21 Temmuz 2017 Cuma

SA4616/KY57-AHCZD28: Allah'a Kul Olmayı Başardık da Rabbimiz Bize Yardım mı Etmedi?

“Onların sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et ve (zafer nasip eyle)” demekten ibaretti.” 
(Âli İmrân,3/147.)

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Mescid-i Aksa tescilli zalim, korkak, siyonist terör devleti olan İsrail’in işgali altında. Kudüs Yüksek İslam Heyeti Başkanı ve Mescid-i Aksa Hatibi Şeyh İkrime Sabri, El-Esbat kapısında yaşanan olaylarda yaralandı. Mescid-i Aksa Hatibi Şeyh Sabri: “Müslümanların sessizliği üzücü” diyebiliyor sadece[1].  

Kahrolası İsrail, gözümüzün içine bakarak Müslümanları aşağılıyor.  Her gün oradaki kardeşlerimin uğradığı zulmü, akan gözyaşlarını ve kardeşlerimin şehit oldukları anda dahi inmeyen o şehadet parmaklarını izliyorum ve neredesiniz ey Müslümanlar haykırışı ile kahroluyorum. 

Rabbimizin, “Size ne oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz?” (Sâffât,37/25) ve “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisâ,4/75)  buyruğunu hatırlıyorum. Tıpkı Yemen, Suriye, Halep, Musul, Telafer, Irak, Gazze, Afganistan, Keşmir, Myanmar, Bangladeş, Afrika ve Amerika-Avrupa’da ki zulme uğrayan kardeşlerime olduğu gibi.

Mustafa Ekici Bey’in şu sözleri aklıma geliyor: “Baştan başa coğrafyalara siniyor tedirginlik. Esir şehirlerde direnen mazlumlara da sirayet ediyor derdest edici umutsuzluk. Bağdat mecalsiz ağlıyor. Şam ağlıyor. Bosna ve Kudüs göğümüzde ışıyan bu son umudun da yitip gideceği korkusu ile titriyor. Adları unutulmuş nice kasabası Libya’nın, Cezayir’in, Kahire’nin ve Erbil’in, Kabil ve Urumçi’nin kalbi güm güm atıyor. Dağ başlarında ve çöllerin derinliklerinde unuttuğumuz nice mümin bu son varoluş umudunun da yiteceği korkusu ile duaya kalkıyorlar. Karanlık sadece şehirde değil, sınırlı sınırsız, vatanın her köşesine, bucağına sirayet ediyor.”[2]

Sonra diyorum ki kendime: Sızlanmak ve şikayet etmekten ziyade Allah’ın va’di kesindir, Müslümanlara yardım eder. Doğru soruyu sor: Ne yaptık, neyi terk ettik te Allah’ın yardımını hak edemiyoruz? İnsanlığa tanıma fırsatı verilen en güzel değerlerden niçin uzaklaştık? Gecesi gündüz gibi apaydınlık olan dini niye bulandırdık, başkalaştırdık? Sahi niye vahiyden uzaklaştık? Daha ne kadar Kur’an’ı mehcûr bırakacağız?

Dönüyorum İslam’ın ilk yıllarına. Sahi durum farklımıydı o zamanlar? İlk Müslümanların “zorluk yılları” adı verilen dönemleri olmuştur. Öyle ki bu zorluk yıllarında Mekkeli müşrikler, Müslümanları meşakkatle dolu boykot yıllarını yaşamaya maruz bıraktılar. Onlara her türlü kötülüğü reva gördüler. Allah’a ibadet etmekten dahi alıkoydular. Sırf Allah’a olan imanlarından dolayı işkenceler yaptılar, kimilerini şehit ettiler. Fakat Rabbimiz, o zorlukları kendisine gönülden teslim olmuş müminler için hep kolaylıklara dönüştürdü. Bu zorlukların akabinde daima bir kolaylığın, bir rahmetin geleceğini müjdeledi. Bu hususu Rabbimiz,

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا ﴿٥﴾إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا ﴿٦﴾

“Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” ( İnşirâh, 94/5-6.) âyet-i kerimesiyle bir kanun olarak insanın hayatına yerleştirdi. Allah Resulü (s.a.s) de, ashabıyla birlikte bütün bu zorlukların üstesinden geldi.

Bugün de hem millet olarak hem de İslam âlemi olarak, Peygamberimiz ve onu tasdik eden ilk müminlerin yaşadığı zorlukların benzerlerini yaşıyoruz. Kötülük, her geçen gün etrafımızı ve bütün insanlığı kuşatıyor. Bilhassa şiddet ve terörle kalplerimize korku salınmaya, gücümüz zayıflatılmaya çalışılıyor. Bu zorluk zamanlarında biz müminlerin sakınması gereken en büyük tehlike ise ümidin kaybedilmesidir. Tefrikaya düşülmesidir. Birlik ve beraberliğin yitirilmesidir. Kardeşliğe sahip çıkmaktan, mazluma umut olmaktan vazgeçilmesidir.

Bugün milletimize yöneltilen kötülüklerin üç gayesi vardır[3]. Birincisi, yüzyıllardır bu topraklarda barış ve huzur içerisinde birlikte yaşayan aynı milletin fertlerini birbirine düşürmektir, kardeşler topluluğunu karşı karşıya getirmektir.

Milletimizin karşı karşıya olduğu kötülüklerin ikinci gayesi, bizleri umutsuzluğa sevk etmektir. Millet olarak bizim dünyayla, hayatla bağımızı koparmaktır. İnancımızı, bizi millet kılan değerlerimizi, aidiyet duygumuzu, ümidimizi, özgüvenimizi yok etmektir. Lakin bizler, ümitsizliği haram ilan eden bir dinin mensuplarıyız. Şartlar ne olursa olsun geleceğe dair umudunu asla kaybetmeyen bir peygamberin ümmetiyiz.

İstiklal ve istikbalimizi hedef alan kötülüklerin üçüncü gayesi, milletimizi yeryüzündeki mazlum, mağdur ve mahrumların ümidi olmaktan çıkarmaktır. Oysa bizler, Yemen, Irak, Telafer, Musul ve Halep’teki masum yavruların, gönlü yaralı kadınların, beli bükük yaşlıların umudu olmaya devam etmeliyiz. 

Kaderine terkedilmiş Arakan’daki mazlumların, Keşmir ve Türkistan’daki kardeşlerimizin, yüzyıllarca sömürülmüş ve başlarına DAİŞ benzeri terör örgütleri (Şebâb, Boko Haram vb.) musallat edilmiş Afrika’daki mahrumların ve 5 gündür silah zoruyla ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’ya sokulmayan ve yıkım planlarını saklamayan Siyonist İsrail’e karşı işgal altındaki Filistinli kardeşlerimizin ve abluka altındaki Gazze’li kardeşlerimizin, batı destekli darbeden sonra Mısır’ın modern firavunu olan Sisi’nin zindanlarda işkence ve zulüm yaptığı onbinlerce Müslümanın ümidi olmaya devam etmeliyiz. Bizler bu bilinçle kötüye karşı iyinin, batıla karşı hakkın, zalime karşı mazlumun yanında durmaya devam etmeliyiz.

ALLAH‘IN YARDIMI VE NUSRETİ NE ZAMAN VE NASIL GERÇEKLEŞİR?[4]

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

حَتَّى إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّواْ أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُواْ جَاءهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَاء وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ

“Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.” (Yusuf,12/110)

Allah’ın yardımı ve nusretinin ne zaman, ne şekilde ve kimlere geleceğini ancak vahiy olan Kur’an-ı Kerim ve Rasulullah’ın Sünneti’nin ışığı altında en doğru ve en sağlam metotla anlamak mümkün olabilir. Konunun başlığından da anlaşılacağı üzere soru iki şıktan oluşuyor:

Birinci şık; nusretin ne zaman geleceği ile alakalı,

İkincisi ise; bu nusretin nasıl gerçekleşeceği ile alakalıdır.

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُواْ كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنجِ الْمُؤْمِنِينَ

“Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.” (Yunus,10/103) Ve şöyle buyurmuştur:

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ

“Şüphesiz Rasullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Gafir/Mü’min,40/51)

Allah’ın yardımı ve nusreti bir sonuçtur bu sonucun bir takım sebepleri vardır. Eğer biz bu sebepleri yerine getirirsek sonuca varmamız mümkün olabilir. Çünkü Allahu Teâlâ insan, hayat ve kâinatı sabit ve belli bir nizam üzere yaratmıştır. Bizde mükellef olduğumuz için Allah’ın yardım ve nusret sonucuna götüren yolları, gerekli hazırlıkları ve sebepleri bilip bu doğrultuda azami gayret içerisinde olmamız gerekiyor. 

Bu konuyu vahiy terazisinde tarttığımızda Allah’ın yardımı ve nusretinin gerçekleşebilmesi için İslam’ın emrettiği ve gerekli kıldığı müminlerde bulunması gereken şer’i şartların bulunduğunu görürüz:

1- Her şeyden önce güç ve başarının sadece Allah’tan gelebileceğini,Rabbi ile beraber olabilenin kazanabileceğini, darda ve bollukta da yardım edenin sadece ve sadece Allah olduğuna iman etmek gerekir. İman ettiğimiz gibi de yaşamak gerekir.

وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

“Zafer –ilahi yardım ve nusret-, yalnızca Azîz ve Hakîm olan Allah katındandır.” (Enfal,8/10, Âli İmran,3/126) 

Ayrıca Allah’ın mutlak bir şekilde mümin kullarına sahip çıkıp yardım edeceğine iman etmek gerekir: 

وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ

“Müminlere yardım etmek üzerimize borçtur.” (Rum,30/47)

2- Allah’ın nusreti bizim O’na yardım etmemize bağlıdır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed,47/7) 

Bu ayetten şöyle de anlaşılabilir; eğer biz Allah’ın dinine yardım etmezsek o da bize yardım etmeyecektir. Çünkü biz onun nusretini hak etmedik. Allah’ın dinine yardım etmek ise ancak İslam’ı hâkim kılmak için Allah’ın emrettiği gibi çalışmak ve vahiy merkezli metodu takip etmek ile olur.

Gönülleri Allah için her şeyden soyutlamakla, Allah'a açık veya gizli hiçbir şeyi ortak koşmamakla, gönüllerinde Allah'ın sevgisi yanında hiçbir kimseye ve hiçbir şeye yer bırakmamakla, yüce Allah o gönüllere kendisinden ve sevdiği ile ilgi duyduğu her şeyden daha sevgili olmakla, gönüller Allah'ı tüm arzularında, duygularında, duruşlarında ve davranışlarında, tüm faaliyetlerinde ve duygularında hakem kılmakla... Evet gönül aleminde Allah'a yardım böyle olur. Yüce Allah'ın bir şeriatı ve hayat sistemi vardır. Bu şeriat birtakım temellere, ölçülere, değerlere, bütün varlık alemine ve hayata dair düşünce sistemine dayalıdır. Allah'a yardım, O'nun şeriat ine ve sistemine yardım edilerek şeriatının istisnasız tüm hayata hakem kılınma girişimi ile gerçekleşir. Bu da hayat sahnesinde Allah'a yardım demektir.

3-  Allah-u Teâlâ yardımı ve nusretini yan yatıp oturanlara değil bu uğurda vahye uygun bir şekilde cihâd ve mücadele eden, hakkı haykıran, bâtılın yayılmasının önüne geçmeye çalışan ve vahiy metodunu takip edenlere nasip eder. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran,3/104) 

4- İslam davasını taşıma nedeniyle ızdırabın ve sıkıntının şiddetlendiği vakit sadece Allah’a yönelip yardımı ve nusreti ondan istemek suretiyle sadece ona yalvarıp yakararak dua etmek gerekir. Zira yaratan, yaşatan, öldürüp hesaba çekecek olan ve sıkıntıyı gideren, ibadete tek layık olan Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ

“Onlar mı hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki)sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri kılan mı?” (Neml,27/62)

5-  Kâfirlerin, münafık, fâsık ve  zalimlerin Müslümanları topyekûn hedef alarak yok etmek için bir araya gelmeleri Müslümanların korkmasına değil tersine Allah’a olan iman ve güveninin artmasına vesile olması gerekir. Türkiye bugün tam olarak bu noktada yer almaktadır. Allah bizim yegane Mevlâmızdır. Bugünün nöbetçi Müslümanları olarak bayrak elimizdedir. Üzerimize düşen vazifeyi Allah’ın razı olduğu standartlarda yapmamız gerekmektedir. Gün ümitsizlik değil imanımızın ve Allah’a bağlılığımızın artacağı, var olan her şeyimizle Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun dinini yüceltmek için cihâd etme zamanıdır.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

“Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Âl-i İmran,3/173-175)

وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَمَا زَادَهُمْ إِلَّا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا

“Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Rasûlü'nün bize vadettiği! Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı.” (Ahzab,33/22)

6- Allah’ın yardımı ve nusretinin bize yaklaşabilmesi için Mü’minlerin birbirlerine ve diğer Müslümanlara karşı hükümsüz infaz ederek önyargılı davranmaması, onlara karşı kalbinde nefret ve kin taşımaması gerekir:

وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr,59/10)

 وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

“Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da rüzgarınız(kuvvetiniz/devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal,8/46)

Müslümanların hali ortada. Mitoz bölünme gibi gavurlardan bile daha paramparça haldeyiz. Şikayet edebilirmiyiz? Rabbimiz böyle bir durumda başımıza ne geleceğini haber vermişti bizlere.. Yani ne ekti isek onu biçiyoruz. Sünnetullâh ta bir değişme yok, biz biz değiliz. Müslümanlar emrolundukları gibi dosdoğru değiller. İslâm bir vadide, Müslümanlar bir vadide.

İzzet Savaşı[5]

Şimdi hep beraber şu hadis-i şerife bir kulak verelim:

«فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ»

Aişe radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "- Biz, müşrikten yardım istemeyiz!"[6]

Allah'ın birliğine (tevhid) inanan Müslümanların, tevhid dışı inanç sahiplerine karşı tutumunu belirleyen hadîs-i şerifin vürud sebebi sayılabilecek bir olayı Ebu Davud'un Sünen'inde (Cihad 142) bulmaktayız: Savaşlardan birinde müşrik bir adam emrinde savaşmak için Resulullah'a gelir, müracaat eder. Hz. Peygamber ona;

- (Evine) dön! Biz, müşrikten yardım istemez ve kabul etmeyiz" buyurur.

Müslim'in rivayetinde (Cihad 150/1817)[7] olay çok daha teferruatlı olarak nakledilmektedir.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Bedr'e doğru yola çıktı. Harretü'l-vebere'ye varınca, cesareti ve kahramanlığı ile ünlü bir adam arkadan gelip Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem'e yetişti. Müslümanlar adamı görünce sevindiler. Adam Hz. Peygamber'e;

- Emrine girmek ve seninle birlikte savaşıp ganimet elde etmek için geldim, dedi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ona; "- Allah'a ve Resulüne inanıyor musun?" diye sordu.
- Hayır! dedi.

- Öyleyse dön! Ben bir müşrikten asla yardım kabul etmem! buyurdu.

Hz. Aişe dedi ki, adam gitti, ağacın yanına vardığımızda tekrar gelip yetişti. İlk teklifini tekrarladı, Peygamber aleyhisselam da önce söylediklerini tekrar etti: " Öyleyse dön! Ben bir müşrikten asla yardım kabul etmem! buyurdu. Adam ayrıldı, sonra Beyda'da bize tekrar yetişti. Üçüncü kez teklifini yeniledi. Hz. Peygamber;

"- Allah'a ve Resulüne inanıyor musun?" diye tekrar sordu. Adam;

- Evet! dedi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona;

- O halde (haydi bizimle) yürü! buyurdu. Hadisimizin Ahmed İbni Hanbel'in Müsned'indeki bir rivayetinde (lll,454), Hz. Peygamber'in, "biz, müşriklere karşı müşrikten yardım istemez ve kabul etmeyiz "; bir başkasında ise (V, 395, 397)," biz müşriklere karşı sadece Allah'dan yardım dileriz" buyurduğu kaydedilmektedir.

SON SÖZ:

 Biz sömürgeci, Siyonist, mason, müşrik, kafir, münafık ve zalimlere karşı sadece âlemlerin Rabbi olan Allah'dan yardım dileriz. 

 "Biz, müşrikten yardım kabul etmeyiz" çizgisi yakalanmaya çalışılmazsa,"kredi alan emir almaya da alışır" hükmü gereğince (Suud, BAE, Mısır, İran örneğinde olduğu gibi), nerede ve kiminle kime karşı olunacağı bilinemez. Zira kimse kimseye izzet ve iktidar ikram etmez. Hamdolsun Rabbimize Türkiye, Allah’ın yardımı ile mazlûmun yanında ve zalimin karşısında olarak Müslümanları ümitlendirecek bir şekilde hem kendi adına hem de ümmet adına bu soylu mücadelesini sürdürmektedir.

Coğrafyamız ve Müslümanların yaşadığı yerler tarumar edilip, her türlü varlığı talan edilirken, milyonlarca Müslümanın katledildiği bir zamanda, Hama, Rakka, Musul, Telafer, Halep, Felluce, Dera, Şam, Deir ez Zor gibi İslam beldelerinde 3 bin 600 mescid günümüzün haçlıları olan BATILILAR tarafından yıkıldı. Mescidi Aksa ve oradaki kardeşlerimiz çok ciddi bir zulüm altındalar. Tam bu ahvâl ve şeraitte vahye kulak veriyoruz:

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ ﴿٢١٤﴾

 “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara,2/214.)

Müslümanlar Müslümanca hareket edebildiğinde, Allah’ın sımsıkı sarılmamızı emrettiği vahye sarıldığında, Rabbimizin bize “en güzel örnek” olarak gönderdiği Muhammed Mustafa (sav) e nebevî metoduna uyum sağladığında, Mevlâmız olan Allah’a sığınıp yardımı sadece Rabbimizden isteyip, "Biz, müşrikten yardım kabul etmeyiz” diyebildiğimizde #FreeQuds olacak inşallah.

Muhterem Mustafa Ekici Beyefendi’nin yürekten “âmin” dediğim duası ile ile son veriyorum yazıya: 

“Yüzyıldır ölümlere yatırılan milletin adına; katledilen gençler, yaşlılar; tecavüze uğrayan kadınlar, kızlar; derin bir kan gölünde vahşice boğdurulan çocuklar, bebekler aşkına; çığlıkları duyulmayan mazlumlar aşkına; her gün bir bahane ile yavaş yavaş katledilen, akıl almaz desise ve hilelerle harimine girilen Kudüs’ün iniltisi aşkına; Şam’ın, Bağdat’ın yetimleri aşkına; namus ve onur aşkına; özgürlük ve ekmek aşkına; Allah, Muhammed aşkına; yüzyıldır parça parça doğranan, mahremine girilen mübarek insani değerlerin tamamı aşkına; elimizdeki avucumuzdaki tek varımızı, canımızı, kanımızı kurban eyledik, kabul buyur Allah’ım.”[8]

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿١٤٧﴾

“Onların sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et ve (zafer nasip eyle)” demekten ibaretti.” (Âli İmrân,3/147.)


Ahmet Hocazâde, 21.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları




[1] http://www.bik.gov.tr/muslumanlarin-mescid-i-aksa-sessizligi-uzucu/
[2] Mustafa Ekici, http://www.sonsuzark.com/2017/07/sa4596ky20-mek69-temmuzun-kan.html?spref=tw&m=1
[3] 23.12.2016 tarihli Hutbe. “Allah’ın Yardımı Müminlerle Beraberdir.” http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/HutbelerListesi/Allah%C4%B1n%20Yard%C4%B1m%C4%B1%20M%C3%BCminlerle%20Beraberdir.pdf
[4] Fuad Hamidoğlu , ALLAH‘IN YARDIMI VE NUSRETİ NE ZAMAN VE NASIL GERÇEKLEŞİR?, Köklü Değişim Dergisi, Sayı 109,
https://www.kokludegisim.net/109.Sayi/allah-in-yardimi-ve-nusreti-ne-zaman-ve-nasil-gerceklesir.html
[5] Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, İzzet Savaşı, Altınoluk, 1994 - Eylul, Sayı: 103, Sayfa: 5. http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yazarlar&yazar_no=339&MakaleNo=d103s005m1&AdBasHarf=%C4%B0&limit=105-15
[6] Darimî, Siyer 53. Ayrıca bk. Ebu Davud, Cihad 142; İbni Mace, Cihad 27; Ahmed İbni Hanbel, Müsned Vl,68,149.
[7] عَنْ عَائِشَةَ، زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهَا قَالَتْ: خَرَجَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قِبَلَ بَدْرٍ، فَلَمَّا كَانَ بِحَرَّةِ الْوَبَرَةِ أَدْرَكَهُ رَجُلٌ قَدْ كَانَ يُذْكَرُ مِنْهُ جُرْأَةٌ وَنَجْدَةٌ، فَفَرِحَ أَصْحَابُ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ رَأَوْهُ، فَلَمَّا أَدْرَكَهُ قَالَ لِرَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: جِئْتُ لِأَتَّبِعَكَ [ص:1450]، وَأُصِيبَ مَعَكَ، قَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «تُؤْمِنُ بِاللهِ وَرَسُولِهِ؟» قَالَ: لَا، قَالَ: «فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ» ، قَالَتْ: ثُمَّ مَضَى حَتَّى إِذَا كُنَّا بِالشَّجَرَةِ أَدْرَكَهُ الرَّجُلُ، فَقَالَ لَهُ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، قَالَ: «فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ» ، قَالَ: ثُمَّ رَجَعَ فَأَدْرَكَهُ بِالْبَيْدَاءِ، فَقَالَ لَهُ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ: «تُؤْمِنُ بِاللهِ وَرَسُولِهِ؟» قَالَ: نَعَمْ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَانْطَلِقْ»
[8] Mustafa Ekici, Temmuz’un Kanı. http://www.sonsuzark.com/2017/07/sa4596ky20-mek69-temmuzun-kan.html#more

Seçkin Deniz Twitter Akışı