28 Şubat 2022 Pazartesi

SA9571/SD2337: Sıkıntı (Roman); 3. Bölüm-Cennet 16

       Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

“İnsan her fiilin sonucunu hesaplayacak kadar akıllı yaratılmıştır. Yahudilerin ya da Hıristiyanların bunu bilmemeleri mümkün değildi; putperestlerin de. Peki Müslümanların bu açık hakikat karşısında aradıkları şey nedir? Bunu hiçbir zaman açıklayamadı Müslümanlar, sürekli Kur’an’dan ve ‘Kur’an’ın Hakikati’nden kaçtılar, kafalarını kuma gömdüler ya da başka ‘Hakikat’ aradılar."


‘Cennet Yazarı’nın anlattıkları akarken kendi yorumlarımı da dahil ediyordum akışa…

Bozgunculuk ne kadar derin bir felsefî sarsıntı oluşturan bir kavram. Kur’an’ın mikro alemden makro aleme dek, her bir ayrıntıdan bütün sistemlere kadar Allah’ın kurduğu düzene karşı her bir müdahaleyi bozgunculuk olarak tanımlaması tüylerimi ürpertiyordu. İlk bozgunculuğu yapan İblis’ti, sonra onun bozgunculuğuna ortak olan Adem ve eşi. 

Hıristiyan teolojisinin her yeni doğan insanı Adem’in ve eşinin günahı ile doğmuş kabul etmesi bozgunculuğun doğuştan geldiği yanılsamasını inşâ etmişti. Her şeyi sorgulayan Hıristiyan insanın bunu sorgulamaması garipti, yetişkin iken kendi kusurlarının da bu temelden gelen kusurdan kaynaklandığını zannetmesi onu belki sorgulamalarından uzakta tutuyordu. Ama yine de ben bunu anlaşılmaz buluyordum. Adem ve eşi de yaratıldıklarında masumdu; yeni doğan bir çocuk neden günahla doğsundu ki? İradesi ile davranacağı yaşa kadar Allah onu sorumlu tutmuyordu ki günahkâr olsun.

Uçaktaydım ve Amerika’ya gidiyordum, Cevval ısrar etmiş olsa da her şey tamamen benim özgür irademle gerçekleşiyordu; sonuçlarına da ben katlanacaktım ya da sonuçlarından ben faydalanacaktım; bu benim işimdi.

‘Özgür İrade’ denen şeyin, özgürlüğün tanım aralığı sürekli değiştiği için ne olduğu belirsizdi. Allah Kur’an ile insanın sınırlarını belirlemişti, o sınırlara uyup uymama kararını da insanın vermesi için onu gerekli olan her türlü mekanizma ile donatmıştı. ‘Özgür İrade’ Kur’an’ın tanımı ile böyleydi ve Kur’an da kendisinden önceki kitaplar gibi o özgür iradeye hitap etmek için gönderilmişti.

‘İnsan’ suresi insanın özgürlük çerçevesini net bir şekilde belirlemişti. 1-3. ayetler berraktı: 

‘İnsan anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti. Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.’

‘Dilediğinizi yapın’ der Fussilet Suresi 40. ayet: ‘Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.’

‘Dilediğinizi yapın!’

‘Cennet Yazarı’nın analizi sürüyordu: 

“İnsan her fiilin sonucunu hesaplayacak kadar akıllı yaratılmıştır. Yahudilerin ya da Hıristiyanların bunu bilmemeleri mümkün değildi; putperestlerin de. Peki Müslümanların bu açık hakikat karşısında aradıkları şey nedir? Bunu hiçbir zaman açıklayamadı Müslümanlar, sürekli Kur’an’dan ve ‘Kur’an’ın Hakikati’nden kaçtılar, kafalarını kuma gömdüler ya da başka ‘Hakikat’ aradılar. 

‘De ki: “Ey insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse, ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Ben sizden sorumlu değilim.”’ diyerek haber verir Yûnus Suresi 108. Ayet.

Tasavvuf bu arayış ihtiyacını Kur’an’ı ikiye ayırarak doğurdu; Sûfistler ‘zâhir’ ve ‘batın’ diyerek insanların okudukları Kur’an ayetlerinden şüphe duymalarını sağladılar ve kendilerine bahşettiklerini iddia ettikleri yeteneklerle uydurdukları şeyleri ‘Hakikat’ diyerek o aralıktan adım adım, basamak basamak Müslüman’ın aklına yedirdiler. Cehennem itikattan ayıklandı, cennet dünyevî bir kıyafete bürünerek şeyhlerin ceplerinde taşıyarak dilediklerine ihsan ettikleri basit bir ‘hediye’ oldu.

‘Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’ Diyor Bakara Suresi 256. ayet. 

‘Amenerresulu’ diyerek Müslümanların diline yerleşen Bakara Suresi 285 ve 286. ayetler, kesin hükümleri koymuş iken üstelik insan nasıl başka hakikat arayışında bulunabilirdi ki?

‘Resul, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun resullerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”’

‘Özgür İrade’nin ne olduğuna dair hiçbir şüphem yoktu benim, Kur’an’ın bütün ayetlerine şüphesiz bir şekilde iman ettiğim gibi Âl-i İmrân Suresi 182. ayetine de iman ettiğim için: ‘“Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” Allah, kullara asla zulmedici değildir.’

Bütün bunlar ortada iken bir çocuğun suçlu-günahkâr olarak doğabileceğine nasıl inanabilirdi ki bir insan? İnanıyorlardı işte. Günah işleyebilecek şekilde yaratıldığı için sorumluluğu reddeden bir insan her şeye inanabilirdi. Susarak yaşlanan ve suskunluğunda ‘neden yaratıldığını sorgulayan, yaratılmasaydı günah işlemeyeceğini düşünen insan' her türlü bozgunculuğa açık demekti. Tasavvuf bu açıklığı sezen ‘dokunulmazlaştırılan’ şeytanî bir gelenekti.”

“İnsanların içlerinde tuttukları sorular, cevaplanmayacak olan sorulardır.” diyordu ‘Cennet Yazarı’ ve 'Tersinir Önerme'yi, “alışılageldik önermelerin tersini üreterek, sorunu mevcut durumundan bulunabileceği daha başka bir duruma taşıyarak elde edilen önermedir” diyerek tanımlıyor ve ayrılıkları susarak derinleştirmek ya da konuşarak asgari müşterek bulmak diyerek örnekleyerek sabırla, nakış işler gibi işliyordu anlattıklarını:

“Tersinir önermelerin insanların mevcut algılama/değerlendirme mekanizmalarını sarstığını, oluşan sarsıntının insanları en hızlı, en sıcakkanlı tepkilere zorlamasının, "mantıksal zemini" olmayan "heyecan yoğunluğu" yüksek sözel ve fiziksel tepkiler oluşmasına zemin hazırladığını- insanları kışkırttığını- kabullenmek gerekiyor. Ancak bu kabullenme, tersinir önermelerin ve bu önermeleri üretenlerin temel gerekçelerini anlamak adına, duygu yoğunluğu yüksek, mantıksal zemini çürük analizlerin öne alındığını ifade etmez.

Varılan noktada sorulması gereken soru ne olmalıdır? "Tersinir önermeler mi kışkırtıcı, yoksa tersinir önermelerin alışılagelmiş kalıpları zorlaması mı?"

Tersinir önermeler olayların farklı boyutlarının analiz edilmesi adına üretilmektedirler. Kabullerin derinleştirdiği karanlıkların derinliklerine bu tür-tersinir önermeler-dikey burguların saplanmasıyla açığa çıkan, ancak başlangıç koşullarında oluştuğunu bildiğimiz negatif algı ve tepkilerin, gerçekte geçmişin koruyucu kalkanlarıyla korunmakta olduğunu bize anlatacak ve bu kalkanların sarsıcı darbelerle delinmesi gerektiğini düşünmemizi sağlayacaktır.

Kanıksanmış/kabullenilmiş ve tabulaştırılmış her şey gibi, dokunana ağır bedeller ödetmeyi hedef seçmiş olan bir yaklaşım, insanlara ayrılıkları yutkunarak derinleştirmeyi önermektedir ve bu yaklaşımın kötü niyetli olduğu apaçıktır.

Tersinir önermelere yüklenebilecek olan sorumluluk veya suç, diğer önermelerin sağladığı sosyal faydaların sürmesi adına tepki verenlerin kullanabileceği bir araç olabilir. Onlara göre; derin ayrılıkların veya çatışmaların, sessizlik ya da tepkisizlik zemininde yakaladığı "ölü ritm" geçmişten gelen olumsuz yüklerin sürekliliğine katkıda bulunmaktan ziyade, farklılıklardan kaynaklanan çatışmaları engellemektedir.

Oysa kolayca önerilen ve gerçekte sanıldığından çok daha fazla zarar veren "ölü ritm", sorgusu yapılmamış birçok olguyu, olayı her an patlamaya hazır birer "bomba" olarak canlı tutacak ve bu tavrın sonrasında taraflar arasında ayrılıklar yutkunarak derinleştirilecektir. Yani önerilen tutum eski çıkarların sürmesini sağlamaya yöneliktir, denebilir.” 


<< Önceki                      Sonraki>>


[(27.02.2022, (3/33 (257))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 28.02.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı