8 Ocak 2023 Pazar

SA10005/SD2652: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 32

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnsan, zekasının sınırlarında mahkûmdu, ancak asla bunun farkına varmak istemiyordu. İD de benzer bütün insanlar gibi, her sorgulama döneminde kolay olanı seçiyor ve yetiştiği kültürün alışkanlıklarına dönüyordu."

İki saate yakın bir süre uyumuştum. Uzun süre uyumaya alışkın olmadığım için kendiliğimden uyanmıştım yine. İyi ki Cevval’e mesaj göndermemiş, The Jefferson Hotel’e geleceğimi söylememiştim. Aksi halde sözümü tutmamış olacaktım ve Cevval paniğe kapılarak beni aramaya çıkacaktı.

Uzandığım yerde bu durumu değerlendiriyordum, neden uykuya daldığımı düşünüyordum. Çocukluktan itibaren gününün hemen her saatini planlayan bir insan için yorulmak tanımsız bir şeydi. Bu yüzden ne yorulduğumu düşünür ne de yoruldum derdim herhangi bir ânda. Yorulmak nedir, gerçekten bilmiyordum.

Bir iş yapılacaksa, yorulacağım aklıma gelmezdi; onu en iyi şekilde yapmaya çalışırdım ve yapardım, bir söz söylenecekse onu karşımdaki insanın anlayabileceği en optimal seviyeyi belirleyerek ve bazen de anlaması için gereken altyapıyı hazırlayarak söylerdim.

Bazen beni izlerken ya da dinlerken yorulduğunu söyleyenler oluyordu ve tabi ben onların bunu neden söylediğini hiçbir zaman anlamıyordum. Çünkü insan yapacağı veya söyleyeceği şeyleri planlardı, planlamak da yorulmak gibi yan etkileri ortadan kaldırmak demekti. İnsanlar bir iş yaparken ya da bir şey söylerken yoruluyorlarsa planlama yapmadıklarını düşünüyordum. Gerçi bugün toplantı dışında yaşadığım hiçbir şey planladığım gibi gitmemişti, beni asıl yoran bu olmuştu ve bedenim benden habersiz yorgunluktan uykuya sığınmıştı, açıkça kaçmıştı. Kendi kendime gülmüştüm bedenimin benden kaçtığını fark edince.

Elbette hiçbir şey sebepsiz değildi. İnsanın bilişsel gelişimi doğmadan başlıyordu, doğduktan sonra bu süreç devam ediyor, ergenlik döneminde kişilik kazanıyordu. Aile, çevre, toplum ve coğrafya kimlik oluşumundaki öğrenme sürecini sınırlıyordu ve her insan, takdir edilen şartlarda dünyaya ait bir varlık hâline geliyordu. Sonra belirlenen zamanda, belirlenen şartlarda pozitif ve negatif etkilerle yaşamak üzere özgür kalıyordu.

Babamın yoruldum dediğini hiç duymadım, annemin de. Ailenin bir insanın kişiliğinde ve kimliğinde ne kadar önemli olduğunu görüyordum. Onların bana göre pozitif olan bu etkisi bende ve bütün kardeşlerimde sürüyordu. Ama sorumluluklarından kaçmanın bir yolu olarak yorulmadıkları halde yoruldum diyen birçok insan tanımıştım. Bu şaşkınlık verici bir durumdu. 

Birazdan kalkacak, yatsı namazını kılacak ve Cevval’le haberleşecektim. İnsanı düşünmeye devam ediyordum. İD de bir insandı ve içine doğduğu ailenin, toplumun ve kültürün hemen bütün özelliklerini taşıyordu. İnsan içine doğduğu ailesini, toplumu ve kültürü seçme özgürlüğüne sahip değildi. Onu bu şekilde yaratan Allah’tı, ancak insanın içine doğduğu aile, toplum ve kültür Allah’ı tanımayan bir yapıda ise ben İD’yi nasıl suçlayabilirdim ki, Allah nasıl suçlayabilir ve yargılayabilirdi? Cevap çok basitti, insan akıllı ve sorgulayan bir varlık olarak yaratılmıştı, İD bu yüzden bir insana günah çıkarmayı saçma bulmuştu ve elbette diğer bütün saçmalıkları sorgulayabilirdi.

Allah’ın elçilerinden İbrahim’in babası Azer bir putperestti, ama oğlu bir elçi olmuştu, yıldızların, ayın ve güneşin tapınılacak birer tanrı olmadığını akıl yürüterek bulmuştu. Kur’an insan aklının ihtiyaç duyduğu bütün analitik sorgulamalar için temel bir kaynaktı, bu yüzden değiştirilemezdi, bu yüzden vardı.

Şu’arâ Suresi’nin 69-76. ayetlerini okumalıydı her akıllı ve sorgulayan insan: ‘Onlara İbrâhim’in öyküsünü de anlat. Hani o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” demişti. “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz” demişlerdi. İbrahim, dedi ki: “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?” “Hayır, ama biz atalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler. İbrâhim dedi ki: “İyi de sizin ve önceki atalarınızın neye taptığınızı hiç düşündünüz mü?"’

