22 Temmuz 2018 Pazar

SA6532/KY71-ATANTİK26: Sonsuzluğu Sonlulukta, Sonlulukta da Sonsuzluğu Keşfetmek

"Her soru insanın sınır kavramının derinliğini kavramaya dönük olmalıdır. Ahlak üzerine sorulacak sorularda da bu amaç tahakkuk etmelidir. Ahlak, en doğal hali ile varlığını sürdürürken başkasına zarar vermeden bunu gerçekleştirebilmektir."


Ben sınır tanımam diyen, aslında baştan ayağa sınırlısın…

İman ahrette sonsuzluğu dünyada ise sınırı ihtiva eder... Bilmeyenler varsa öğrensinler... Ve bu dünyada sonsuzluğu istemesinler... Yâda aldatılmış bir sonsuzluk üzerinden bu dünyalarını da öte dünyalarını da yokluğa tevdi ederler...

İnanıyormuş gibi yapılmaz, bu hayatı boyunca kişiyi takip eder ve hep mış gibi bir hayat yaşar… Mış gibi yapmak başka bir açıdan kişinin kendini sınırlamasıdır. İnsan sınırını bildiğinde tevazuu sahibi olur. Ama insan sınırlar içinde kaldığında ve başkalarını da bu sınırlara hapsetmeye çalıştığında ise tekebbür eder bulur kendini…

Toplumsal hayat başka, iman etmek başka bir şey, ikisini birbirinden ayırmak lazım öncelikle… Tabii ki bazen mış gibi yapılır. Ama bu temel meselelerde değil tali meselelerde ve karşındakini üzmeme pahasınadır. Kısmi ve başkasının yararını gözetme ile sınırlı… Ama ilke ve ahlak devrede olduğunda öyle mış gibi yapmanın savunulacak bir tarafı kalmaz ve öyle yapan önce kendine sonra başkasına ihanet etmiş sayılır. Buradaki ihanet siyasi değil etik ihanettir...

İman etmek, zararı göğüslerim diyebilmektir… Zararı göğüslemeyenler iman etmekten vazgeçebilirler. İnsanın kendinden ödün vermesi, başkalarını dikkate alması ve kendi zafiyetini kabullenerek Allah’a teslimiyetini öne çıkarması sayesinde sınırlılığını kavramış olacaktır. Tövbe eylemi bu sınırlılığa teslimiyetin adıdır.

Ancak kendimiz tövbe edersek günahımız affolunabilir. O zaman bu kadar istekli bir şekilde başkalarını tövbeye davet neye tekabül eder? Hâlbuki her insan kendi günahının hesabını verecektir. O zaman bu kadar hunharca başkalarının günahını niye bu kadar gündem yapıyoruz? Çünkü insan sonsuzluğa talip olur. Ama bu sınırlı dünyada sınırsızlığı arzularsa haddini aşar ve başka hadlerin alanına tecavüz eder. İşte bu yüzden hep başkalarını daha iyi olmaya davet eder. Bu kendini aşma deneyimi sağlar kişiye ve onu gönendirir.

 Dikkat çektiğim insanlar kendi günahının ört bası için başkalarının günahını şehvetle gündeme taşıyanlar. Yoksa toplumsal sorun sorumluluk içredir... Yani kendi nefsini temizleyen kişi, başkalarının da nefislerini temizlemeleri için hem örneklik hem de söz ile uyarı yapma hakkı kazanırlar.

Sürekli kendini haklı gören kişi zaten yeterince yanılıyor demektir. Bu temel bir hastalık, bir açıdan da kendi sınırını ihlaldir. Hep haklı olmak, gözlemi kendi üzerinden uzaklaştırmak ve layüsel olmak anlamına gelir ki bu çok kötü bir tavır ve insanın günaha bulanmasına büyük bir zemin oluşturur.

İnsanın varlık dünyasındaki yeri ve önemi hakkında neler düşünüyoruz? Düşünmeye değer mi?

Bu soruları yukarıdan itibaren ele aldığımız temel bakış ile açıklamalıyız… İnsan, varlık dünyasında teklife muhatap olma ve sorumluluk sahibi kılınma özellikleri ile taçlandırılmıştır. Bu da insana sınırlı bir hareket kabiliyeti ve sınırsız bir güç kullanma imkânı bahşediyor. Çünkü başkası için harcanan her güç Allah tarafından taltif edilerek daha büyük bir güç ile destekleniyor ve gücü artarak varlığını idame edebiliyor. Bunun örneklerini gözlemlemek mümkündür. İnsan iyilik üzere ve başkalarının ihtiyaçlarını giderme konusunda aşkla hareket ettiğinde onun yorulmadığını gözlemlersiniz. Ama mış gibi yaparsa çok çabuk bir şekilde yorulduğunu görürsünüz. Bu yüzden kendine ait bir yarar için sınırlı başkalarına olan yarar için ise sınırı aşan bir güç harcanabilir.

Yeryüzünün anlamı ve Allah'ın estetik kudretinin tezahürü olan insan hem ahsani takvim hem esfeli safilin olma potansiyeli taşıdığı gibi iyiye doğru yürüyüşüne devam ettikçe de güzelleşen yegâne varlıktır... Yani insan kendisine çizilen sınırlar içinde kalmaya aşk ile devam ederse en güzel hasletlere ve varlığa sahip olur. Ama sınırlarını aşmaya çalışırsa ki o zaman da varlığın en dibindeki aşağılık bir konuma sahip olur. Somutlaştıkça indirgenir, indirgendikçe değerden uzaklaşır. İşte varlığın en dibi değersizliğinde en dibi olarak betimlenmelidir.

Varlık, insan ve Yaratıcı arasındaki ilgi ve bağıntıyı açıklayan iyi bir model oluşturulabilir mi? mevcut modeller yeterli mi? Düşünce ve eylem arasındaki korelâsyonu yeniden düşünmeli değil miyiz? Bu aralar hep sorular var dilimde... 

Varlık, insan ve Yaratıcı arasındaki bağ, insan varlık içinde bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu çerçevesi içinde varlıkla eşit bir konumu ihtiva eder. Ama aynı zamanda varlık ona musahhar kılınmıştır. Bu da insanı varlığın üstünde bir konuma taşır. Bu üstünlük ise insanın kendisi için çizilmiş sınıra riayetinde gizlidir. Yaratıcı insan ilişkisinde görev ve vizyon meselesi devreye girer. Allah bir umut ile insanı yaratmıştır. İlgi göstermiş ve onu özene bezene düzenlemiştir. Buna insanın şükür halinde sona ulaşmasını zorunlu kılıyor. Tevazuu sahibi olmalı… Ama insan en çok kendisine yüklenilen görevi yerine getirmelidir. Burada da bir sınırdan söz açıyoruz. Bu görev; insanın varlığın barış içinde varlığını idame etmesine imkân tanımaktır. Vizyonu ise her varlığın kendi doğallığı içinde varlığını sürdürecek asgari şartları oluştururken adalet ve bilgi ile hareket edebilme becerisini göstermesidir.

Erdeme yapılan vurgu tarih boyunca hep olmuştur ve erdemin bilgi olduğu üzerine de bir mutabakat var, en azında felsefi olarak... Ama çağımız bilgi çağı ve ahlaki zafiyet tarihin hiçbir döneminde bu kadar yaygınlaşmamış ve derinleşmemiştir... Erdem, bilgi üzerinden insanın kendi sınırlarının alanını keşfetmesi ve ona uygun davranmasıdır. Erdemli insan kendi alanında estetik ve faydalı işler yapabilmesidir.

En çok vurgu yapılan şey; ahlak nedir? Bu soruya cevap verirken, tek boyutlu bir cevap mı yoksa çok boyutlu bir cevaba mı ulaşacağımız önemli değil mi? ya da ahlak gerçekten eleştiri konusu yapılırken dile getirilenlerden mi müteşekkil? Sorular, sorular, sorular... Ama neliği konusunda bir netlik kazanmadan diğer boyutlarını doğru bir şekilde öğrenmek veya cevaplamak mümkün görünmüyor...

Her soru insanın sınır kavramının derinliğini kavramaya dönük olmalıdır. Ahlak üzerine sorulacak sorularda da bu amaç tahakkuk etmelidir. Ahlak, en doğal hali ile varlığını sürdürürken başkasına zarar vermeden bunu gerçekleştirebilmektir. Bu noktada zararı göğüslemek başkasını kendisine öncelemek olduğu için ahlaki olanı da öncelemek anlamına gelecektir. Bu yüzden farklı ahlaki boyutlar olacaktır. 

Çünkü bizzat senin sorumluluğunda olan bir şeyi yapman ahlaki olandır, ama aynı sorumluluğu başkasına yüklemen ise gayri ahlakidir. Tersi de geçerli; başkasının yapması gereken bir işi sen yaparak kendine çıkar oluşturuyorsan bu seferde gayri ahlaki davranmış oluyorsun. Mesele yine sınıra dayanıyor. Bu yüzden sınırları doğru öğrenmeli ve o sınırlara uygun bir yaşamı aşk ile yaşamaya çalışmalıyız ki takva sahibi olalım…

Allah muradını en iyi bilendir…


Abdülaziz Tantik, 22.07.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek



Sonsuz Ark'ın Notu: Abdülaziz Tantik  Beyefendi'ye, bütün samimiyetiyle yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 31.03.2018







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı