6 Aralık 2015 Pazar

SA2147/KY5-PT87: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 7

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 7

61. Çölde Hızır’la karşılaşma yalanı (S.40)

Nitekim Ebu Mansur, İbrahim Havvas'a (öl. 291/903) «Nefsini hangi makamda tutuyorsun» diye bir soru sormuştu.

Mutasavvıflar içinde iki tane meşhur İbrahim vardır. Bunlardan biri İbrahim b. Edhem, diğeri İbrahim Havvas'tır. Bu ikincisi çölde Hızır'la karşılaşmış ve «hangi davranışım sebebiyle seninle karşılaş­tım» diye bir soru sorunca, Hızır «Annene karşı iyi davranman se­bebiyle», şeklinde karşılık almıştı. Evet Ebu Mansur'un yukarıdaki sorusuna İbrahim şöyle cevap verdi: Otuz yıldan beri nefsimi tevekkül makamında bulunduruyorum. Otuz yıldan beri, tevekkül makamında riyazetle nefsimi düzelt­meye ve tashihe çalışıyorum. Tevhid-î sıfatın gayesi rızâ olduğu gibi tevhid-i efâlin gayesi de tevekküldür. Tevhid-i efâi ise kulun kendi fiillerini Hakk'ın fiilleri olarak müşahede etmesidir. Çünkü Kur'ân'-da «...Rabbin ne dilerse onu hakkıyla yapandır», (Hûd, 11/107) buyurulmuştur. Bu müşahede anlayışı kuvvet bulsa halka itiraza yer kalmaz. 

Şöyle bir söz de vardır: «İnsanın, kendi nefsine farkla, hal­ka ise cem ile bakması gerekir», Kurtuluş yolu budur. Cem' ile ba­kıldığında «Cebr-i mutlak» lazım gelir. Suyun zorla çevirdiği değir­men taşı gibi. Zorla da olsa dönen taş olduğu için bu görevi yerine getirmesi sebebiyle kesb ve ihtiyar söz konusudur. Bu durumda mut­lak değil de mutavassıt, orta bir cebr anlayışı gerekir ki Ehl-i sünne­tin de düşüncesi böyledir. Bu konuda daha ileri giderek bazı sözler söylemek mümkünse de kaderin sırrından olduğu için tartışma konu­su olmalarına izin ve müsaade yoktur.


62. Tasavvuf dinine göre ölüm çeşitleri  uydurması (S.43-44)

Ölüm de bir kaç çeşittir:

Mevt-i ahmer (Kırmızı ölüm): Nefsin isteklerini yerine getirme­mektir.
Mevt-i ebyaz (Beyaz ölüm): Aç kalarak karnı öldürmektir.
Mevt-i ahdar (Yeşil ölüm); Değersiz bez parçalarını bir araya getirerek yamalı elbise giymek. Çünkü yeni elbise dünya ile ilgili bir arzu sayılır.
Mevt-i esved (Siyah ölüm): Halkın eza ve cefasına tahammül et­mek demektir. Bu hale «Fena fillah»da derler. Yani bütün fiil ve ha­reketleri sevgilinin fiilinde ifna etmek, yok bilmektir. Allah'dan baş­kasının fiili yok olunca kâinatta cereyan eden bütün işler bizim aley­himizde de olsa artık ona eza ve cefa denmez. Çünkü hepsi O'ndandır. Zehir de olsa içilir, tadılır. Sevenin sevilende fena bulması, muhibbin mahbubda ifnası, denen şey de budur..

63. “Veliler Allah’ın özellikle seçtiği kimselerdir.” İddiası (S.48)

Velîler Allah'ın özellikle seçtiği kimselerdir. Bunlar padişahın özel hizmetçilerine benzerler. Bunlar sadece sultana hizmet ederler. Savaş ve diğer işlerle uğraşmazlar.       
       
64. “Veli’nin yaktığı bir mumu hiç kimse söndürememiş” yalanı (S.51)

Velilerden biri verdiği bir ziyafette bin tane mum yakmış. Da­vete katılan dostlar bunun israf olduğunu söyleyince «öyleyse sön­dürün», diye emretmiş. Ziyaretçiler ne kadar söndürmeye uğraşmışlarsa da söndürememişler. Durumu gören ev sahibi: «Bunları kendimiz için yakmadık. Hak için yaktık. İsraf değildir, onun için söndüremediniz. Hakk'ın çerağını, nurunu kimse söndüremez.» demiş.

65. “İlk fetih ve kalbin açılışı mürşidin eli altında onbeş gün sürekli halvet ve zikirle başlar” yalanı (S.57)

İlk fetih ve kalbin açılışı, mürşid-i kâmilin eli altında on-onbeş gün sürekli halvet ve zikirle başlar. Bu noktada mürşid çok önemli­dir. Çünkü hiç bir kimse kendi kendinin manevî olarak yükseldiği­ni veya düşdüğünü bilemez. Son fetih ise on seneden daha çok süre­bilir. Çünkü tevhîd, tecrîd, tefrîd, âfâk ve enfüste sıra takib etmek gereklidir. Bu makamlar bir anda aşılmaz. Esas gayeye ulaşmak için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Mümkündür ki fenadan sonra kırk yılda velayet mertebesinin sonuna, beka ile de yirmiüç yıl son­ra nihayetin nihayetine ulaşır. Onun için bir iki keşif ve 'tecellî nok­tasına ulaşanlar, işin bittiğini zannedip aldanmasın. Bu meydanın alanı çok büyüktür.

66. “Salik’in cesedi kabirde parçalanıp çürüyüp kokmaz” yalanı (S.60)

Bu ilâhî nur önce kalbe ve ruha tecellî eder daha sonra sâlikin  cesedine de tesir eder, onu    nurlandırır ve bereketlendirir.    Bunun için tecelliye mazhar olanların cesedleri kabir parçalanıp,  çürüyüp tefessüh etmez.

67. “Az kalsın yolumu  şaşırıyordum o zaman hafiften bir ses işittim” yalanı (S.85-86)

 Şeyh (r.a.) şöyle diyor-. Bir gün Allah için mücâhede ile meşgul iken —halvetimi ve mücâhedemi teşviş için— şeytan gelip bana şöyle dedi: Sen âlim bir adamsın. Resûlüllah'ın (s.a.) sünnetine uyan bir kimsesin. Hadis hocalarından ve hafızlardan asar ve Peygambe­rin sünnetini öğrensen senin için şu andaki işinden, daha hayırlı olur. Bu mücâhede hayatına devam edersen büyük hadis hocaların­dan ve onların âlî isnadlarından faydalanma fırsatını kaybedecek­sin. Bunun üzerine az kalsın yolumu şaşırıyordum. O anda hatiften şöyle bir ses duydum:

«Arada vasıta olmadan haberleri işiten kimse için vasıta ile ha- berlerl işitmesi ve dinlemesi haramdır». O anda Şeyh Muhammed b. Hüseyin Sülemî'nin ömrünün   sonundaki şu sözünü   hatırladım: «Dünyanın süs ve züıetlerinden biri olan âlî isnaddan Allah'a tevbe ederim». Bu hâtınn da şeytan vesvesesi olduğunu anladım. Ve onu kovdum ve sürdüm, unutup hatırımdan çıkardım.

Bu sefer (daha cazip bir teklif) ve daha başka bir vesvese ile karşıma çıktı ve şöyle dedi: «Hile ve vesveseleri mi çok güzel anlı yor ve tesbit ediyorsun. Bunları toplasan da bir kitap haline getirsen ve ismini, 'Hiyelu'l-merîd ale'l-mûrîd' olarak koysan bu senin için dünya ve âhirette bir hazine olur. O okundukça sen sevap ka­zanırsın. Hakk Taalâ talipleri orada gösterdiğin hususlara yapışır ve şeytanın hile ve tuzaklarından kurtulurlar. İyi olmaz mı?» Tek­lif hoşuma gitti. Bunu yapmaya niyetlendim. Fakat şeyhim (r.a.) hemen beni ikaz etti: «Bu da şeytanın tuzaklarından biridir. Seni kitap yazmakla uğraştırarak vakt, üns, zikr ve kalbindeki birliği dağıtmak ve bunlarla ilişkini kesmek istiyor», dedi. Derhal gaflet uykusundan  uyandım. Bu işten vazgeçtim.

68. “Bir melek beni sırtına alarak yükseltmişti.Sonra önüme geçti ve beni öptü” yalanı (S.99-100)

Bir gün bir melek beni yükseltmişti. Arkamdan beni tutmuş ve sırtına almıştı. Sonra önüme geçti beni öptü. Nuru gözüme saçıldı, Bundan sonra «Bismillahiliezî la «ilahe illahu ve'r-Rahmanu'r-Rahîm» dedi. Biraz yükseltti sonra bıraktı beni.

Yine bir gün seher vakti halvette zikrederken meleklerin tesbihini işitmiştim. Hakk Taâlâ sanki dünya semâsına inmiş, melekler de; babası kızıp kendisini döveceğini anlayan çocuğun «tevbe, tevbe» deyip korktuğu gibi korkan ve kurtuluşu taleb ve arzu eden hallerle sözlerini suratla söylemeye başlamışlardı.

Korku halleri şiddetlenen meleklerin «Ya Kadir, Ya Kadir, Ya Kadir Ya Muktedir», diye yalvarmalarını duydum.

Bu korku hâli bitince de şöyle dua ederler: «Allahım, sevab ola­rak bize cennetlerini lütfet, azabtan da emin kıl.»

69. “Kim Ali ile musafaha ederse cennete girer” yalanı (S.100–101)

Bir kere gaybet hâlinde iken Hz. Peygamberi —yanında Hz. Ali olduğu halde— gördüm. Hemen koşup Ali'nin elini tutup musafaha ettim. O anda bana ilham geldi: Resülüllah'tan gelen haberler­de şöyle bir şey işitir gibi oldum: «Kim Ali ile musafaha ederse Cennete girer» Döndüm Hz. Ali'ye «Bu hadis sahih midir?» diye sorma­ya başladım. «Evet Resûlüllah (s a,) doğru söylemiştir, Resülüllah doğru söylemiştir. Benimle musafaha eden Cennete girer», dedi.

Tâbi ve uydu ruhlar şerefli ruhlardan bilgi alırlar. Bu öğrenme şu anda da devam etmektedir. Fakat bu şehadet âleminde değil gayb âlemindedir. Velîlerin ruhlarının peygamberlerin ruhları karşısın­daki durumu gibi. Seyyar varlığından gâib olunca bunu tadar ve hisseder.
  
70. “Gaybdan yemek alır yer” yalanı (S.105)
Müşahede ile zevk beraber bulunurlar. Ancak müşahedenin se­bebi, kalbi kaplayan örtünün kaldırılmasıyla kalp gözünün açılma­sı, zevkin sebebi ise vücut ve ruhların değiştirilmesidir.

Zevk sana gelen bir şeyi buluştur (vicdan). Bu tebdil ve değişiklik duyu organlarımız için de geçerlidir. Zira beş duyu orga­nımız başka duyu organları ile yer değiştirebilir. Buna herkes için geçerli olan uyku (güzel) bir örnektir, insan uyuduğu, az da olsa vücudun ağırlıklarından kurtulduğu ve vücut denizi ile duyguları kapandığı zaman, göz, kulak, tatma, ağız, el, ayak ve diğer bir be­den nevinden, gayb âlemine başka duyu organları açılır. (O bu or­ganlarla) görür ve işitir. Gaybdan yemek alır ve yer. Bazan yemekten sonra uykudan kalktıktan sonra bile ağzındaki bu yemeğin ta­dını bulur. Konuşur, yürür, tutar, uzak yerlere gider, uzaklık onun için engel teşkil etmez. Ve o vücut, bu vücudumuzdan daha mükem­meldir. Çünkü çoğu defa o Vücut havada uçma, denizde yürüme ve ateşe girip yanmama gücünü kendinde bulur. Bunu saçma bir söz zannetme! Bu bir gerçektir. Ve o ölümün kardeşidir, (ölüm hissi yok ettiği gibi o vücutta da his olmaz).  


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 06.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü

Seçkin Deniz Twitter Akışı