29 Kasım 2015 Pazar

SA2111/KY5-PT86: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 6

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***


Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 6


51. Abdülkadir Geylani’nin şirk ve küfür manzumesi (S.57–62)

 Gavs-ı A'zam'ın Vesile Adlı Manzumesi (Bu manzume, zikirden sonra okunur).

Düşünce gözüyle Hazretinin merhametine baktım,
O'nu gönüllere tecelli edip şefkatli bir dost olarak gördüm!
Sevgisinin dolu kabından bir kâse bana içirdi,
Böylece benim sarhoşluğum o kâseyi sunandan oldu!
O artık her gün ve her gece bana bu şerbeti sunup durdu.
Ve beni tam bir sevgi gözüyle koruyup gözetti.
Benim kabrim Beytullah'dır, gelen onu ziyaret eder,
Ona seğirtir de izzet ve Rıfat ile yüce makama erişir.
Benim sırrım, Allahın sırrıdır, halk ile seyreder.
Yanıma sığın,  eğer sevgimi arzu ediyorsan!
Benim emrim, Allah'ın emridir; eğer ol! Dersem oluverir;
Hepsi de Allahın emriyledir, ama sen benim kudretime hükmet!
Mukaddes Vadide, oturmuş bir vaziyette sabahladım.
TUR-İ SİNA üzerinde kendi kaftanımla belirgin oldum.
Varlık âlemi her yanda benim, için, hoş bir hal aldı;
Ben de sağlamlaştırılmış niyetimle ona lâyık oldum.
Benim, şeref doruğunda dimdik bir sancağım vardır;
Onun kaaidesi öylesine yüksek ki her ümmet onun karşısında eğiliyor.
İlim ancak benim haber verdiğim denizden gelir;
Nakil de ancak benim sahih rivayetimden olabilir.
Bizim toplantımız beyaz bir inci üzerinde olur;
Dostların içtimai da KÂBE-KAVSEYN'de vücut bulur.
İsrafil'i, Levh'i ve Rızâ'yi ayan-beyan gördüm;
İlâhî celâl nurlarım bakışımla müşahede ettim!
Bütün-göklerin ötesine baktım, müşahedede bulundum;
Arş, Kürsî de bunlar gibi elimde katlıdır.
Allahın bütün beldeleri hakikaten benim mülkimdir;
Onun kutubları benim hükmüm ve buyruğum altındadır.
Vücudum, hakikat sırrının sırrında seyretmekte;
Mertebelerim ise bütün mertebelerin üstünde bulunmakta.
Anım, gözleri cilâladı, daha önce onlar göremez halde idiler;
Kopuk ve perişan halde olan âşıkların gönlünü diriltti.
Bütün ilimleri ezberledim de onun alâmeti oldum.
Bununla da teşrif hıl'atı üzere güzel görüntü arzettim.
Allah ile aramızdaki bütün hicapları bir bir kopardım ve
Durmadan muhabbet yolunda yükselerek seyrettim.
Sevgi şerbetini sunan bana tecelli ederek dedi ki:
Kalk da bana doğru gel, bu Hazretimin sevgisinde olan vuslat şerbetidir.
Beri gel, hiç de korkma, hicapları kaldırdık,
Artık Benim şarabım ve rü'yetimle hoşça yararlan!
Eriştiğim sarhoşluğumun nefisliğinden bu rü'yetle,
Doğu, batı, kıble yönlerine, kara ve denize kolaçan ettim.
Böylece her cihetten bir nice sırlar bana açıklandı,
Yöneldiğim her taraftan nurlar benim için belirgin oldu.
Öyle manalara şahit oldum ki eğer onların sırrı,
Yüksek dağların tepesine görünüp arz-ı endam etseydi o dağ­lar parçalanıp ufanırdı.
Onun gibi güneşin doğduğu ve sonra battığı ufuklar
Ve Allahın yeryüzündeki kıt'aları, adım attığım zaman tuzbuz olurdu.
Bütün bunları bir küre gibi elimde çevirmekteyim,
Bakışımın alabildiğine uzunluğu üzerine bunlarla tavaf etmekteyim.
Ben.,hakikaten varlığın kutuplarının kutbuyum.   
Diğer bütün kutuplar üzerinde izzet ve saygıdeğerliğim vardır.
Bütün tehlike ve korkunç hallerinde bize tevessül et,
Varlık ve eşya içinde himmetimle senin imdadına koşarım.
Ben, müridim için korktuğu şeylere karşı koruyucuyum.
Onu her türlü şer ve fitneden muhafaza ederim.
Müridim ister doğuda  ister batıda
Hangi beldede bulunursa bulunsun onun yardımına uzanırın:
Ey bu manzumeyi yazan, söyle, korkma!
Çünkü sen inayet gözüyle korunmuşsun.
"Vaktin Kaadirisi ol, Allah için ihlâs üzere bulun,
Mutlu olarak, sevgi yolunda sâdık bulunarak
Atam Resûlullah'dır, ondan kasdım Muhammed.
Ben Abdülkadirim, izzet, şeref ve makamım devam etsin!

MANEVÎ SARHOŞLUK KASİDESİ

Buna "Hamriyye Kasidesi" denir. Okunmasında sayılamayacak kadar faydalar mevcuttur. Daha çok füyuzat-ı Semedaniyyeyi celbetmek ve Abdulkadir Geylânî Hazretlerinin vasıtasiyle feyizlere nail olmak içindir. Her bevtin ayrı bir özel­liği vardır. RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH ADIYLA

Sevgi bana visal kâseleriyle içirildi,
Manevi sarhoşluğumla dedim ki: Bana doğru gel!
O da ban doğru koşarak, yürüyerek kâseler elinde geldi.
Artık  ben sarhoşluğumu efendiler arasında anladım:
Ve sair kutublara dedim ki:
Toplanıp Han'ınma gelin, girin, sizler benim adamlarımsınız.
Aşkla gelin de için, siz benim askerlerimsiniz!
Topluluğa, şakilik eden kadehleri doldurun.
Sarhoşluğumdan sonra artığımı içtiniz.
Fakat ne benini yüceliğime, ne de ittisalime ulaşabildiniz.
Yüksek makamınız hep bir aradadır, fakat
Benim makamım sizin üstünüzdedir ve hep öyle yüce kalacaktır.
Ben Hakk'a yakınlıkta yalnızım,
Bu yakınlık beni kendine çevirmektedir.
Celâl sahibi bana yeterdir.
 Her şeyhin bozdoğanıyım beri,
Erenler arasında benim benzer halim kimde var?
İlim öğrendim, ta ki  KUTUB oldum.
Efendiler Sultanından saadete erdim.
Azim ve gayret alametli bir hıl'at bana giydirdi.
Kemal tacıyla beni taçlandırdı.
Kadimi sırrına beni muttali kıldı.
Beni teçhiz edip istediğimi verdi.
Davulum gökte ve yerde çalındı,
Saadet pırıltısı bana zahir oldu.
Ben Hasen'e mensubum, has oda makamımdır.
Ayaklarım erenlerin boyunları üzerindedir.
Rabbim beni-bütün kutublar üzerine mütevelli eyledi.
Her hâl u kârda hükmüm geçerlidir benim.
Allahın bütün beldelerine baktım,
Bir hardel gibi hükmüme bağlanmıştır.
Gayet sırrımı ateş üzerine atacak olsam,
Ateş benim hâlimin sırrından sönüp gider.
Sırrımı bir ölü üzerine atacak olsam,
Mevla'nın kudretiyle kalkıp yürüyerek bana gelir.
Ve dağlar üzerine sırrımı atacak olsam,
Dağlar paramparça olup kum haline gelir.
Sırrımı denizlere atacak olsam.
Hepsi de yerin dibine geküip zeval bulur.
Geçen ve sona eren his bir ay ve yıl yok ki,
Olup bitenleri ulaştırıp, bana haber vermesin.
Onların bana olan bildirisi, devam eder,
O halde sen artık benimle zorlu çekişmeyi bırak!
Allah'ın beldeleri benim mülküm ve hükmüm altındadır,
Benim vaktim ise öncesidir ki öncesidir ki bana safa getirdi.
Ey, müridim! Söz gezdirenden korkma,
—Çünkü ben savaş anında bir savaşçıyım.
 Rabbim bana yüksek rütbe verdi, yücelere eriştim,
Ey müridim! aşk içinde hayran ol,
Gönlünü hoş tut, neşelen, 
İstediğini işle, çünkü İSİM yücedir.
Her velinin uğurlu bir kademi var
Ben ise Peygamberin uğurlu kademi üzerinde dolunayım!
Ben Ceyliyim ismim Muhyiddin,
Adım şanım dağların  başında, bayraklaşmıştır.
Meşhur olan isim ise Abdulkadir'dir,
Atam, Kemal sahibinin tâ kendisidir.


52. Abdülkadir Geylani manzumelerinde Allah’a iftira etmesi  (S.66-76)

Gavs-ı Azam Diğer Bir Manzumesi’nde Diyor ki:

Veliler üzerine  attım  burhanımı,   sırrımı,
Sırrımı sırrından ve  ilanından  uyuklayıp kaldılılar
Kadehim sarhoş etti, şarabımla akşamladılar.
Şuhûd ve irfanımla, sarhoş olup havran kaldılar.
Ben önceden önce tebcile değer bir KUTUB idim.
Melekler beni tavaf ettir Rabbim beni isimlendirdi.
Ceddimin bana yakın bulunduğu bir mekâna.
Ulaştığım zaman bütün perdeleri araladım!
O, yüzünün nurundaki esrarı keşfedip açtı,
Tevhid şarabından bir kadeh doldurup bana sundu.
Evet, ben bembeyaz bir inci verıza mertebesinin sideresiyim.
Nûrlar bir bir bana.tecelli etti, onları Rabbim veerdi..
Hazrete övgü değer ARŞ'a vasıl  oldum,
Rabbim hakikat şarabından sundu, münacatıma kapı açtı.
İlâhî Arş'a ve ilâhî Levh'e nazar kıldım,
Melekler arz-ı endam etti,
Rabbim bana ad verdi. Bir nazarla bana visal tacım giydirdi,
Teşrif ve kurbiyet hıl' atını sundu.
Eğer sırrımı Dicle'ye atacak olsaydım,
Sırrımın burhanından çekilip kaybolurdu!
Ve eğer sırrımı LEZZA üzerine atmış olsaydım,
Saltanatımın azametinden onun ateşi, sönerdi!
Ve eğer sırrımı bir ölü üzerine atmış olsaydım,
Allah'ın izniyle o dirilip kalkar ve bana seslenirdi!
İncil üzerinde durdum, ta ki onu şerhettim,
Tevrat'ı yorumladığı, îbranice satırları çözdüm.
Musa'ya indirilen YEDİ LEVHA'yı birden kavrayıp anladım,
Zebur ve Kur'ân'ın ayetlerini bir bir açıkladım!
İsa’nın çözüm yaptığı remzi çözüp ayırdım,
Süryanice olan bu remizle İsa ölü diriltirdi.
Henüz kardeşim ve arkadaşım Musa bin İmrân
Meydana çıkmadan önce ben ilim deryasına daldım!
Allah'ın erenlerinden olan, benim yüce mevkiime nail oldu.
Aslında ceddim Resulullah beni  terbiye edip büyüttü!
Ben vaktin Kaadrisiyim: Abdulkadir,
Muhyiddin ile künyelendim, aslım Geylanlı

DİĞER BİR MANZUMESİ

Benim ocağımı tavaf et yedi defa, emânıma sığın!
Her yıl beni ziyaret için meşguliyetten sıyrıl!
Ben sırların sırrıyım, sırrımın sırrından gelir,
Ka'bem elimin ayasıdır; bestim ise şarabımdır.
Ben ilimleri yayanım, ders ise meşguliyetim,
Âlemde her imamın  şeyhiyim ben...
Bulunduğum mecliste Arş'ı gerçekten görürüm.
Ondaki meliklerin  hepsiönümde kalkıp saygı gösterir!
Velilerin hepsi kesin. Dediler ki:
Sen halkın hepsinin üzerinde KUTUB'sun!
Dedim ki onlara susun ve dinleyin sözüm kesindir:
Kutub ancak benim hizmetçim ve uşağımdır!
Her KUTUB tavaf eder Beytullah'ı yedi defa,
Ben ise Beyt'in kendisiyim çadırımı tavaf ediciyim.
Rabbim gözümün önünden hicab ve perdeleri kaldırdı,
Beni huzura ve has bir makama davet etti.
Yedi perdeyi birden kesip atmak;
Ve İlâhî, ARŞ’ın yanındaki  makamına  (yükselmek),
(İşte o makamda) Rabbim şeref ve izzet tacını bana giydirdi,
Bu giydirme nadide kumaş ve hüllelerle hitam buldu.
Azizlik atı, soylu atımın eyeri altındadır.             
Üzengim yüksektir, kınım ise beni himaye edicidir.
Arzu yayımı düzeltip gerdiğim, zaman,
Cehennem ateşi ondan (fırlayan) okum olur!
Yeryüzündeki diğer tarafalarının hepsi hükmüm altındadır.
Ve yer küre elimde bir güvercin yumurtası gibidir.
Güneşin doğduğu ufuk Batıda aşağı kademededir.
Adımım ise onu dikkatle aşıp geçti.
Ey müridim! Benim devamım sana kolaylık sağlar,
Şerefli bir hayat, yüksek ve saygı değer bir makam,
Ey Müridim! Beni doğuda çağıracak olursan,
Veya batıda, ya da denizlerde seyrederken...
Yardımına koşarım, atmosferin üstünde bile olsan...       
Her hasma karşı ben kaza kılıcıyım...
Haşır  günü müridime şefaatçiyim ben,
Rabbim katında, sözüm  ise reddolunmaz.
Ben, hem şeyh, hem salih, hem de veliyim,
Hem KUTUB'um ve insanların önderiyim.
Ben Kaadir olan mevlanın kuluyum, vaktim pek hoş,
Dedem Mustafa'dır, imamlık ise bana yeter.
Ceddime her vakit salât u selam olsun,
Hanedanına da olsun uzun müddet.

ŞATIH HAKKINDAKİ MANZUMESİ

Bir himmetim var ki himmetlere üstün gelir,
Bir  tutkunluğum var ki Levh ile Kalem yaratılmadan
Bir dostum var ki keyfiyeti meçhul, benzeri yok
Benim bir makamım bir evim, bir de haremim var,
Bana doğru haccedip gelin, evim kurulu bir kâbe,
Beytin sahibi yanımdadır, koruluğu haremimdir.
O ne karar kılar, ne mahmurluğu kalkar.
Sevgili ona bayrak gibi sözle işaret etmedikçe
Koruluğun etrafında savaş meydanı süvarilerini buldum
Kılıçları kınında sıyrılmış, maksatları beni yok etmekti.
Aralarında cevelân ettim, elimde onları biçecek (silâh vardı)
 Sırt çevirip hezimete uğradılar biçilmekten kurtulmak için
Kadirî tarikatımız halk arasında öyle savaşçı
 Süvarileri var ki, bu ezelde yaygı olmuş bir sırdır.
 Denizlere daldım, cevherlerini çıkardım,
Ama benim kademime üstün olan bir kadem göremedim!
İşte bu benim ASAMDIR. ki onda nice hacetlerim va
Bir gün onunla davarlarıma yaprak silkerim.
Eğer ASAMI bırakacak olsam onların yaptıklarının hepsini.
Yutar, ben onların sözünden sihirli bir kelime getirecek olsa

KASİDE–1 ŞEREFE

Gavs-ı A'zam'ın bu kasidesini büyük velilerden(!) Abdülganiy en-Nablusî (K.S.) Hazretleri tahmis etmiştir.

Özünüzde dönüp dolaşan kalbim.
Hâşimî makamı üzerinde düzelip doğrultusunu bulmuştur.
İşte bunun içindir ki her manadan zevk alır ve titrerim.
Pınarlar içinde tatlı olan bir pınar yoktur,
Olanı varsa o benimdir ki en leziz ve en güzelidir.
Benim sırrını kesinlik ifade eden bir belgedir
Kanatların tüyleri onunla kısaltılmıştır.
Güzellikte örgülü-bağlı bir zülüf yoktur                        
Mekânda da özel bir mekân yoktur,                                  
Olanı varsa, benim konağım daha aziz ve daha yakındır.
Sizden yüksek soylu bakire, kendi dengiyle zifafa girer,
Onun merhametiyle afvi arasında yetişip meydana geldim.
Ben ona uyup ardına düşmekle yükselip belirgin oldum.
Günler ise onun güzideliğinin parlaklığım bağışladı.
Onun pınarları kaynadı ve böylece hoş oldu su içme yeri.
Güzellikte nice görünmeleri bana nişan oldu,
Nimetlerden öylesini verir ki o benim yanımda oldukça büyüktür.
Yetim kalmış beyaz bir inciyi (boynuma) astım,
Soylu kızların isteyip arzu edeceği bir adam olarak sabahladım.
Onlar, hakkında akıllı kişi yolunu bulmuş olmaz ki evlenme  teklifinde bulunsun...
Bununla benim hâlim, halkın şevki ve başkanlarıdır,
Onlardan (arzusuna) nail olan kimse varsa, işte o başkanlarıdır.
Benim kullara olan sırrım, onların gönüldaşıdır,
Ben öyle erlerdenim ki meclislerinde oturan korkmaz,
Zamanın şüpheli olaylarından da endişe etmez ve
Kendisini korkutacak bir şey de görme
Tâ Ha olan Mustafa'ya nisbetim hakikattir,
Halk içinde Onun vârisleriy (le benim) sohbetim vardır.
Evet onlar öyle erlerdir ki onlara yakınlığım vardır.
Onlar öyle bir kavmdir ki her şeref basamağında
Kendilerinin ululuk, şan ve şerefleri vardır.
Her ordunun bünyesinde onların şanlı kıtası vardır.
Gayıb âleminden esen meltemi ve onun gönül alıcı kokusunu kokluyorum
Böylece gönül zenginliği bu meltemin esiş noktasiyle eşit oluyor
Ben ferah verici bülbülüm ki (o vadinin) ağaçlığını dolduruyorum
Ve çok yükseklerde usan boz renkli bir doğan kuşuyum
Hakikatlerin hepsi benim hakikatimin şarabından,
Oluşmuş ve hepsinin mercii, tarikatımın aslı olmuştur.
Ben o kimseyim ki kendi şeriatımı hıfzettiğimde,
Sevgi askerleri arzumun altında kuşakladılar
İsteyerek bunu yaptılar, onlara meylettiğimde yalnızlığı istemediler
Nefsin sevdigi şeyden sakınıp uzaklaştım, da niyetimi güzelleştirdi:
Öyle bir konağa indim ki orası cidden çok yüce idi.
Her taraftan çekilip niyetimi sadeleştirdim,
O kadar ki hiç bir emel ve kuruntum olmadan sabahladı
Ve bekleye durduğum bir randevum da kalmadı.
Yüce himmetimden dolayı çöl bile darlaştı,
Size ulaşmak için kendimi arzederek sabahladığımda.
Kazaya uygunluk üzere buldum bu arzedişliğimi
Böylece durmadan RIZA meydanlarında yararlandım.
Ta ki hibe edilmeyecek bir güç ve kudret bana; bağışlandı.
Kapalı olan sırlan sizin için belirgin yaptım,
Onları Bize ait belli örtüler arasında işaretledim.
Nişanlanmış nice haller varsa şu varlıkta,
Zaman (onun için) yazılı bir hulle gibi kuşlukladı da
Renk renk çiçek verdi, biz de onun için yaldızlı motif olduk.
BİZLER ÖYLE KİMSELERİZ Kî, cinsimiz sizde aziz olur,
Hakikat toprağında da nefsimiz hoş olur.
Bizden yüz çevirmeyin, çünkü bu bizim ünsiyetimizdir,
Bizden öncekilerin güneşleri ufukta batıp kayboldu,
Ama bizim güneşimiz yücelik feleğinde ebediyen batmıyacaktır.

ŞATIH VE TEVHİD HAKKINDA MANZUMESİ (VESİLE)

Sahid oldum ki Allah yeteneklerin sahibidir,
Her halü karda O, tasrif ile minnet etmiştir.
Rabbim kendi şarap kâseleri içirdi,
Cidden beni sarhoş etti de sarhoşluğumu anladım
Cennetlerin hebsine ve kapsadığı şeyIere beni sahip kıldı,.
Âlemlerin bütün hükümdarları benim raiyyemdir.
Bizim hanımıza gir de sarab kâselerinin dolaştırıldığını görürsün,
Ama âşıklar ancak benim artığımı içebilirler...
Varlık âleminde sevgi iddiasında bulunanın üstünde yükseltildim,
Mevlâm beni kendine yaklaştırdı,
O'na nazarla  kurtuluş buldum,
Benim bütün yerlerde koşup cevelân etti,
 Her yandan uzanan kâseler benim için tokuşturuldu;
Evet, "yeme ve göklerde kâseler benim için tokuştu,
Gök ve yer ehli benim satvetimi bilirler...
Mülkümün şiddeti doğu ve batıyı tutmuştur
Gam ve keder ehline arkayım ve rahmetim.
Benden önce içinizde aşkı iddia edenler,
Buyursunlar, satvetime dayanabilırlerse karşıma çıksınlar.
Aşk derdinin kâseleriyle teru-taze şaraplar içtim,
Bununla kalbim, cismim ve canım ölüm tahtına çıktı.
Allahın kapısında yalnız başıma tek olarak durdum,
Bana bir ses geldi: Ey Geylânî! Huzuruma gir, dendi.
Evet, bir ses geldi: Ey Geylânî gir, fakat korkma, dendi.
 «İnayet ehlinden önce sana (sevgi) bayrağı verildi!»
Kolum yedi kat göklerin üstündedir,
Altımdaki balığın karnı üzerine elimin ayasını koydum
Yeryüzündeki bitkilerden ne kadar yeşereceğini
Mevcut kumların ne kadar olduğunu  bilirim!
İlâhî İlmi de bilir ve onun harflerini sayarım,
Denizlerdeki dalgaların sayısını da bilirim! Benim,
Âdem'den önce sevgide meydana gelişim vardır,
Sırrım ise, meydana gelişimden önce varlık âleminde dolaştı.
Sırrım yüce makamlarda Muhamnıed'in, nuruyla idi.
Böylece biz, nübüvvetten önce Allah'ın sırnyla idik.
Allah'ın madde âlemindeki beldelerini doğusu ve
Batısıyla mülkiyetim altına aldım, istersem su halkı.
Bir lahzam ile yok edip fenaya sevkederim
(İlahi inayetin tecellisidir bu, yoksa beşer gücü değildir).
Bana, «Sen kutub'sun» dediler, evet hazırım, dedim.
Heran Allah'ın Kitabını okur dururum...
Levh'de olan bütün ayetlere bakıyorum.
Ve gözümün karasıyla müşahede ettiklerim,
Bizi seven, bulunduğumuz yere gelsin, 
Deri gelenlerin koruluğuna girip ganimete kavuşsun.
Bana dediler ki: «Ey filân! Namazı terkettin».
Bilmezler ki ben Mekke'de namaz kılarım...
Hiç  bir cami' yoktur ki benim onda bir minberim bulunmasın.
Ve hiç bir minber yok ki benim onda bir hutbem olmasın.
Hiç bir âlim yoktur ki benim ilmimle bilgin olmasın,
Hiç bir sülük eden yok ki benim usul ve prensibimle hareket etmesin!
Eğer Resûlullah. (A.S.) ın önceden, bir ahdi, olmasaydı.
Cehennemin kapılarını büyüklüğümle kapatırdım
Müridim, sana müjde, yerdiğin söze vefa gerekir,
Bir üzüntüye düşersen himmetimle yardımına koşarım!
Müridim, bana yapış ve bana güvenici ol!
 Seni hem dünyada, hem de âhirette elbette koruyacağım.
Müridimi korktuğu geyler hakkında koruyucuyum,
Onu belâ ve serlerden kurtarırım...                                 
Ey müridim, aramızda ahdi koruyucu ol!
Olayların meydana döküleceği gün ben de terazi başında hazır olayım!..
Ben yücelerde Muhammed'in namıyla bulunuyorum,
Kab-i kavseyn'de ise sevgililer ile toplanıyoruz.
Bir zaman Nuh ile beraber idim, varlık âlemine
Bakıp deniz ve tufanı görüyor, onu avucumda tutuyordum.
İbrahim ateşe atılınca onunla beraber idim,
Ateş ancak benim duam ile soğuyup yakmaz oldu.
İsmail'e bedel getirilen koç ile beraber idim,
Koçlar ancak benim gönül cömertliğimle indi.
Yakub'un gözü kapanıp kör olduğunda, onunla beraberdim.
Yakub'un gözleri ancak benim nefesimle iyileşip şifâ buldu!
Yüceye çıkarken İdris ile beraber idim.
Onu Firdevs'e, en güzel cennetime oturttum!
Musa Rabbime münacaat ederken "beraberinde idim.
Musa'nın ASA'sı benim asamdan meded gördü!
Belâ zamanında Eyyub ile beraber idim,
Ona inen belâ ancak benim duamla zail oldu!
İsa beşikte konuşurken onunla beraber idim,
Dâvud'a ise güzel nağmenin zevkini verdim!
Ben zikreden, zikrolunan, zikredenen zikriyim,
Şükreden, şükrolunan, nimetin şükrüyüm!
Her gönülde ben hem âşık, hem ma'şukum,
Her nağmede hem işiten hem işitilenim
Ben bir ve tekim, zatımda büyüğüm,
Ben hem vasfeden, hem vasfolunan tarikat şeyhiyim!
Ben bu sözü böbürlenerek söylemedim ancak,
Müsaade geldi de halk benim hakikatimi bilsin diye.
Ben söylemek istemedim, ama bana denildi ki:
Söyle, korkma sen velayet makamında bir velisin!
Eğer terazi cimrilik yapacak olsa.
Allah'a andolsun ki o, inayetimin ta kendisiyle,
Hakikat lûtfuyla (cömertliğe) nail olacak!
Sizden istediğim hakikat yolunda yürümenizdir.
Nefsinizi öldürmenizi de size tavsiye ederim,
Çünkü Onu kırmak, tarikat ehli yanında izzet ve şerefin mertebeleridir.
Kimin nefsi ona büyüksenmeyi telkin ederse,
O daha aşağıların gözünde bile kuğulun,
Kim de namazda tevazu' üzere ürperirse,
Allah onu bütün halk arasında aziz kılar
Ceddim Resûlullah'dır, Tâ-Hâ Muhammed,
Ben Abdulkadirim her tarikatın şeyhi

GAVS-I A'ZAM'IN PİR KASİDESİ

"Dostum bana şeref ehli şarabından içirdi, .
Beni sarhoş etti de vecdün üzere kendimi kaybettim.
Beni efendimin-Kab-i kavseyn'inde oturttu.
Haslık minberi üzerinde en güzel oturuşla.
 Likaa huzurunda kutublarla beraber hazır oldum,
Bir ara onlardan gâib olup yalnız müşahedeyc koyuldum.
Âşıklar ancak benim artığımı içtiler,
Kâsemde arta kalanı benden sonra içtiler.
Eğer benim içtiğimi içselerdi, yüce hazretin
Katında varılacak yerimin safiyetini görürlerdi.
Henüz o şarabı içmeden sarhoş olarak akşamladılar.
Onun sademesinden de hayretler içinde kalıp gecelerdiler.
Ben dünyada bir ay'ım, başkaları ise yıldızlar,
Her yiğit işte bu kolu sever de sever...
 Benim denizim baştanbaşa bütün denizleri kuşatmıştır,
İlmim ise benden önceki şeyleri sonraki şeyleri içine almıştır!
"Sırrım diğer" sırlar arasında na'ra atar,
Ra'd meleğinin ufukta bulutlara na'ra attığı gibi.
Ey beni medheden kimse, istediğini söyle korkma!
Sana   dünyada   da ahirette de zevk almak vardır
İzzet ve kurbetle zevk  almak istiyorsan,
Beni sevmeğe devam et ve ahdimi muhafaza edip bozma!

53 .Gavs-ı Azam vasıtasıyla yardım isteme şirki ve küfrü (S.76–77)

Gavs-ı A'zam Vasıtasıyle Yardım İstemek (Îstîğase)

Bu  istiğase tecrübe edilmiştir; duaların kabul olması için okunmasında fayda vardır. Ancak bazı şartlara riayet gerekir:

a) Doğru olmak,
b) Kalbi Teveccühü sağlamak,
c) İtikadı sağlamlaştırmak.

O halde ey doğru ve istekli olan kişi, çok önemli bir hace­tin olduğu zaman, bu ister dünyevî olsun ister uhrevî. salı-ge­cesi fecir doğmadan önce yatağından kalk, tastamam bir ab-dest a! HACET NAMAZİ niyetiyle Allah için iki rekat na­maz kıl; birinci rek'atinde Fâtiha'dan sonra Kâfîrûn sure­sini on bir defa oku, İkinci rek'atte ise, Fatiha'dan sonra İhlâs Sûresini on bir defa oku ve sonra aşağıdaki sıfatla Hazret-Î Gavs'ı onbir defa an:

«Ey Efendim Abdulkadir Muhyiddîn!»

Sonra doğu cihetine on bir adım atarak her adımda şunu söyle : "Ey Şeyh Abdulkadir! Ya Geylâni"
Ve sonra aşağıdaki iki beyti üç defa tekrarlasın;

 «Sen benim zahirem olduktan geri zulüm bana ulaşır mı?
Ve Sen benim yardımcım olduğun müddetçe dünyada haksızlığa uğrar nuyım ben?»
«Korulukta çoban bulundukça Ona ayıptır ki, Issız çölde bîr devenin, ipi zayolsun!..»

Bu iki beytten sonra şöyle söyler:

«Ya Seyyidî Abdulkadır! Ya Geylânî! Bana yetiş, der­dime koş!» Bununla beraber hacetini Gavs-i A'zam vasıtasiyle Allah'dan iste. Çünkü muhakkak O, senin hacetini karşılamak için yardımına koşar. Her hususta olduğu gibi bu hususta da başarı Allahtandır. îhlâs üzere olmalısın, bununla birlikte kalbî teveccüh de şarttır.[1]

54.Tekke’ye “Horasan’ın Kabesi" deme sapıklığı (S.12)

Sonunda Hâce Hemedânî şeriat yolundan tarikata ulaştı, Merv'de ikameti tercih etti, riyâzat ve mücâhedeyi meslek edindi. Merv'de, İbn-i Hallikân'ın ifadesine göre "benzeri olmayan" bir tekke kurdu. Devlet-şah’ın kaydına göre, onun tekkesine hürmet ve ta'zîm için Horasan'ın Ka'besi diyorlardı.

 55. Hemedani’nin eğitim çeşmesinden beslendiği adama Gazali’nin mürit olması (S.13)

Bu rivayetlerin tümüne ve onun “Rütbetü'l-hayat”taki kendi fikir­lerine bakınca benim kanaatim şudur ki, Yusuf Hemedânî'yi, meşhur sûfî Ebû Ali Fârmedî'nin (ö. 477/1084) öğretim çeşmesinden beslen­miş saymak gerekir. Fârmedî, nazarî tasavvufu, irfanı ve şeriata daya-lı tarikatı başlatanlardandır. Muhammed Gazali de ona intisâb etmiş­tir. Her sûfînirin birkaç şeyhin sohbetinden istifade edebileceği gibi Hemedânî'nin de adları unutulmuş iki sûfî olan Abdullah Cüveynî ve Hasan Simnânî ile sohbet etmiş olması gayet tabiîdir.

56 .Müridinin Hemedani’ye tapması (S.37–38)

İlâhî! Sıfatlarının en seçkini, celâlinin yüceliği, peygamberlerinin azameti, şehidlerin kanı ve mümtaz kullarının nefesi (ya da canı) hürmetine senden ilimde artış, rızıkta bereket, ölmeden önce tevbe, ölürken bağışlanma, öldükten sonra rahat, Cehennem'den kurtul­ma, Cennet'e girme ve dünya ve âhirette afiyet diliyoruz. Ahadiyyet sarayı kullarının en zayıfı, Samediyyet mertebesi acizlerinin en güçsüzü Abdülhâlik b. Abdülcemîl (Allah onu saliklerin gayele­rine ve ariflerin makamlarına ulaştırsın, âmin) diyor ki: Aldanış, neşe­lenme, nefsanî duyguların ve şeytanî vesveselerin galip gelme zamanı olan gençlik yıllarında bu fakirin gönlüne ansızın "Lütuf Allah'ın elinde­dir, onu dilediğine verir" ayetinin cezbesi ve hakikati arama (müridlik) isteği doğdu. "Allah şerefli işleri sever" cümlesinin gereği ve "Allah ile sohbet et (eğer Allah ile sohbet edemiyorsan Onunla sohbet edenlerle sohbet et)" sözünü idrak etmenin azmi beni kararlı hâle getirdi. 

Gaybın ilham vericisi, bu çaresizin düşünce sayfasına hidayet kalemiyle şunu nakşediyordu: Bu (ilâhî) ikramlara ve nasibe kavuşmak, bu saadete ulaşmak, gerçek bir sûfîye tâbi olmadan ve şefkatli bir efendinin peşine düşmeden mümkün değildir. "Kim birşeyi ister ve ciddiyetle azmederse onu elde eder" sözünün doğru hükmü ve "Allah dilediği insanı nuruna ulaştırır" nişanı üzere, müridlik başımı o velilik kubbesi, hidayet ka'besinin şu kulu, mürşid-i samadânî Şeyh Yusuf Hemedâni'nin ayağı­na koydum. 

Müridlik dergâhında itikâf edenlerle ve o hakikat haneda­nında sevgi dergânın yüksek eşiğine yapışanlarla birlikte bu yola gir­dim. Bir süre bu doğru yolda, o tarikat seyyahı ve hakikat denizinin dalgıcı, peygamberlerin efendisi (a.s)'ın şeriatına uyan, gayb sırlarını keşfeden (Ebû) Yûsuf b. Ya'kûb b. Abdülvâhid b. Abdülbâsıt b. Zamzam (Tamtam) b. Bakır b. Muhammed b. Ismâîl b. Ebû Hanîfe Nu'mân b. Sabit... Efendimize uyma yoluna, niyet, tâbi olma ve muhtaçlık ayağı­mı bastım. Hızır (a.s)'ın havale ve tavsiyesiyle o evliyalar sultanı, bu âciz zayıfı ve güçsüz fakîri kalp zikrinin telkîni ile şereflendirdi.

Aynı şekilde tüm insanların, padişah, vezir, âlim, zâhid, derviş, avam ve havas herkesin bu büyük efendi ve Âlim-i Rabbanî Şeyh Yusuf Hemedânî'ye tâbi olmaları gerekir. Çünkü bu aziz şeyh kesinlikle Hz. Peygamber (a.s)'ın dinîne muhalefet etmemişlerdir. Sahabe, tâbiûn, tebe-i tâbiûn ve selef-i salihine uyarak yaşamışlardır. Hemedân şehrinde ve bulundukları diğer yerlerde daima şu mübarek sözü söylüyorlardı: "Doğru yol, Allah rasûlü Hz. Muhammed'in yoludur. 

Çünkü âlemin efendisi şöyle buyurmuşlardır: Ey Ebû Hüreyre! İnsanlara benim yolumu (sünnetimi) öğret ve sen de amel et ki kıyamet gününde ışık verecek bir nu­ra havuşasın". Hz. Peygamber (a.s)'ın işareti bu olduğu için, yolu pak olan bu bü­yük şeyh de dostlarını ve kendisine uyanları yani Hâce Hasan Endakî, Hâce Abdullah Barakî, Hâce Ahmed Yesevî, Hâce Alyâne (?), bu fakır Abdülhâlik b. Abdülcemîl ve hizmette bulunan diğer dervişleri nebevi şeriat caddesine çağırıyorlardı. Nefsanî arzulara uymaktan, bid'attan, şeriata muhalefetten, batıl ve fitne ehli insanların yolundan ve mukallidlerin taklidinden sakındırıyor, ikaz ediyorlardı. Bu azizlerin yolu tüm afetlerden arınmıştır. Onda ne ta'tîl rengi, ne de teşbih kokusu var­dır (Allah'ın sıfatlarını inkâr etmezler ve Onu başka şeye benzetmez­ler) . Aksine sırf hidayet ve ma'rifet nurudur.

