25 Aralık 2014 Perşembe

SA1060/KY5-PT38: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ A-Nazarî Tasavvuf-Tasavvufun Tanrıları 5-12

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

5- İbn Âmir El-Basri'nin İlahı

İbn Farid'in tâiyyesine vezin ve kafiyede nazire yazdığı, tıpkı onun pislikleriyle sıvadığı İbn Amir'in şu tâiyyesine bakalım. Şöyle diyor:

"Sevgilim bana her yönden tecelli etti, onu her mana ve surette müşahede ettim, Sırları keşfederek bana benden seslendi, o sırlar letafet ve yücelikte başkasının bulunmasından münezzehtir. Bana, kim olduğumu biliyor musun?, dedi. Dedim ki: Ey seslenen, sen benim, çünkü sen benim hakikatimsin. Baktım, ortağı olmayan, ama kesretle örtünen mahza vahdetten başkasını görmedim, Eşya çoğalmış, hâlbuki hepsi (el-küllü) birdir, bir hüviyet içine dercedilmiş sıfatlar ve zât, Sen benim, hayır, ben senim, her türlü gayr ve ortaklıktan münezzeh bir vahdet."

6- Sadreddin Konevî'nin İlahı

 "Meratibu'l-Vücud" kitabında Konevî şöyle diyor: "İnsan hakkın kendisidir. Zat, sıfat, arş, kürsi, levh, kalem, melek, cin, gökler ve yıldızlar, yer ve içindekiler, dünyevi ve uhrevi âlem, varlık ve içindekilerdir insan. Hakkın kendisi odur.  Halk da odur. Kadim ve hâdis odur."

 7- Abdulğani en-Nablusi'nin İlahı

 "Sana biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar" (Feth, 10) âyetini izah ederken en-Nablusi şöyle diyor:

"Yüce Allah peygamber Muhammed'in Allah olduğunu, biatının da Allah'ın biatı ve biat için uzatılan elinin Allah'ın eli olduğunu haber vermiştir."

Yüce Allah'ın Hz. Musa'ya "Ben seni seçtim" (Taha, 13) ayetini de şöyle açıklıyor: "Ben olman için ve ben sen olmam için, benden sana vahyedileni dinle. Bu da gafil insanın kendi nefsiyle konuşmasına benziyor, o nefsiyle konuşuyor ve nefsi onunla konuşuyor."

Yine yüce Allah'ın Hz. Musa'ya "Benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lütfettim" (Taha, 39) ayetini açıklarken de şöyle diyor: "Zatımı sana giydirdim ki onunla ben görünürüm ve sen kaybolursun. Sen görünürsün, ben kaybolurum. İkisi iki değil, bir kişidirler."

 8- İbn Beşiş'in İlahı

İbn Beşiş'in uydurduğu vird, büyüleyici bir amel teşkil etmiştir. Tasavvufçuların içine düştükleri ümitsizlik ve gözyaşları döktükleri bedbinlikten sonra, okşayıcı bir seher yeli rolü oynamıştır. Çünkü tarikat farklılığına rağmen hepsi de onu kutsallık ve rabbanilik saçan bir vahiy, secde meleklerinin huşu içinde kıldığı bir namaz ve Firdevs örtüleri içinde hurilerin okuduğu bir tespih sayarlar. Gecenin alnından seher öptükçe, put tapınaklarında tasavvufçuların okuduğu şu virde bakalım: "Allah'ım, kendisinden sırların yarılıp çıktığı, nurların fışkırdığı ve gerçeklerin kendisinde yükseldiği kişiye salât eyle."

Tasavvufun, hakikati Muhammediyye mitolojisini açıkça dile getiren hezeyanlar! Ancak bu hezeyanların sesi yavaş yavaş yükselerek feryada ve naralara dönüşmektedir. Öyle devam ediyor: "Her şey onunla vardır, çünkü denildiği gibi, vasıta olmasaydı kendisi için vasıta yapılan olmazdı. Allah'ım, o sana delalet eden kapsamlı sırrındır, senin için ve önünde duran en büyük perdendir."

Sonra, çılgın bir vaziyette inancı üzerindeki maskeyi yırtarak Allah'a, şu tasavvufi küfür kelimelerle yalvarmaktadır:

"Beni ehadiyyet denizlerine at, tevhit bataklıklarından kurtar, vahdet denizinin pınarına batır ki ancak onunla göreyim, işiteyim, hissedeyim ve bulayım." Her tarafı sessizlik ve sükûnetin kapladığı, bütün varlıkların lisanı hal ile Allah'a tespih ettiği, mümin gönlünün yüce yaratıcı için sevgi ve imanla dolduğu seher vaktinde, tasavvufçular Allah'a "Bizi tevhit bataklığından kurtar" diye yalvarıyorlar! Küfür ve ilhadın ancak bu kadarı olur.

 9- Muhammed Ed-Demirtaş'ın İlahı

 Ed-Demirtaş vahdet inancını şöyle dile getiriyor: "Örtü kalkmadan önce bir zamanlar benim sana zikir ve şükreden olduğumu sanıyordum, Karanlık çekilince, artık zikreden ve zikredilenin sen olduğunu gördüm."

Şöyle devam ediyor:

"Her şeyde bir ve mevcut olan sadece odur, ancak vehimde "başka" diye adlandırılmış."

Buradaki "Küllü" kelimesi kapsam ve şümul bakımından her şeyi içerir. Hissin idrak edeceği, vehmin hayal edeceği veya güdülerin farkına varacağı ne varsa, hepsi zat ve sıfat olarak Allah'ın aynı (kendisi)'dir. Ne var ki vehim (kuruntu) bu gerçek ile akıllar arasında engel olmuş, onlar da hissedilen bütün bu varlıklar ve zihinsel suretlerin Allah'tan başka şeyler olduğunu sanmıştır. Onun için şöyle diyor: "Allah'tan başka varlık yoktur, başkası vehim ve hayaldir."

10- İbn Acibe'nin İlahı

Sinsi bir Şii-Fatimi ruhla beslenen İbn Acibe, İbn Ataullah'ın hikeminden şu beyitleri almakta ve aşağıda belirteceğimiz gibi açıklamaktadır:

"Bir rab, bir kul ve zıddı nefyetmek mi? Ona dedim ki, bende böyle bir şey yok! Öyleyse sizde ne var?, dedi. Bizde vücudun varlığı ve vecdin yokluğu, hakkı terk ederek bir hakkı tevhit vardır. Benden başka hak yoktur."

Beyitleri şöyle açıklamaktadır:

"Anlamı şudur: Ubudiyet için rububiyyet manalarının sırlarından ayrı ve kendi kendine kaim müstakil bir yer kabul ederek (Allah-âlem) ayırımı yapanları ret etmektir. Çünkü bu ayırımın olması halinde ubudiyet rububiyyetin vasıflarına aykırı düşer. Hâlbuki hakkı (Allah'ı) tevhit ederken "Onun hiçbir zıddı yoktur" diyorsun. Eğer farkı (Allah-âlem ikiliğini) kabul edersen, kendi sözünü nakzetmiş (onunla çelişmiş) olursun. Onun için İbn Ataullah "ve zıddı nefyetmek" demiştir. Burada vav harfi beraberlik bildirmekte olup bu beraberlik inkâr edilmektedir. Yani ubudiyet rububiyyetin vasıflarına aykırı olduğu halde ve rububiyyetin zıddı kabul edilmemişken, müstakil bir rab ve müstakil bir kul olabilir mi? Gerçek şu ki Allah fark kalıplarında bütün varlıkların görünümünde tecelli etmiştir. (Yani bütün varlıklar Allah'ın görünümü olup varlıkları Allah'ın varlığından ayrı bir şey değildir). Ubudiyet kalıplarını izharda rububiyyet azametiyle zahir olmuş (görünmüş) tu. Hepsi bu kadar!"

Sinsi bir Şii-Fatımî olan İbn Acibe'nin bu sözlerini biraz açalım. Şunu söylemek istiyor: İnanıyoruz ki rububiyyetin zıddı yoktur. Zat ve sıfatlarda rububiyyetten farklı olan bir ubudiyyetin varlığını kabul edersek kendi kendimizle çelişkiye düşmüş ve söylediklerimizi yalanlamış oluruz. İnanılması gereken şey, mutlaka vahdet (teklik)'tir. O da kulun rabbin bizzat kendisi olduğudur. Ancak bu şekilde "Rabbin zıddı yoktur" sözümüzle çelişkiye düşmemiş oluruz.

 11- Hasan Rıdvan'ın İlahı

 Hasan Rıdvan "Ravdu'l-Kulûb el-Mustetâb" adlı uzun şiirinde şöyle diyor:

"Âlemde onun dışında bir şey yoktur, eşya onunla birlenir, vehmedilen varlığın yokluğu esasında birlikte yokluktur,  Hak bütün eşyada zahirdir ve görünen tezahürleri (varlıklar) onun sırrı ile kaimdir, Zerrelerden her bir zerre, her şeyin O'nun (Allah'ın) zatının aynısı olduğunu söylüyor, Vahdeti vücud (varlığın birliği) her şeydedir, ancak farik (ayırıcı özellik) var gibi kabul edilir, O halde hudus ve fena ile nitelenmesi veya tarif edilmesi (marife getirilmesi) zarar vermez."

Hasan Rıdvan tasavvuf yoluna girenleri müjdeleyerek şöyle devam ediyor:

"Nuru artmaya devam eder ve nihayet onda tevhit kemal bulur, vahdeti vücudun sırrı kendisine açılır ve zevkini ondan alır, Kastedilen vahdet nuru ile görülen çokluk yok olur, Birleyici gözü ile kâinatta bir tek zattan başka bir şey görmez."

 12- Ebu Yezid El-Bistami

 Şimdi de Tayfur Ebu Yezid el-Bistami'nin sözlerini nakledelim:

"Allah'tan Allah'a çıktım, nihayet benden bende "Ey ben sen olan" diye seslendi. Ve "Sübhanî (kemal sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzehim), mâ a'zama şa'nî (şanım ne yücedir!)"


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 25.12.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü



Seçkin Deniz Twitter Akışı