27 Ağustos 2016 Cumartesi

SA3353/KY26-CA73: Dört Şehit, Sayısız Sıfat

"...."


Emeğin ve Kaygının Şiiri

İstiklâl Savaşımızda yoksunluklara rağmen verilen destansı direnişin örneklerinden birini yaşattı bize, Pendik Belediyesi’nde kepçe (iş makinesi) operatörü olarak görev yapan Yalçın Aran.

Mesleği üzerine düşününce, gözlerimizin önüne yıkılan bir gecekondunun kalıntılarını ortadan kaldırmaya çalışan bir kepçe geliyor. Deprem kalıntıları, yol inşaatı, hafriyat çalışmaları, dolan ve boşalan kepçe olmadan düşünülemez. Bir kepçe başka ne işe yarar, bunu Yalçın Aran’dan öğrendik. 

Darbe girişimi sırasında kepçesiyle sokaklara indi, tankın önüne siper oldu, uzun namlulu silahlarla, uçaksavarla şehit edildi. Kepçesiyle tankı durdurmaya çalışması, ihmal edilebilir bir ayrıntı olabilir mi? Kepçe kullanmak onun sanatıydı, inşaatların çeşitli süreçlerini ustalığıyla etkilemiştir muhakkak ki… İş makineleriyle tankların önüne yürüyen başka cesur insanlar da tanıyorum, ev geçindirdikleri makinelerle değil yalnızca, bedenleriyle de atıldılar tankların önüne.

36 yaşındaydı, Asalet Aran’ın eşi, beş çocuk babası Yalçın Aran. Nasıl bir insandı, üzerine düşünüyorum. Beş kız çocuğu sahibi işçi, geçim dağdağasında kaybolup gitmeyebilirmiş. Silahlarla arası nasıldı? Kullandığı aracı silah edindi. Tanka karşı kepçe, o geceye özgü devrim ışıltısını oluşturan cesaretin ve imanın aracıydı. İş makineleri, kamyonları ve sıradan araçlarıyla köprüye yöneldi insanlar. 

Aran’ın kepçesi Beykoz gişelerini kapatarak darbecileri şaşkına çevirdi. Bir kepçe tanka karşı direniyorsa, orada şiir geri çekilir; bir süreliğine de olsa. Faşist fütürist şair Marinetti, savaşı, silahları, şiddeti, metali, öldürmeyi yücelmiş ve ve estetize etmişti. Yalçın Aran ise iş aracıyla bir askeri darbenin bastırılmasını sağlayarak hayattan ve direnişten yana bir şiire katıldı. Geçit vermediği tanktan açılan ateş sonucu şehadete erişti. Köleliğe karşı haysiyetin, yalana karşı saflığın savunusu… Kahramanlık da başka nasıl tarif edilebilir ki…

Cenazesi Niğde’ye bağlı Değirmenci kasabasında toprağa verildi Yalçın Aran’ın. Çocukları henüz küçük olmalılar. Ailesine onun bıraktığı boşluğun hüznünü tamamen unutturamayız elbet. Ancak babalarının örnek kişiliğini birlikte hatırlamanın kanallarını çoğaltmalı, bu konuda projeler hazırlamalıyız.


Yalçın Aran


Gani Gönlün Bağışı

Bütün halk birlik olmazsa, kavga haklı olmuyor, diye geçiyor Cem Karaca şarkısında. 15 Temmuz şehitleri arasında iş adamları da var işçiler de. Toplumsal fay kırıkları oluşturarak sürekli birbirimizi kırıp geçirmenin meydanlarını hazırlamaya çalışıyorlardı bizlere. Daha sonra, darbe girişiminin iç yüzü kısmen bile anlaşıldığında, halkın desteği daha da genişledi.

Metin Arslan’ın 44 yaşında ve bekar bir inşaat işçisi olduğunu okudum, cenaze törenini anlatan, neredeyse aynı ifadelerle çeşitli sitelerde tekrarlanan bir haberde. Arayıp da ulaşamayan yakınları İstanbul'a gelmiş ve Adli Tıp Kurumunda yer alan isim listelerine bakarak öğrenmişler şehadetini. İşçi ölümlerine başka bir şekilde alışık olan Karabük’te toprağa verildi.

Sonraki günlerde de hakkında aklıma gelen sorulara cevap verecek bir habere ulaşamadım. Kaç yıldır İstanbul’daydı, hali hazırda nerede çalışıyordu? Taşeron firmalardan biriyle mi iş görüyordu, emeğinin karşılığını teri kurumadan alabiliyor muydu… Nasıl bir evde kalıyor, iş saatleri dışında vaktini nerelerde geçiriyordu? Ürün veya mekanı, üzerinde emeği olanı hatırlamadan kullanma gibi normalleşmiş, hakşinaslıktan uzak bir alışkanlığımız var.

İnşaat işçisi, emeği bir firmanın ambleminin gerisinde kaybedilen kişi. Büyük ihtimalle yaşayamayacağı ihtişama sahip binalarda çalışırken aklından neler geçiriyordu acaba… Ter döktüğü inşaatlar hakkında sınırlı tahmin yürütebilirim Arslan’ın, ama mesuliyet hissinin kaynakları üzerine yüzlerce sayfa yazabilirim. 

Gani gönüllü, sağlam karakterli, cevvaldi, herhalde. 15 Temmuz Cuma günü akşam, darbe girişimini engellemek için önce Boğaz Köprüsü'ne gitmiş, daha sonra aldığı haberler üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi önüne geçmiş. Şehrin ona tanıdığı imkânın çok üstünde bir şehirlilik bilinci taşıdığı muhakkak. Gözüne isabet eden kurşunla şehit olduğu yazılı haberlerde. Gece yarısı şehri koşar adım kat ederken neleri gördü kurşunlanan gözleri, tam olarak asla bilemeyecek, sorumluluk hissi ve yiğitliği için ona borçlu kalmaya devam edeceğiz.


Metin Arslan


Cömertliği Yüzüne Vuran

Türkmen Tekin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sokağa çıkın” çağrısı üzerine apar topar hazırlanmaya başladı. Eşi Ramazan Tekin’in, ortalığın biraz sakinleşmesini beklemesi yönündeki teklifine yanaşmadan –tesettürlü giyimi biraz vakit alabileceği halde- kısa süre içinde hazırlandı, acelesinden ayakkabısını bile giymedi, terlikleriyle çıktı evden. 'Vatanımız için, hadi çabuk ol' diye bağırıyordu bir yandan da. 

Karı-koca, Esenler'de Atışalanı Karakoluna kadar yürüdüler. Cuntacıların tankları Atatürk Havalimanı’na doğru yürüttüğünü öğrenince, içecek su alarak orada toplanan diğer direnişçilerle birlikte havaalanına yöneldiler. Yolun bir noktasında birden ışıklar kesildi. Görmesinler diye ışıkları kapatılan tank üzerilerine yürüdü ve Türkmen Tekin’i ezdi. Ramazan Bey o an dünyanın durduğu hissi içinde olduğunu anlatıyor. Ağlaya ağlaya Türkmen Hanım’ı tankın altından çıkarmaya çalıştı. Eşi, gözlerinin önünde şehit olmuştu.

Hamd ve Şükür içinde yaşayan ve evin geçimine katkı sağlayan bir kadın olduğunu anlatıyor akrabaları. Maddi sıkıntı yaşasalar da, elinde olanı son kuruşuna kadar muhtaçlarla paylaşacak kadar cömertmiş. Başörtüsü mücadelesi vermiş. Darbeyi başından almış, çenesi parçalanmış.

Eşi, annesi, kız kardeşi ve eltisinin hakkında anlattıklarını okudum. Onunla ilgili sarf edilen sıfatlardan biri, “cömertlik.” Şükründen söz diyorlar ayrıca, iyimserliğinden, gayretinden. Müminsen ilk anahtarın "cömertlik "olmalıydı, Tirmizî rivayetine göre, ikinci anahtarın ise "iyi ahlâk". Fotoğrafını inceliyorum: İçi dışı bir insanlardan, kalbinin güzelliği yüzüne vurmuş. Öyle ya, yüzümüz zamanla kendi eserimize dönüşüyor. Allah'ın verdiği yüzü yaşayıp giderken amel, duygu ve düşüncelerimizle yeniden yapıyoruz.

Bir kadın niye yollara düşer gecenin bir vaktinde, hangi cesaretle atılır karanlığa… Cumhurbaşkanı çağrıda bulunmuştu, televizyonda dinlemişti; öyleyse meydanları boş bırakmamak gerekirdi. Eşini dostunu da ikna etmişti. 43 yıllık hayatında yaşadığı üçüncü darbenin geri çekilmesinde payı var.
Yaya ve silahsız bir kadınla hiç adil, hiç denk olmayan karşılaşmayı göze alamayıp, ışıkları karartıp üzerine yürüdüler. Yaya ve silahsız bir kadının beklemedikleri direnişiyle planları ayaklarına dolandı, tuzağa dönüştü.


Türkmen Tekin

Aşkla Bilinen

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevliydi Aytekin Kuru. 21 yıllık polis memuruydu. Darbe girişiminden 15 gün önce Özel Harekat Daire Başkanlığı'na atanmıştı.

Hava saldırısının ardından, Cumartesi günü bütün aile Aytekin Kuru’ya ulaşmaya çalıştı. Adana’nın Kozan ilçesine bağlı Pekmezci Mahallesi’nde yaşayan annesi Esma, tedirgin olmasını istemediği halde sonunda gelini Ayşe’yi aramaya mecbur kaldı. “Ben de ulaşamıyorum” dedi Ayşe. Esma Hanım, huzursuz bir gecenin ardından ertesi gün çocuklarıyla birlikte Ankara’ya hareket etti.

Yaralı mıydı, esir mi? Bir yerde bayılıp kalmış mıydı yoksa? Hafızasını yitirmiş olamaz mıydı? Kısa bir süreliğine bu sorular geçmiştir akıllarından. Morgda teşhis edinceye kadar ümit duymayı sürdürmüşlerdir. 

Aile sabah saatlerinde Ankara Adli Tıp Kurumu Morgu’na gitti. İnsan 15 yıl evli olduğu kişinin ölüsünü tanımaz mı hiç? Ne boy, ne kilo, ne renk, ne tebessüm… Bir morg nasıl bunca tanınmaz hale gelmiş cesetle dolu olurmuş… Kişisel olanı, kendine özgü duygu ve düşünceleri yok etmek üzere gelen darbe girişimi, paniğe kapılınca, amansız bir şiddetle direnişçilerden öç almaya çalışmış sanki. Bir işaret gerekliydi, çok belirgin bir fark. 

Ayşe Hanım cenazeler arasında eşini ararken bir elde gördüğü yüzük dikkatini çekti. Nişan alyansını tanıdı. Baktı, baktı ve haykırmaya başladı, bakarak ağladı. Bakışlarına ağır gelse de yüreğiyle kavradı şehidini. 14 yaşındaki kızları Rabia Gizem’e, 4 yaşındaki oğulları Mehmet’e bu olanları nasıl anlatacağını düşünürken sinir krizi geçirdi. Alyansı öylece bıraktı mı, son bir kez sarılmanın yaşanmadığı bir ayrılık mı bu, bilmiyorum.

Asla gerçekleşemeyen son bir kucaklaşmanın yerini hangi sözler tutabilir, ne tür bir tanıma? Çok açık olan değil, rutinleştiği için unutulduğundan da değil, başlangıcın izi olarak alyans başka türlü bir varlığın da sembolü. Bundan sonra ne yaşarsa yaşasın, morgda gördüklerinden sonra içeriği bir haşiyeden farksız olacaktır; öyle mi düşündü… Şehitler ölmez, bunu sürekli hatırlatması gerekecek ölümden söz edenlere. Sonsuz aşk da başka nasıl tarif edilir ki… Alyansı tanıdı ve adı efsanevi aşkların sırasına yazıldı.


Aytekin Kuru


Cihan Aktaş, 27.08.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015







Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

Seçkin Deniz Twitter Akışı