Şeyhimiz mübarek sözleriyle şöyle buyurdular: Bu yol, Hz. Ebû Be­kir Sıddîk (r.a)'ın yoludur. Asır be-asır bize ulaşmıştır ve ta kıyamete dek devam edecektir. Bu yüzden tüm mü'minler ve salikler bu seçkin yola tâbi olmalı, bu hanedan ile sohbet etmeli, onların yoluna sülük edip onlarla bulunmaktan ve ünsiyetten uzak kalmamalıdırlar.

 57. Silsile-i Saadat (ruhban sınıfı) ve kalb gözlerinin açık olması sapıklığı (S.39)

Kalp zikrinde sınırsız bir çaba ve azim gerekir ki, kalp Hak Teâlâ'yı zikreder hâle gelsin. Bu zikir telkini önce Hz. Ebû Bekir (r.a)'ın kalbine, ondan Selman Fârsî'ye, ondan Ca'fer-i Sadık’a, ondan Sultan Bâyezid'e, ondan Şeyh Ebu'l-Hasan Harakânî'ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali Farmedi Tusiye ve ondan da bize ulaşmıştır.


58. Ölüm döşeğindeki Hemedani’ye Gavs, Hızır, İlyas, Kutup ve Abdal’ın veda etmeleri  yalanı (S.49)

Onu Çâkerdîze'de defnetmişlerdi. Sonra şöyle buyurdular: "Beni Hâce Abdullah Barakî gasletsin, kabre de Hâce Hasan Endakî indirsin". O bunları söylerken Hızır, İlyas, Abdal, Gavs ve Kutub içeri girdiler. Bu erenlerin herbiri hazret-i şeyhe veda et-tiler. Sonra Hâce Hızır (a.s) elini uzatıp şeyhe beyaz bir elma verdiler. Şeyhimiz elmayı koklayıp Gavs'a verdiler. Gavs da koklayınca şeyhi-miz: "Ey dostlar! Namaza hazırlanın, Allah'ın kullarına şefkatli olun ve Gavs'ı benim yanıma defnedin" buyurdular. Vasiyeti bitince şeyhimizin ruh kuşu yüce âleme kanat çırptı. Gavs da şeyhimize muvafakat ederek bedenini boşalttı, can verdi. Önde gelen büyükler (Tibyân nüshası: Semerkand büyükleri) orada idiler, şeyhin vasiyetini yerine getirdiler.[2]

59. Fethullah Gülen Hoca Efendi 

L. Erdoğan soruyor:

“Son Avcılar kampında Bedir ashabıyla alakalı bir hadise olmuş. Bedir Ashabıyla alakalı başka hadiseler de varsa anlatır mısınız?”

Fethullah Gülen anlatmaya başlıyor:

“Hz. Hamza ile alakalı müşahedelerime gelince bunların hepsini hatırlamam imkansız. Hatırlayabildiklerimden bir ikisini kısaca arz edeyim: İhtilalden sonraydı. Salih Bey, Cevdet ve ben, üçümüz Ankara'dan İstanbul'a geliyoruz... Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi ve rampanın dibine indiğimizde de bujiler su aldı ve araba stop etti. Bir iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldı­rıp sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım dedim. İçeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Koca koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan bir kaçı sağımızdan, solumuzdan geçerken, “geçen sene burada bir sürü taksi sü­rüklendi gitti”, diyerek moralimizi de bozdular... 

Cevdet soğukkanlı ve gülüyor. Salih Bey ise benim adıma endişeli.

Arkadaşlara, “dua edin”", dedim. Her ikisi de, “Sizi kalas yüklü bir kamyona bin­direlim, biz arkadan geliriz” diyorlardı. Tabii ki kabul etmedim. Ben araba için endişe­leniyordum; zira o araba bizde emanet olarak bulunuyor, ya giderde şu kıyıdaki bariyerlere çarparsa diye ödüm kopuyordu. Zaten böyle olmaması için de herhangi bir sebep yok. Selin ortasında ordan oraya sürüklenip duruyoruz. Yer yer diğer arabalar bizim üzerimize, biz de onların üzerine gidiyoruz. Direksiyon hâkimiyeti diye bir şey yok ve tabi yapacak da. Adam üzerimize gelmeyin diye bağırıyor. Nasıl gitmeyeceksin, sel tutmuş, seni oraya sürüklüyor... Sonra bakıyorsun, aynı adam senin üzerine geliyor. Bütün bunlar olurken benim “fikri sabitim”dir. Kibir o değişmiyor. Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet, durmadan bunları düşünüyorum.

“Bir ara baktım ki, büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim, kendim de "Ya Seyyidena Hz. Hamza! Ya Seyyidena Hz. Hamza!", diyerek o yüce ruhu imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk'a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas yanımızdan geçerek gözden kayboldu. Ve hayrettir, selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı. Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalması fiziki kanunlarla imkansız ki, Cenab-ı Hak, o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi.

Hz. Hamza (r.a.) ile alakalı bir başka müşahedem de şudur: Kaldığım yerin salo­nunda arkadaşlarla öğle namazını kıldık. Ben son sünneti kılmak için odama döndüm. Bir tuhaf ruh haletinde bir garip müşahede; baktım cin diyebileceğim bir yaratık. Biraz da Tatarlara benziyordu. Beni elimden tuttu ve götürmeye çalıştı.

Teferruatını unutmuşum. Ancak çok bunaldığımı hatırlıyorum. Birden istimdat ile “Ya Hz. Hamza!” dedim. O şanlı sahabi benim gibi aciz bir insanın davetine icabet etti ve adeta odanın içinde belirdi... Cin onu görünce korkudan geri geri gitti ve duvardan süzülerek gözden kayboldu”. (Fethullah Gülen’in sözü burada bitiyor.)

Fethullah Hoca, Hitab Çiçekleri kitabında da böyle bir tehlike anında “Ya Hz. Hamza!”, diye çağırdığında Hz. Hamza'nın ruhunun orada hazır olacağını söylüyor.

Fethullah Hoca'yı bu itikata sürükleyen Üstadı Sait Nursi, Hz. Hamza hakkında bakın ne söylüyor:

(Mektubat altıncı baskı 1991 İstanbul. Birinci mektup. Dördüncü Tabaka-i Hayat.)

S. 6. hatta seyyid-üş-şuheda olan Hz Hamza (r.a.) mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş.

Türkiye toprakları üzerinde yaşayan, müslümanım diyen her Allah’ın kulundan rıza-i ilahiyi kazanmak için bir istekte bulunsam kabul eder misiniz? Kabul ederiz derseniz, isteğim şudur: İslâm'ı temelinden saptıran ve İslâm adına binlerce eser yazan bini aşkın batıl tarikat ve mezhep kurulmuştur. Bunlar Kur'an ve sünnet diyerek hak ve batılın karışımı bir kültür oluşturmuşlardır. 

Bin yıldan beri bu kültür İslâm coğrafyasına hâkim durumdadır. Bunların sahtekâr, yalancı, münafık, müşrik ve kâfir olduklarını ve çürük ipliklerini pazara çıkarma zamanı gelmiştir. Bunları hiçbir maddi güç yolundan çeviremez. 

Bunları toptan piyasadan silmenin bir tek yolu var. O da her müslümanın, Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerim'i baştan sonuna kadar bir kere okumasıdır. Göreceksiniz ki, bu bine yakın tarikat ve batıl mezheplerin hiç birinin Kur'an'da yeri yoktur. 

Bu sapıkları, Kur'an'ımız müslüman olarak kabul etmiyor. İnşallah bu tavsiyemi tutar, Kur'an'ı bir kere okursunuz da bu zalimlerin zulmünü Allah'ın izniyle önlemiş olursunuz. Bu hu­susta bendeniz size bir öncülük yapmak istiyorum. 

Ölülerin, ne zaman tekrar dirilecek­lerinin bilincinden de mahrum olduğunu belirten Nahl suresinin 20-22. âyetleri, aynı zamanda onların da yardıma ihtiyacı olduğunu; kimseye yardıma kudretleri bulunma­dığını da belirtmektedir. Adı geçen âyetlerin nüzulunda müşriklerin diktikleri putlardan, isimleri ve anılarına yaptıkları putları vesile kılarak kendilerinden (adına putlar diktikle­ri ölülerinden) yardım talep ettiklerine değinilmekte ve hele ölülerden yardım talep et­menin, ölülerin de yardım edebilmesinin mümkün olmadığı vurgulanmaktadır. Ayette ölüler için “Ne zaman dirileceklerine dair şuurları da yoktur” buyurularak ölülerin tekrar dirilecekleri vakte kadar bilinçten (şuurdan) da yoksun oldukları belirtilmektedir.

Kabirdeki ölüler bir şey de hissetmez. Ta ki Allah, onları yeniden diriltene ka­dar. Nitekim ne zaman dirileceklerine dair bilgileri de yoktur ölülerin. Artık bir daha dünyaya gelici de değildirler.

Bakınız Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:

“Onların ateşin karşısında durdurulup –Ah keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak dediklerini bir görsen!... ”

“Hayır daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine  göründü. Eğer geri gönderilseler yine kendilerine yasaklananlara dönerler. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.” (En’am 27-28)

Resulullah da yaşadığı zamanda bir takım müşküllerle karşılaşmıştır. Ümmetin maişetinden tutunuz, onlara yapılan zulme, düşmanlarını savmaya kadar karşılaştığı müşküllerin çözümünde Allah'ın Resulü nasıl davranmış, kimden istimdat etmiştir ki, ümmetine de onu tezkiye etsin, aynı yolu salık versin.

Nitekim Uhud Harbi ile ilgili olarak, düşmanın şehirde ya da şehrin dışında ova­da karşılanması konusunda farklı fikirlerin oluşması ve bir müşkülün ortaya çıkması, bu müşkülün halli ile ilgili ayete bakıldığında çözüm usulünün de beraberinde bulunduğu görülür. Allah “Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a güven, O'na tevekkül et” buyurmaktadır. Yani düşünülüp, taşınılıp, istişare edilip uygun görülen bir karar verilecektir ve Allah'a tevekkül edilecektir.

Müşküller dünyada böyle çözülecektir. Müşküllerin çözümünde Allah'tan gayrisinin yardıma gücü de yoktur, yardım edebilmesi mümkün de değildir. Hele ölülerin bu yardıma hiç imkanları yoktur. Zira ölüler yeniden dirilecekleri vakte kadar hiçbir şeyden haberdar da değillerdir. Şehidlere ölü denmemesinin sebebi ise onların cennette rızıklanıyor olmasıdır. Yoksa dünyaya gelip gezmeleri herhangi birine yardım etmeleri veya yardıma gönderilmeleri değildir.[3]


60. “Bizim açıkladığımız yol en açık en mükemmel olanıdır.” İddiası (S.37) 

Bizim açıklamaya çalışacağımız yol ise bunların en açık ve en mükemmel olanıdır. Bu yol Hakk'a ulaştıran yollardan O'na en yakınıdır. Diğer yol¬lar da bu yola nisbetle daha yakın ve daha uzak olabilir. Fakat bu yol çok net ve açıktır. «Mahce-i beyza» (Beyaz cadde, ak cadde) dır. En mükemmelidir, bu yola giren yanlış bir yere gitmez, ana cadde¬den çıkmayıp kolaylıkla menziline ulaşır.
  

<<Önceki                Sonraki>>

Puran Tilmiz, 29.11.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü



[1] Füyuzat-ı Rabbaniye - Abdulkadir Geylani, Beyda Yay. İstanbul 1995, Çev. Celal Yıldırım
[2] Hayat Nedir, Hace Yusuf Hemedani, İnsan Yayınları, 2.Baskı, İst–2000, Çev. Necdet Tosun
[3] Fethullah Gülen Hoca Efendi, Zaman gazetesi, 29 Kasım 1996 Perşembe Küçük Dünyam -2- Röportaj: L. Erdoğan Yayına hazırlayan: A. Aymaz, A. Kurucan


Seçkin Deniz Twitter Akışı