albümleri ilgi görmez, el üstünde tutulmaz’ diye düşünürdüm. Ve bu yüzden mason localarıyla ilişkim oldu, dernek toplantılarına katıldım ve o insanlarla aynı ortamı paylaştım. Sanat felsefem geliştikçe de gerçek sanatçının hiçbir yere bir mensubiyetinin olamayacağına kanaat getirdim ve locayla yollarımı ayırdım. Çünkü ben gerçek sanatçıysam sadece masonik düşüncelere sahip olamam. Yollarım ayrılınca da lobi desteğim bir anda kesildi. Yani kendi kolumu kestim bir anlamda... İnsanlar bana ‘Özdemir, bizle yollarını ayırmışsın biz de ona göre hareket edeceğiz.’ dediler. Beni bir köşeye ittiler ve izole ettiler. Üst düzey bir TRT yöneticisi “Özdemir Erdoğan sen ne yaptın? Locadan ayrılmasaydın seni TRT Müzik Dairesi’nin başına getirecektik. Ama artık çok geç, dedi.”

Sanatın ve sanatçının bağımsız ve özgür karakteri kliklerin etkisi altında iken üretilen eserlerin sanat olma özelliği ortadan kalkar; sanat ideolojik savaşların en temel aracı hâline gelir. 18, 19 ve 20. Yüzyıllarda sanat ve sanatçı çevreleri köklü bir yapılanmayla tarihi değiştirecek güce ulaştıklarında ana hedefleri için, her türlü dinî ve ahlakî değerin tedrici olarak zayıflatılması ve insanların zihinlerinden uzaklaştırılması  için çalıştılar ve başarılı oldular. Günümüz insanının iyilik konseptinde bir hayat algısının oluşmamasının en temel nedeni de bu. Masonların, din aleyhinde halka verilmesi gereken telkini ise şöyle ifade edilir: "Halk olumlu bilim ve akıl ile eğitilirse, aydınlatılırsa, dinlerin boş inançları kendi kendine yıkılır." (Mimar Sinan, 1982 S.44 sf.14)

Sanat ve sanatı üreten sanatçının bireyler ve toplumlar üzerinde kurdukları baskı, bireylerin ve toplumların duyarlılıklarını yok etmek ya da yeniden dizayn etmek üzere kurgulanmaktadır. Suriye ve Mısır’da, dünyanın geri kalanında yüzbinlerce insan ölürken ya da hayat alanlarını yitirirken, dünya büyük bir kaosta iken insanların , Island Def Jam Music Group tarafından keşfedilen 19 yaşındaki Kanadalı pop şarkıcısı Justin Drew Bieber’e odaklanmaları, adını Twitter gibi en aktif sosyal medya portalında trend topic yapmaları bu tarz implant operasyonlarından biridir.

Universal Music Group’a bağlı  Island Def Jam Music Group şirketinin en önemli sanatçılarından bazıları, Justin Bieber, Beyoncé, Mariah Carey, Sum 41, Bon Jovi, Jay-Z, Jon McLaughlin, Ludacris, Kanye West, Def Leppard, The Killers, Melissa Etheridge, Anastacia, Rihanna, Amerie, Utada, En Derin, Fall Out Boy, Jermaine Dupri, Nas, Willy Northpole, Jagged Edge, Robert Cray, Sponge, The-Dream, Hoobastank, Saliva, Portishead, Ne-Yo, Young Jeezy, 9th Ward, Ace Hood, Trinidad James ve The Rocket Summer gibi Amerikalı ve Avrupalı toplumları etkileyen ünlü isimlerdir.

Hollywood kökenli film ve müzik endüstrisinin, kısaca sanat aktivitelerini koordine eden  şirketlerin sahipliklerinin siyonist/masonik/neocon özellikleri kuşkusuzdur. Mel Gibson’ın İsa’nın Çilesi’ni çektikten sonra yaşadığı yalnızlık bunun en açık örneklerinden biridir.

