3 Ağustos 2018 Cuma

SA6594/KY48-SY65: İslâmcıyam Ezelden...

"Verili yaşamın, mevcut bütün aşınmışlığına ve çürümüşlüğüne karşı, sinir uçlarımızla şunu duyuyorduk ki; Türkiye''yi ve yeryüzünü elbette bir gün yeni bir ışık altında görebileceğiz. Bu yassı, sıkıntıyla kıvranan tuvalin üstüne elbette yeni bir ışık, sağaltıcı ve diriltici bir ışık düşürebileceğiz. Bunun için de "fırçalarımız" gerçek birer inşa ediciydi..."


20 Şubat 2000, Pazar
  
Bu yassı, sıkıntıyla kıvranan tuvalin üstüne elbette yeni bir ışık, sağaltıcı ve diriltici bir ışık düşürebileceğiz.

Yaşam, henüz çocuksuluğunu kaybetmiş asık suratlı bir paranoyak değildi (aklınıza uzun bir zaman dilimi gelmesin) daha birkaç yıl evveline kadar. Duvarlarda, afişlerin üzerinde tek bir düğmeyle hareket ediyormuş gibi hızla işleyen fırçalarla, her gece "yeni bir dünya" (mutluluk muydu?) kuruyorduk. 

Gereksiz ve can sıkıcı bir ayrıntıdan başka bir şey olmayan "öbür dünyaların" bizimkinin altında kalması, bir taşın bir kuşun kafasından sekip öldürücü bir darbeyle öteki kuşun da kafasında patlaması anlamına geliyordu. Ve biz, bazen duvar en yüksek sesiyle bizim sloganımızı haykırdığında, o çocuksu çenelerimizi havaya dikip kıkırdıyor kıkırdıyorduk. 

Afişlerimizin, bir King-Kong''un saldırısına uğramışçasına yırtılıp paramparça olduğu bir duvarın önünde durup beklemek, acıydı. Yırtılmış bir psikoloji. Şizofreniye itelenmiş bir büyük öneri. Uzayın boşluğundan doğru, biyolojik varlığımızı tehdit ederek bedenlerimize yönelmiş görünmez bir saldırı. Ağır bir eleştiri, hiç değilse... Ben şahsen, böyle durumlarda, sık sık içimden geçirmişimdir: Lânet olası herif, biz senin gözlerini açmaya çalışıyoruz; sen bizim elimizdeki lazer aletine saldırıyorsun...

Ara sıra, afişini yapıştırdığımız muhterem zatı (ya da zatları) çıplak dünya gözüyle gördüğümüz oluyordu. O nadir anlarda sinirlerimiz, gündelik yaşamın normal akışı içinde "iiiiiii" diye acı frenlere asılıp, orada öylece kalakalıyorduk. Dikkatlerimiz, yani yoğun kollektif romantik dikkatimiz, oraya toplanıyordu.. ve büyük ve gergin bir kanadın üstüne ağmış özgür ve hafif bir kar tanesi gibi yükseliyor, yükseliyordu...

Verili yaşamın, mevcut bütün aşınmışlığına ve çürümüşlüğüne karşı, sinir uçlarımızla şunu duyuyorduk ki; Türkiye''yi ve yeryüzünü elbette bir gün yeni bir ışık altında görebileceğiz. Bu yassı, sıkıntıyla kıvranan tuvalin üstüne elbette yeni bir ışık, sağaltıcı ve diriltici bir ışık düşürebileceğiz. Bunun için de "fırçalarımız" gerçek birer inşa ediciydi...

"-di..." çünkü, "Biz ezelden beri..." diye başlayan ve yürek titreten yüksek retoriğin; bugün içimizi acıtarak, beynimizi acıtarak, gözlerimizi acıtarak "İslamcıyam ezelden..." seviyesine gerileyerek yoluna devam etmekte olduğunu görüyoruz.

Abdurrahman Dilipak''ı, her ne kadar edepsiz, ahlaksız büyük gazetelerin ağzına birer çiklet sokuşturmuş olursa olsun, açtığı "İslâmcı sosyete" tartışmasından dolayı kutluyorum. Allah rızası için şu meseleyi oturup bir konuşalım.


Selahattin Yusuf, 03.08.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yolda
Selahattin Yusuf Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf Beyefendi'nin 2006'den geriye doğru yayınladığımız yazılarının büyük bir kısmını Şimdiki Zamanın İzinde adlı kitabında bulabilirsiniz.




Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf  Beyefendi'ye, 'tamamen hür, tamamen geniş nefesler alarak' yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 15.04.2016



İlk yayınlandığı yer: Yeni Şafak




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı