12 Mart 2016 Cumartesi

SA2612/KY46-EE6: Politik Sinema ve Bilgi'nin Kurgulanabilirliği Üzerine Notlar

"Aslolan bilgi iletimidir ve bilginin kurgulanabilirliğidir. Sinema bu iki temel unsur üzerinden politik görev üslenir. Bu kurgusallık, seyirciye beyazperdede sunulan öykülerde farklı politik tavırların ortaya çıkmasına da imkân tanır."


Sinemayı kutsallaştıranlar genellikle “sanatların sanatı” olduğunu düşündükleri için bu fikre kapılmışlardır. Ama asıl önemli yönünü, bir kitle iletişim aracı olduğunu görmezden gelirler. Sinemanın sahip olduğu estetik unsurları ve yönetmenin kullandığı yöntemlere değer verip, kitle iletişim aracı olma özelliğini önemsiz kabul eden bir bakış açısıdır bu. Oysa sinema var olduğundan beri toplumsal anlamda bilgi iletim görevi üslendi. Aynı zamanda birçok sanatın bileşkesi olarak, insanoğlunun estetik potansiyelini en yoğun şekilde kullanabileceği bir mecra olarak yoluna devam ediyor zaten. 

Yeri gelmişken kendisini fotoğraf sanatçısı diye niteleyenleri “Hayır ben foto muhabiriyim” diye ikaz eden ustayı da saygıyla analım. Sinemada da öncelikle şu soruların cevabını bulursunuz; “Ne, nerede, ne zaman, nasıl, neden ve kim”. Bunlar bir muhabirin işini yaparken sorduğu sorulardır.

İşte bilgi aktarımı da burada başlar. Kadim medeniyetlerden beri bilinen ve kitle iletişiminde kullanılan “bilginin kurgulanabilir” özelliğini de sinemaya taşır. Binlerce yıldır insanlar tarafından yapılan bilgi kurgusunun, sinemanın görsel kurgusuyla bütünleştiğinde ortaya çıkan sonuçlarını biz şimdi sinemalarda izliyoruz.    

İlk kurgusal örneklerin ortaya çıkışıyla sinema, yeni bir fotoğraflama tekniği değil, ayrı bir sanat olduğunu göstermişti. Kurgu, aynı zamanda sinemanın bugünkü anlamıyla yeni bir “medya” türü olduğunun da ispatıydı. Kaydedilip, yayılabiliyordu. Kullandığı teknikler sayesinde binlerce yıllık tiyatronun önüne geçiverdi. Bu arada tiyatronun da bilinen en eski bilgi iletim yollarından birisi olduğuna da değinmiş olalım. 

Tiyatro sahnesi, oyun yazarı ve sanatçıların halka veya yönetimdekilere iletmek istedikleri mesajları dile getirdikleri yerdi. Sinema; tiyatronun bu “politik” yönünü de üslenmekte gecikmedi.

Dikkatinizi çekti mi bilmem, “politik” olmayı temelde bilgi iletimi ve bilginin kurgulanması ile ilişkilendiriyorum. Sinema açısından ne üretim ilişkilerini incelemek, ne de sosyal sınıfların birbiriyle ilişkilerini ele almak “temel” bir politik tavır değil aslında. Sadece var olan belli politik felsefelerin uzantısıdır. 

Aslolan bilgi iletimidir ve bilginin kurgulanabilirliğidir. Sinema bu iki temel unsur üzerinden politik görev üslenir. Bu kurgusallık, seyirciye beyazperdede sunulan öykülerde farklı politik tavırların ortaya çıkmasına da imkân tanır. Yazarın ve yönetmenin öznel bakış açıları, topluma ulaşan bilginin niteliğini ve niceliğini belirler.

Sahnede veya perdede sunumu yapılan sanatların öykülendirme yapabilmesi için “Bilginin Kurgulanması” işin tabiatında var. Bunu bir tür düşünsel seçicilik veya ayıklama olarak da görebilirsiniz. Görsel kurgunun sinemayla başlangıcı yeni, bilginin kurgulanması ise dünya tarihindeki kadim uygarlıklar kadar eskidir. Sinemadaki kurgusal anlatımların üretimi ve kabul görmesi de, bu köklü gelenekten beslenen topluluklar sayesinde oldu. Yeryüzünde binlerce yıldır bilgiyi kurgulayarak insanlara aktaranlar, hareketli görüntülerin de kurgulanabildiği bu yeni sanatı kucakladılar. 

Sinema üzerine kafa yoranların çoğunluğu, dünya üzerindeki insan topluluklarının ayaklanarak hakim sınıflara karşı verdikleri mücadelelerin anlatıldığı filmleri politik sinema olarak niteliyorlar. Oysa bu hareketlerin ortaya çıkışına ilişkin bilgilerin de kurgulanabilir olduğunu, öznel bakış açılarıyla belirlenebilirliğini göz ardı edemeyiz. 

Politik sinema, sadece ayaklanmalar, devrimler ve toplumsal/siyasal mücadeleler tarihini anlatmakla yetinmemeli. Devrimler düzenlerin değişimine sebep oluyorsa, bu yıkılası sömürü düzenlerinin oluşumuna, nasıl yoktan var olabildiğine ışık tutmayı daha önemsiz görmemeli sinemacı. 

Sosyal ve siyasal sistemlerin tesadüfen veya kendiliğinden oluştuğunu varsayıp, sadece ötesinde yaşanan hikayeler anlatmak sinemanın işlevini kısıtlamak olmaz mı? Ya da kurulu sömürü düzenlerinin yönetimler değişince farklı merkezlere hizmet eder hale geldiğinde devrimlerin gereklilik olduğun savunmaya ne demeli? Sömürü aynı, halk aynı. Oligarşinin niteliği değişince mi devrim gerekli oluyor, neden daha önce değil? Politik sinemayı kalıplara hapsedenlere sorulacak bir sürü soru...

“Kim, nerede, ne zaman, nasıl, niçin ve ne yaptı?” gibi soruları sömürü düzenlerinin yıkılışına dair sorulmamalı; nasıl kurulduğuna ve insanların buna nasıl izin verebildiklerine ya da seyirci kaldıklarına dair de sorulabilmeli. Sinemanın işlevselliğine asıl uyan da budur. Yoksa düzen kurucularla, işler istedikleri gibi gitmediğinde yıkılmasını isteyenlerin aynı kişiler olduklarını düşünmemiz gerekmez mi?  

Mesela ünlü Berlin Duvarı'nın yapılmasına yol açan ortam ve sebepler, yıkılmasından daha önemsiz olabilir mi? 

Burada biraz duralım isterseniz; duvar ayaktayken yaşananlara ve sonra yıkılışına dair çok şey izlediniz ama “inşâsına” dair kaç film izlediğinizi bir düşünün. Herhalde hiç izlemediniz değil mi? 

Ben izlememiştim, ta ki geçenlerde gösterime giren Spielberg'in “Casuslar Köprüsü” filmine kadar. Filmde duvar yapılırken Doğu tarafında kalan Amerikalı genç bir doktora öğrencisinin dramı da anlatılır. Tereddütle yaşadığı birkaç dakikalık gecikme o sırada örülmekte olan duvarın ötesinde kalmasına yol açar ve başına gelmeyen kalmaz.

Duvarla ilgili yaşanmış acılar, romanlara ve filmlere konu oldu. Ünlü yönetmen Alan Parker'ın unutulmaz “The Wall” (1982) filmi de duvara ilişkin yaşanmışlıkların görsel izdüşümlerini başarılı kurgularla beyaz perdeye yansıttı. Sadece Doğu ve Batı Almanyayı ayırmasını değil, özellikle Batı toplumlarına içeriden bakarak sosyal ve siyasal hayata dair eleştirel bakış açısıyla yabana atılmayacak bir duvar metaforu taşıyan film, politik sinema adına bir önemli bir örnek sayılıyor. 

Pink Floyd'un başarılı müziklerinin fazlaca ön plana çıkmasına rağmen, savaş karşıtlığı, eğitim sistemi ve militarizm eleştirisine dair sahneleri, filmin “insanlık” için önemli mesajlarını taşıyordu. 

Parker, duvarın aslında sadece Berlin'de değil, farklı türlerinin kapitalizmin despotizme evrilerek Batı'daki pek çok ülkede yaşanmış olduğunu da gündeme getirdi. Tabii burada yönetmenin “insanlık”, “yönetim” hatta “eğitim” kavramlarına yüklediği anlam ve eleştirileri hem ironik, zaman zaman da paradoksal kurgularla sunması sinema adına çıktığı zirveyi gösteriyordu. 

Bu öyle bir zirveydi ki, kimsenin aklına “Hangi insanlık?” sorusu gelmiyordu. Çünkü eleştirilen aslında Batı medeniyetinin kokuşmuşluğu iken, Doğulu kimlik belirten kıyafetler içerisindeki birilerinin de sistem karşıtlarının mücadelesinden bir tür ganimet çalma yoluyla nasiplendikleri gösteriliyordu. 

Ünlü müzik grupları duvarla ilgili albümler çıkardılar. Özellikle Pink Floyd'un sözünü ettiğim “The Wall” (1979) albümü rock müzik tarihinin önemli yapıtlarından birisi olarak kayıtlara geçti. Duvarın yıkılışı, dünya tarihinde dönüm noktası olarak kabul edildi. Sonraki yıllarda da bütün dünyanın izlediği canlı yayınlanan, özel efektler kullanılarak görsellik kalitesi oldukça yüksek sayılabilecek konserlerle anıldı. 

Yıkılan duvarın parçalarını ise o dönemi yaşamış insanlar evlerinden hâlâ hatıra olarak saklıyorlar.  
“Duvar”' temalı çalışmaların sonuncusunu 2014 yılında Pink Floyd'un kurucularından ve aynı adlı albümdeki bir çok şarkının bestecisi Roger Waters yaptı. 

Universal şirketinin etiketiyle piyasaya çıkan “Roger Waters: Duvar” isimli belgesel/sinema filmi eylül 2014'te dünya sinemalarında gösterime girdi. Bu filmde sanatçı Birinci Dünya Savaşında ölen dedesinin mezarının bulunduğu Fransa'daki The Thiepval Memorial anıt/mezarlığını ziyaret eder. Savaşta ölmüş yüzlerce insanın mezarlarının karşısında çantasından çıkardığı trompetiyle hüzünlü bir ezgi çalarken, başının birkaç metre üzerinden canhıraş bir gürültüyle bir B52 bombardıman uçağı geçer. Savaş bitmemiştir. 

Cebinden bir kitap çıkarır ve sesli olarak şunları okur:

"Yönetenlerin çoğu yalan söyler, ama bu yalanlar, Chevallier'in burada bahsettiği tercih edilmiş ve geliştirilmiş cehaletten daha az sarsıcı ve daha az yıpratıcıdır.  Bu cehalet, merhamet uyandıran her şeyin gerçekliğini reddeder. Böyle savaş liderlerinin ya da günümüzdeki ekonomi stratejisi uzmanlarının acımasız olduklarını düşünmek bir hatadır. Onlar böyle duygulardan yoksundur. Bunu öğrenmemiz ve buna göre hareket etmemiz gerekir.  Onlar böyle duygulardan yoksundur.” 

(Dedesi) George Henry Waters, kömür madencisi.

İşte gerçek bir sanatçının görevi kurgulanmış bilgiye karşı durmak olmalı. Belki de Roger Waters sırf o kitaptan dedesinin insanlığa mesaj veren sözlerini okumak için bu filmi yaptı. Savaş liderlerinin ve ekonomi stratejistlerinin acımak diye bir duygusu yoktur ki az veya çok diye sorgulayalım. Herkes bunu bilerek hareket etsin dedi. Sisteme tam bir karşı duruş. Bilgiyi aktarırken sinemalarda gösterilecek bir filmi tercih etmesi, onun başarılı bir müzisyen olmasına gölge düşürmüyor. Çünkü zaten filmde mesajını destekleyen bestelerinden oluşan müzik bölümleri var. 

1979 yılında çıkardıkları Pink Floyd albümündeki “Duvar” metaforu içeriden bir sesin Batı adına bir özeleştirisi olarak kabul edilmişti. Fakat Waters, “Duvar” ile açtığı bu yolu tüm dünyada savaş karşıtlığı ve ezilenlerin haklarını savunmak adına, özgür düşünce adına sürdürmeye kararlı. İçeriden eleştirdiği Batı'nın eleştirisini birkaç yıldır bir dış ses olarak yapmaya başladığında oldukça yadırgandı. Tepki aldı. Bunun için kurgulanmış bilgiye dayalı düşünce kontrolüne karşı çıkması yetmişti. 

Yıllar önce “Duvar”ın yıkılmasına uğraşan bir insanın günümüzde inşâ edilen duvarlara karşı çıkması kadar doğal ne olabilirdi ki? İsrail'in West Bank'ta (Batı Şeria) Filistinlilere karşı yaptığı yasadışı duvarı eleştirdi.  Bu bölge için dünyaya kabul ettirilmeye çalışılanın tam aksine “Filistin adlı ülkenin işgal altındaki toprakları” ifadesini kullandı. Batı sisteminin görmezden geldiği ayrımcılığı eleştirdi, ırk ve din ayrımcılığını temsil eden bu duvarın yıkılması için elinden geleni yapacağını ilan etti. 

Batı Şeria'ya giderek duvarın üzerine sprey boyayla “No though control” (Düşüncenin kontrolüne karşıyım) yazdı. 1979'da çıkan albümdeki söylemin aynısı. Yere, topluma ve çıkar ilişkilerine göre değişmeyen doğrularını söylemekten çekinmedi. Dünya toplumlarına değişik kurgularla kabul ettirilmeye çalışılan bilgilerin yanlış olduğunu ve bu kurguya karşı çıktığını ifade etti. 
Sanırım bilginin kurgulanması ile neyi kasdettiğimi şimdi anladınız.    

Berlin Duvarı'nın öyküsüne dönersek; yirmibirinci yüzyılda insanlık, özellikle genç kuşaklar, Berlin Duvarı'nın neden, nasıl, kim tarafından, ne zaman, niçin yapıldığı konusunda çok net bilgilere sahip değiller. Acıları yaşayanlardan halâ hayatta olanlar biliyor, onlar ölünce, kütüphanelerin tozlu raflarında kalacak. Biz de bu bilgiye, birilerinin bize aktarırken kurguladıkları şekliyle sahip olabileceğiz ve ona göre değerlendireceğiz duvarı. Yıkılışını evimize, televizyonumuza kadar getirenler, filmler yapanlar, yaşanan acıları aktaranlar iyi işler yaptılar, ancak niye hiç yapılışından bahsedilmediği konusunda bizim aklımıza bir soru işareti bile düşmedi. 

Casuslar Köprüsü filmiyle elinde mala ile duvarı ören “duvarcı ustaları”nı ilk kez usta yönetmen Steven Spielberg gösterdi bize. İşte o an zihnimde; sahi neden hiç yapılışını görmedik diye bir soru oluşmasaydı, bu yazıyı yazmamış olacaktım. Sormak ve sorgulamak iyidir diyenler bile asıl soruları, gereken yerde sorduğunuzda sizi yanıltıyor ve yargılıyor olabilirler. Sorularınızı kendiniz üretip sorarsanız belki kurgulanmamış bilgiler elde edebilirsiniz. Umarım bundan sonra sinemada izlediklerinizi sadece görüntü kurgusundan ibaret olmadığını bilerek, bilgilerin de kurgulanabilir olduğunu düşünerek izlersiniz. 

Ayrıca unutmamak gerekiyor ki; insanoğlunun dünya üzerinde var olduğu kadim tarihlerden beri bilginin asıl sahibi, gerekli gördüğünde güncellemeler yaparak insanların elindeki bilgilerin doğru ve kurgulanmamış kalmasını sağlamıştı. Şimdi elimizde son güncellemeyle gelen doğru bilgiler mevcut. Bir daha da güncelleme gelmeyecek. Kurgulanmasına karşı durmak sorumluluğu artık bütün insanlığın omuzlarında. 


Ekrem Ergüder, 12.03.2016, İstanbul, Sonsuz Ark, Sinema-TV, Medya
Ekrem Ergüder Yazıları




Roger Waters ile ilgili bilgiler için:

1- http://www.timesofisrael.com/roger-waters-and-bds-how-the-wall-became-anti-israel/
2- http://www.rollingstone.com/music/news/roger-waters-on-the-wall-socialism-and-his-next-concept-album-20151102?page=3
3- http://mycatbirdseat.com/2010/06/roger-waters-%E2%80%93-we-shall-overcome-palestine/
4- https://youtu.be/UdX5WpRrwtM
5- http://mondoweiss.net/2013/09/roger-waters-says-israels-wall-is-100-times-more-horrifying-than-berlin-wall/
6- http://warisacrime.org/content/roger-waters-speaks-un-russell-tribunal-palestine

Seçkin Deniz Twitter Akışı