Bireyler ve toplumlar üzerindeki sanatçı baskısı masonik ideoloji konseptinde irdelendiğinde de aslında sanatçı üzerinde de toplumu etkilemek için bir baskı oluşturulduğu fark edilecektir. Kliklerin talimatına uymayan sanatçıların yalnızlaştırılması ve gündem dışına itilmesi sıradan birkaç tehdit ayrıntısıdır.

31 Mayıs 2013’te gerilimin zirvesine ulaşan ve sonrasında devam eden Gezi Parkı eylemlerinde de sanatçılar üzerinde oluşturulan hükümet karşıtı baskının köklerinde masonik güç vardı. 11 yıllık iktidar döneminde kendi sanat algısını oluşturma becerisi geliştiremeyen iktidar partisi, bunun bedelini, cumhuriyet mitinglerinde, ergenekon ve balyoz yargılamalarında, zaman zaman ödese de gerekli ve zorunlu dersleri çıkaramadı. Sanatı ve sanatçıyı mason localarının tehditlerinden kurtaramadı.

Gezi Parkı’nda  ve öncesinde Emek Sineması’nın  taşınmasında, üç yüzden fazla sanatçının masonik kliğin etkisiyle açıklama yapmaları,  tiyatro, sinema ve  dizi oyuncularının Twitter üzerinden toplumu kışkırtması, hükümeti görev yapamaz hâle getirerek Başbakan’ı istifaya zorlamaya çalışması, hem yerel hem de küresel organizasyonların sanatı ve sanatçıları kullanarak nasıl bir baskı oluşturduklarına dair kontrollü bir süreç örneği olarak gösterilebilir.

Gezi Parkı Eylemlerinin 17. gününde aralarında Zafer Algöz, Meltem Cumbul, Rıza Kocaoğlu, Sermiyan Midyat, Barış Falay, Nail Kırmızıgül, Sarp Apak, Levent Sarpoğlu'nun da bulunduğu çok sayıda sinema ve tiyatro oyuncusu Gezi Parkı merdivenlerinde bir basın açıklaması yapmışlar, sonrada 'Her yer Taksim, her yer direniş ' şeklinde slogan atarak parka geri dönmüşlerdi.

Açıklamayı grup adına ünlü oyuncu Meltem Cumbul okumuştu:

"Gezi Parkı eylemlerinin 17. günündeyiz. Görüşmeler Gezi Parkı eylemcilerinin meşru temsilcilerini de kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu gelişmeyi umut verici bir adım olarak değerlendiriyoruz. Diyaloğun sağlıklı bir şekilde giderilmesi için endişelerimizin giderilmesini bekliyoruz. Ülke genelinde polis şiddeti hala daha devam ediyor. Başından beri barışçıl eylemlerini büyük bir inanç, dirayet ve demokratik olgunlukla sergileyen Gezi eylemcileri halen müdahale tehditi altında kalıyor. Görüşmelerin devam edilebilmesi ve eylemciler tarafından sağlıklı bir şekilde tartışılabilmesi için Gezi Parkı'na herhangi bir müdahale yapılmamalıdır. Türkiye'nin dört bir yanında Gezi Parkı için sokağa çıkan binlerce insana karşı uygulanan polis şiddeti sona erdirilmelidir. Eylemlerin başından itibaren gözaltına alınan bütün eylemciler serbest bırakılmalıdır. Diyaloğun sürmesini, polis şiddetinin sona ermesini ve müdahale tehdidine son verilmesini talep ediyoruz. Bugünkü gelişmeler çok olumlu, umarım bu her zaman devam eder."

Gezi Parkı Eylemlerinin terör eylemlerine dönüşmesi, polisin toplumun  güvenlik ihtiyacına cevap vermesini gerektiren yasal zorunlulukları doğurmuş ve bunun sonucunda iktidar, polisin görevini yapması emrini vermişti. Oluşan terör, hiçbir AB ülkesinde ve ABD’de  normal karşılanmadığı , şiddetle engellendiği halde kışkırtılan ve yönlendirilen eylemcilere uygulanan standart prosedür ‘Polis Şiddeti’ olarak lanse edilmek isteniyor ve bunun üzerinden hükümet ve Başbakan diktatör konumuna oturtulmak isteniyordu. Sanatçılar tetikçi birer unsur olarak dindar bir nesil yetiştirmek isteyen Başbakan’ı istifaya zorluyorlardı. Eylemlerin amacı hükümeti devirmekti.

Ünlü pop sanatçısı Ajda Pekkan, sanatçılar üzerinde oluşturulan baskıyı anlatacaktı:  "Gezi Parkı'nda yaşananlarla ilgili tavır almayan sanatçılar neredeyse linç edilecek. Ben tavır almak kadar tavır almadım da. 'Gezi Parkı korunsun' demek kadar, 'Topçu Kışlası yapılsın' demenin de demokratik bir hak olduğunu düşünüyorum. Bu saatten sonra gidip orada görünmek ve poz vermenin de çok samimi olacağını düşünmüyorum."

Ünlü rock sanatçısı Haluk Levent, Taksim'de başlayan, yurt geneline yayılan olayları üzüntüyle izlediğini belirtmiş, meselenin çözümünün sokaklarda değil demokratik bir şekilde olması gerektiğini vurgulayarak, "Seçimle gelen seçimle gitmeli. Kavganın cadde ve sokaklarda değil, seçim günü sandıkta verilmesi gerekir. Bu yüzden de polis ile halkımızı sağduyuya davet ediyorum" demişti.

Geçmişte Ak Parti iktidarına verdiği destek yüzünden eleştirilen Sezen Aksu, Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan eylemler, terör ve polis şiddeti ile ilgili resmi sitesinden bir açıklama yayınlamıştı:

"Uygar dünyada, kent üzerinde yapılacak köklü değişiklikler söz konusu olduğunda, yönetimin, karar sürecine kentin tüm paydaşlarını dahil etmesi ve uzlaşı araması toplumsal barışın kalıcılığı açısından vazgeçilmez bir yöntem halini almıştır.  Yönetimin uzlaşı aramak ve dinleme olgunluğunu gösterip birlikte çözüm bulmak yerine, sahip olduğu güç ile vatandaşına şiddet uygulamasını, demokrasiyi ve yıllardır ihtiyacını duyduğumuz toplumsal barışı temelinden zedeleyen ve bizi uygar olmaktan gittikçe uzaklaştıran bir yol olduğuna dikkat çekerek, tüm erk sahiplerini aklıselime ve vicdanlı olmaya davet ediyorum."

Tiyatrocu Yılmaz Erdoğan, “Polis zoruyla elde edilen geçici ’sükunet’ kalıcı, toplumsal barış ve huzur getirmedi, getirmiyor, getirmeyecek.” derken, ressam Bedri Baykam, “Çarşı, Genç FB, 12.adam, ultraslan el ele sahaya, Gezi Parkına şimdi! 25 yıldır anlattım, herhalde artık inanmışsınızdır: "Türbana özgürlük" diye hergün gündemi sarsanlar, özlerinde hep özgürlük düşmanı oldular!” diyerek toplumu kışkırtmaya ve tasnif etmeye devam etmiş, oyuncu Nurgül Yeşilçay “Hadi aksam gezi parkına. Onlar durmuyorsa biz de durmayalım!” tweetleriyle sanatçı baskısını sürdürmüştü.

Gazetelere 'Kaygılıyız' ilanı veren edebiyatçı, oyuncu ve şarkıcı sanatçılar, kendi sanatlarının ürettiği bir sonuç olarak ortaya çıkan toplumsal atmosferden şikayetçi olurken çelişki içindelerdi. Kendi sanatlarıyla değil, ait oldukları masonik yapının doğal katkıları ile sanatçı olan; darbelere, soygunlara, teröre ilişkin kaygı giderici eser üretmeyerek, toplumu inandıkları yüzünden ürettikleri sanat ve sanatçı baskısıyla, eleştiren, aşağılayan ve dinsizleştirmeye çalışan sanatçılar şimdi yaşadıkları toplumu ve temsilcilerini eleştiriyorlardı. Her şey onların eseriydi ve şimdi kendilerine yönelen eleştirileri hazmedemiyorlardı:

“Sanat, hayatımızı diri tutan, bizi acılarımızdan arındıran, soluk almamızı sağlayan nefes borumuzdur. Bu ülkenin toplumsal değerlerine, acılarına her zaman yakın durmuş, sorunlarını gözlemlemiş, bu uğurda acılar çekmiş sanatçılar olarak diyoruz ki; Ortada yine bir öfke ve nefret kokusu var. Sanatçı ve sanatçıyı değersizleştirme, hedef gösterme, itibarsızlaştırma, suçlama, baskı altına alma girişimleri olanca hızıyla sürüp gidiyor. “Ayaklar baş oldu” sözünü sakınmadan söylenen dil, topluma nefret tohumları ekiyor. “Siz ve biz” söylemi toplumsal kutuplaşmayı keskinleştiriyor. Aşağıda imzası bulunan sanatçılar olarak, toplumda yeni mağduriyetler yaşanmaması için nefret dilinin sona ermesini, sanatçıların ve sanat eserlerinin hedef gösterilmemesini ve toplum üzerindeki baskıların kaldırılmasını istiyoruz.”

Siz ve biz ayrımını bütün eserlerinde özellikle tasarlayarak toplumun zihnine entegre edenler, kaybetmeye başladıkları itibarı ve rantı koruma kaygısıyla siz ve biz ayrımcılığından şikayet etmeye başlayan elit kesimdi.. İlanda imzası bulunan sanatçılar Türkiye'nin son kırk yılını an an dolduran isimlerdi:

Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Ara Güler, Orhan Pamuk, Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say, Ferzan Özpetek, Murathan Mungan, Ayşe Kulin, Sırrı Süreyya Önder, Halit Kıvanç, Tarık Akan, Elif Şafak, Emrah Serbes, Haldun Dormen, Filiz-Fikret Otyam, Ahmet Ümit, Halit Ergenç, Rutkay Aziz, Çetin Tekindor, Okan Bayülgen, Serra Yılmaz, Volkan Konak, Ayfer Tunç, Nebil Özgentürk, Yavuz Bingöl, Sunay Akın, Haluk Bilginer, Can Dündar, Erdal Beşikçioğlu, Ataol Behramoğlu, Cahit Berkay, Levent Üzümcü, Devrim Erbil, Selçuk Yöntem, Vedat Sakman, Erol Demiröz, Mustafa Alabora, Zeynep Oral, Gürer Aykal, Latife Tekin, Halil Ergün, Ece Temelkuran, Derya Köroğlu, Müge İplikçi, Edip Akbayram, Cihan Ünal, Müjde Ar, Ferhan Şensoy, Leyla Erbil, Onur Akın, Ahmet Telli, Bejan Matur, Metin Üstündağ, Yılmaz Odabaşı, Zeki Alasya, Mehmet Aksoy, Ahmet Say, Müjdat Gezen, Demet Akbağ, Yüksel Aksu, Ferhan-Ferzan Önder, Gülsin Onay, Leman Sam, Musa Kart, Kürşat Başar, Ahmet Güneştekin, Menderes Samancılar, Sermiyan Midyat, Ercan Kesal, Bulutsuzluk Özlemi, Ömer Faruk Sorak, Musa Eroğlu, Osman Şahin, Harun Tekin, Kardeş Türküler (BGST), Kudsi Ergüner, Duman, Bedri Koraman, Nejat İşler, İdil Biret.

Bu isimlerin içinde mason olmadığı için mason olan Zeki Alasya'dan ayrılan Metin Akpınar yoktu. Gezi parkı eylemleri sürecinde aktif rol alan Şafak Sezer, Haziran ayında meydana gelen olaylarda Barbaros Bulvarı'nda yönlendirdiği grupla yolu trafiğe kapatmış ve sosyal medyada kahraman ilan edilmişti. Ünlü oyuncu Şafak Sezer, daha sonra Başbakan’dan özür dilemişti. Kendisine gelen eleştirilere Twitter'dan cevap vermişti: “Bir insanı sevmek döneklikse Ben Başbakanımı seviyorum. Ne AK Partiden anlarım ne de siyasetten... Kişileri sevmek emek ister”

Herhangi otuz kişinin oluşturamayacağı etki, sanatçı kisvesi altında altına imza atılan metnin Türkiye Başbakanı’nı tepki vermeye zorlamasıyla mümkün olabildi.  Herhangi otuz kişiden farklı olan bu otuz kişinin ortak özellikleri sanatla meşgul olmalarıydı; yani zorunlu ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer almayan mesleklerle meşgul kişilerdi; mesela fırıncı değillerdi. Buna karşılık sırf yaptıkları işin gücü, onları ciddiye alınır yapıyordu.

Sanat minapülatif illüzyonlarla imaj bozunumları sağladığı gibi, imaj kreasyonları da üretebiliyordu. Erdoğan portresi, diktatör imajına dönüştürülecek bir sanat nesnesi olarak önlerinde bir engeldi sadece. Hitler benzeştirmeleri, polis şiddeti ve denenmiş kara gömlekliler klasöründe üretilen eli satırlı-palalı imajlar, eli sopalı saldırganlar ciddî bir organizasyonun sonucuydu.

Gerçeğin nasıl göründüğü değil, nasıl gösterildiği önemli olduğundan özgüvenlerine sürekli hizmet eden sanatçı kibri, bu anlamda yaşadığı ülkeye ve dünyaya ezilen insanların temsilcisi olarak görünen bir liderden diktatör çıkaramayacaklarını fark etmelerine engel olmuştu. 

Basit sinematografik hilelerle ya da kostümlerle Erdoğan’dan diktatör çıkaramamış olmaları binlerce ünlü ismi barındıran Avrupa ve Amerikan ana akım sinemasından ve sanat dünyasından ikna edebildikleri insanlar artık unutulmaya yüz tutmuş, son bir umutla değerli bir iş yapma hırsıyla küstahça bir mektubun altına imzalarını atmışlardı. Amaç açıktı; sanatçı baskısı ile imaj bozunması sağlamak ve Başbakanı polis şiddeti dolayısıyla uluslararası kurumların hedefi hâline getirmekti

Sanat ve Sanatçı Baskısı, kaynakları ve nedenleri dikkate alındığında en düşük seviyede olan bu marjinal grubun mektubu ve içerdiği seviyesiz tehditler şöyleydi:

Bay Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Başbakanı
Ankara, Türkiye. Temmuz 2013
Sayın Bay Erdoğan,

Aşağıda imzası olanlar, bu mektubu sizin polis güçlerinizin İstanbul’da Taksim Meydanı ve Gezi Parkı ile Türkiye’nin diğer büyük şehirlerindeki barışçı gösterileri, Türk Tabipler Birliği’nin verilerine göre beş kişinin ölmesi 11 kişinin ayrım göstermeksizin biber gazı kullanımı nedeniyle gözünü kaybetmesi ve 8 binden fazla kişinin yaralanmasına neden olacak biçimde, zalimce bastırmasını en güçlü şekilde kınamak amacıyla yazıyoruz. Ancak, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın benzersiz bir şiddet kullanımıyla boşaltılmasından sadece günler sonra, tek suçları sizin diktatoryal yönetimine karşı çıkmak olan bu beş ölüye aldırmadan, İstanbul’da Nuremberg Toplanması'nı hatırlatan bir miting düzenlediniz. Sizin hapishanelerinizde Çin ve İran hapishanelerindeki sayının toplamından daha fazla gazeteci var. Buna ek olarak, göstericileri çapulcu, yağmacı, holigan olarak nitelendirdiniz, hatta bu göstericilerin yabancıların yönlendirdiği teröristler olduğunu söylediniz. Oysa gerçekte, bu göstericiler sadece Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet olarak kalmasını isteyen gençlerdi. Sonuç olarak, bir yandan ülkenizi AB üyesi yapmaya çalışırken, bir yandan Türkiye’nin bir Egemen Devlet olduğunu söyleyerek, AB liderleri tarafından size yönelik tüm eleştirileri reddediyorsunuz. Size 9 Ağustos 1949’da imzalanmış Konvansiyon uyarınca Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954’te Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonunu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz. Bunların sonucunda, beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg'da bir davaya dayanak teşkil edebilir.

Saygılarımızla...

Mektupta imzası bulunanlar arasında gazeteciler, yazarlar,  ingiliz siyasetçilerle birlikte müzisyenler ve sinemacılar da vardı. Altın Palmiye ödüllü Yönetmen David Lynch, Oscar ödüllü oyuncular Susan Sarandon, Sean Penn ve Sir Ben Kingsley ile yine Oscar ödüllü senaristler Sir Tom Stoppard, Christopher Hampton, Lord Julian Fellowes ve "Schindler'in Listesi" filminin yapımcısı Branko Lustig...

Mektubu imzalayanların sayısının azlığı ve daha ünlü isimlerin yokluğu, Erdoğan’ın edindiği sarsılması güç imajın diğer sanatçıların gözünde yerini koruduğunu gösteriyordu. İçeriğin güçsüzlüğüne rağmen kullandıkları dil saklanamayacak kadar net bir  timeline doğrultusunda, manevi değerlere saygısızlıktan yargılanan ve mahkum olan Fazıl Say faktörüne  Boğaziçi Üniversitesi sosyoloji profesörü Faruk Birtek’in açıklamarına endeksliydi. Birtek, polisi Nazi Almanyası'ndaki SS'lere benzetmiş ve orantısız güç kullanımını eleştirmişti.

Türkiye’deki sinema, televizyon, sinema, müzik, edebiyat, heykel, resim gibi sanat alanlarında sunulan eserlerin büyük kısmı, herhangi bir özgün kimliği olmayan, klasik cumhuriyet kültürü gibi, batılı ilkleri ilkel düzeyde taklit eden kalitesiz eserlerden oluşuyor. Eserlerin düşük kalitesine rağmen, bu sanatlarla ilgilenenlerin sanatlarından çok daha büyük söz hakkına ve gücüne sahip olduklarını sanmaları ciddi bir yanılgıdan başka bir şey değil.

Türkiye’deki sanat ve sanatçı baskısı kısa vadede büyük çoğunluğu etkilemiyor, -zaten Başbakan Erdoğan’a mektup yazmak için yeryüzünde sanatçı arayışına çıkmaları sanat dünyasından beklenen gücün etkisiz ve yetersiz kalmasıydı-; ancak bu yapılardan beslenen ve toplumsal aidiyetlik hissı yaşayan insanları etkilemeye yetiyor.  

Gezi Parkı’nda üretilen  illüzyonist terör, güçlü bir Başbakan’ın  imajı sarsılamadığı için başarısız bir isyan girişimi olarak kaldı. Sanat dünyası hakkında yeni fikirler geliştirilmediği, mason localarının veya başka kliklerin etkilerinin kırılmadığı durumlar, stabilizasyon politikalarına kurban edilerek korunursa, başka bir siyasetçinin toplumun genel ve özel yararlarını koruması artık daha da zorlaşacak.

Sosyal medya, sanat baskısından daha büyük bir baskı türü olarak hızla alan genişletmeye devam ediyor. Sosyal medyanın alan genişletmesi, sanat üzerindeki  masonik kabusların etkisini de kırabilir,  fakat insanlar kitap okumaktan, müzik dinlemekten, sinema ve televizyon izlemekten vazgeçmeyecekler.




Faruk Tamer,  28.07.2013, Görsel Eleştiri - Visual Critique  XXXIX







Seçkin Deniz Twitter Akışı