Enbiyâ Suresi’nin 51-56. ayetlerinden de anlaşılacağı gibi insana doğru ile yanlışı ayırma yeteneği verilmişti: ‘Andolsun, daha önce de İbrahim’e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu biliyorduk. O, babasına ve kavmine, “Şu kendilerine tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” diye sormuştu. Onlar da “Atalarımızı bunlara tapar bulduk” diye cevap vermişlerdi. İbrâhim, “Doğrusu siz de atalarınız da açık bir sapkınlık içindesiniz” dedi. Onlar da, “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa bizimle oyun mu oynuyorsun?” diye sordular. İbrahim, dedi ki: “Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve ben de buna şahitlik edenlerdenim.”

Meryem Suresi'nin 41-48. ayetleri daha fazla detay veriyordu: ‘Kitapta İbrâhim’i de okuyup an! Kuşkusuz o, özü sözü doğru bir insan, bir nebiydi. Hani babasına şöyle demişti: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki seni doğru yola ileteyim. Babacığım! Şeytana tapma! Çünkü şeytan Rahmân’a isyankâr olmuştur. Babacığım! Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahmân tarafından bir azabın dokunmasından, böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.” Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi. İbrahim şöyle dedi: "Sana selam olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkardır. Sizden de Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve rabbime dua ediyorum. Umudum odur ki rabbime duamdan eli boş dönmeyeceğim.”

Allah, dilediği her şeyi dilediği kıvamda ve ölçüde yaratmıştı, yaratıyordu ve yaratmaya devam edecekti. İnsanları dünyada var kılmayı dilemesi onun takdiriydi. O, yeryüzünde yaşamaya bıraktığı insanları gözlüyordu, onları başıboş bırakmamıştı.

Kıyâme Suresi’nin 36-40. ayetleri sorgulayan insana soruyordu: 'İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor? O akıtılan meniden bir damlacık (sperm) değil miydi? Sonra o, alaka (asılıp tutunan zigot) olmuş, derken Allah onu yaratıp -şekillendirmiş; Ondan iki eşi, erkek ve dişiyi yaratmıştır. Şimdi, bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?'

İnsan, içinde yaşadığı dünya ve evren ile ardışık olarak genişleyen iç içe çemberler hâlinde ilişkiler kuruyordu. Normal bir insan, yakın çevresiyle sürekli yoğun bir ilişki durumundaydı. Yirmi dört saatlik zaman diliminde, düşünceleri ve davranışları diğer insanların düşünce ve davranışlarına paralel olarak dar alanda çeşitleniyordu.

Önemlilik en önemli çevresel değişkendi, vasat bir insan, bu değişkeni çok önemsiyordu, çevresinin önem verdiği şeylere önem veriyordu. Düşünsel ve ruhsal devinimler diğer insan formlarıyla doğrudan ve dışarlıksızdı. Buna karşılık bilgi, vasat insanı daha geniş ilişki çemberlerine taşıyordu. En son dünyaya ait coğrafik çember vardı, ama insan düşünceleriyle kademe kademe evren çemberine ulaşmaya çalışıyordu. Her geniş çember bir sonraki çemberi işaretliyordu; ilişki çemberleri büyüdükçe ortalama insan kendisini yaratan gücü, Allah'ı fark ediyordu.

Bilgi, insanın öğrenme isteğine bırakılmış bir özgürlük alanına dağılmıştı ve dileyen öğreniyordu. Bu, Allah'ın insana verdiği en büyük özgürlüktü. Allah, -diğer insanlar kendi hayatlarıyla meşgul iken- kendisini düşüneni ayrı tutuyor, onu bilgiye daha çok çekiyordu. Vasat insana ait tüm yeteneklerin üstünde incelikle donanıyordu bilge ve inanan insan.

Ruhların, bedenlerden birer kimlik edinerek ayrılmalarına kadar geçen dünya zamanı, her insan için sınanma zamanıydı; Allah, kendisine inananı daha çok sınıyordu. Sınamalarla aynı anda ve sınanmaların her birinden sonra Allah'ı en çok düşünen, daima yüceltiliyor ve taltif ediliyordu. Allah'ı düşünen ve Allah'ı işiten insan, diğer insanlardan ayrı tutuluyordu.

İnsan, zekasının sınırlarında mahkûmdu, ancak asla bunun farkına varmak istemiyordu. İD de benzer bütün insanlar gibi, her sorgulama döneminde kolay olanı seçiyor ve yetiştiği kültürün alışkanlıklarına dönüyordu. Zekâ pırıltısı dediği şey o ân bende tutunduğu bir şeydi ve biliyordum ki bu her insanda da, eğer insan isterse ve kararlı olursa her ân parıldayacak olan bir şeydi. 

 

<< Önceki                      Sonraki>>


[07.01.2023, (4/65 (389))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 08.01.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı