11 Eylül 2014 Perşembe

SA882/ÇY5-DÇ6: Cin Ali’nin Çizdiği Rezidanslı Kuleler

“İlk önce kibrit kutusundan çizdiği evdekiler fırladı sokaklara… Peşinden, ilk çizdiği kuledeki Dayısı ve akrabaları…”


Müfredat kitapları herkes resim çizemez diyordu o yıllarda. Ya da herkesin güzel resim yapamayacağını düşünüyor olmalılardı. Özgürce, serbestçe, diledikleri renklerde…

Kendi çizimi de iyi değildi zaten. Ama boyaları çok severdi. Öğretmen, ilk resim dersinde kolaylık olsun diye resim çizemeyenlere, “Cin Ali çizebilirsiniz!” demişti. Herkes de onu çizmeye başlamıştı. Elbette bir bildiği vardır diye düşünmüştü.

Resim kâğıdını evde unuttuysa da kareli kâğıt dağıtırdı öğretmeni derslerde. Cin Ali’yi icat etmişlerdi. Kolaydı. Basitti. Dümdüzdü…

Çizgiydi Cin Ali; ne bir kıvrımı ne bir hareketi vardı düzgün. Çok hissedilmiyordu çizildiğinde bakanlar tarafından. Hele hele kareli kâğıtlara çizildi mi Cin Ali, daha da kolaylaşıyordu. Neredeyse görünmüyordu bile.

Yanına ev çizmek de kolaylaşıyordu. Kareden kutucuklar, hemen üst üste oturtuluyor. Kaç katlı istersen çizebiliyordun Cin Ali’ye ev. Çatısını çizmek daha kolay oluyordu elbette, kareden üçgenler yaparak.

Tek eğri olan şey çatıdan çıkan dumanın çizgisiydi. Göze batan resimdeki tek mesaj…

Duman ne kadar eğri kıvrımlı süzülürse göğe doğru resimde o kadar çarpıcı görünüyordu göze. Tek farkındalık bu oluyordu, çocukların çizdiği Cin Ali resimlerinde…

İşte böyle büyümüştü günümüz mimarı Ali de; böyle temelini atmışlardı içine.

Anne babası mimar mühendis olacaksın diye de tutturmuştu. Okulun ilk günlerini de gördüğü ilk kitabın üzerindeki çöp adam Cin Ali'yi sevmeye çalışarak geçirmişti zaten.

Böyle olmalıydı herhalde örnek aldıkları karakterler, önlerine sunulan tiyatro buydu çünkü. Tarihe çizilmiş olan karakterlerin çizdiklerinden pek habersiz büyümüştü çünkü.

Büyümüştü Ali’yle beraber Cin Ali resimlerini çizen nesiller. Mimar, mühendis olmuşlardı arkadaşlarıyla. Fakat alışamadı bir türlü düz kâğıda serbest tekniklerle resim yapabilmeye Ali.

Geçmiş tarihinde yarım kalmış hikâyelerindeki ataları gibi, kemerleri kavisleri oranlayarak göze hoş gelen enfes eğrilikler oluşturmayı başaramadı bir türlü projelerinde.

Önce kibrit kutusundan evler yaptılar arkadaşları ile yığınla, birbirine bakan yapışık binalar.

Gelen talepler de böyleydi çoğunlukla.

Sadece camı açtıklarında gökyüzünü görebiliyorlardı çizdikleri evlerde ve oturdukları büyük şehirlerde insanlar. Sonra kibrit kutularını üst üste koymayı denediler arkadaşları ile.

Bu sefer ilk çizdikleri evlerde oturanlar, camı açınca sadece gökyüzünü görebilenler, gökyüzünü de göremiyorlardı artık. Homurdanmaya başlıyordu onlar da yavaş yavaş, kızgındılar.

Ali’nin Dayısı da vardı tabi ki hikâyeye uygun biçimde, kaftandan. Zamanında ona topaç da almıştı. Suna ile beraber çevirmişlerdi topacı ilk kibrit kutusu evlerinin önünde…

Ali o kadar çok topaç oynamaya vakit bulamamıştı çocukluğunda, çabuk büyümüştü.

Kareli kâğıda ilk çizdiği ve yaptığı kuleden eve de yerleşivermişti Dayısı. Topacı ona, ilk o almıştı çünkü. Gerçi çok oynayamamıştı. Ancak hak etmişti, Dayısıydı ne de olsa…

Ali’nin işleri ilerledikçe başkaları içinde kuleler çizmeye başladı; işleri çok iyi gidiyordu. O kadar ki; çizdiklerini yaparken işçi bulamıyor, köyden akrabalarını çağırıyordu. Bu sefer onlara da ev çizmesi gerekiyordu Ali’nin. Ve bu çok yoruyordu onu. Gözünü kaldırıp bakamıyordu Dünya'ya.

Dayısı’nı bile unutmuştu. Dayısı diğer kulede oturuyordu başka akrabaları ile.

Günlerden bir gün bir kaza oluverdi. Köyden gelip çalışan akrabaları çizdiği kulenin birinde asansörden düşerek ölüverdiler. Ali şaşırdı birden, ne olduğunu anlayamadı önce.

Hemen başladılar Aliye kızmaya etrafındakiler.

İlk önce kibrit kutusundan çizdiği evdekiler fırladı sokaklara…

Peşinden, ilk çizdiği kuledeki Dayısı ve akrabaları…

Oturdukları kulenin manzarasını da kapatmıştı Ali, çok kızgındılar. Her yer kule oldu diye mesaj atıyorlardı sosyal medyada...

Oturdukları A kulesinden, yapılan B kulesine kızarak.

Ali şaşkındı. Topacını hediye eden Dayısı neden yapıyordu bunu ona? Mahallede beraber topaç çevirmeyi öğrendiği arkadaşları da… Kaya ile Çetin zaten hiç anlaşamıyordu, ama.

Topaç çevirme oyununun kurallarını düşünmeye başladı Ali. Uyuyamamıştı bütün gece.

Gözünü kapattı ve hatırlamaya çalıştı, zihnini zorlayarak.

Çocukluğu geldi gözünün önüne…

Dayısı yerden topacı aldı, kırbacı topaca sardı, yere koydu, hızlıca çekti. Topaç dönmeye başlamıştı. Sonra da “Kırbacı topaca sertçe vur, sertçe vur !diye bağırıyordu Ali’ye.

Kaya ile Çetin de vardı. Dayısı öğretiyordu hepsine.

- Vur Çetin topaca, sıkı vur, canlı vur, iyi dönsün, güzel güzel dönsün.

Oynamayı öğrendikten sonra topacını paylaşmamıştı kimseyle, sokağa çıkıp düzgün temiz bir yer bulmuştu. Orada tek başına topacını döve döve vura vura güzel güzel döndürmüştü. Sonrada bir daha hiç oynamamıştı Ali topacıyla.

Canı sıkıldı, uzun bir iç geçirdi. Yatağından usulca kalktı, elini Dayısı’nın hediyesi olan oyuncak topacını sakladığı yere uzattı. Hiç atmamıştı, saklamıştı, Cin Ali’yi okumayı öğrendikten sonra.

Alıp elinde çevirerek baktı oyuncağa. Sinirlendi ve parmaklarının arasında sıktı iyice. Canı yanıyordu, elini araladı. Kıpkırmızı olmuştu içi.

Ölen akrabalarını düşündü. Ne söyleyecekti yakınlarına. Bu daha da ıstıraplıydı onun için.

Yaşadığı rezidansın 25. katından şehre doğru şöyle bir baktı. Diğer eliyle cep telefonuna uzandı. Sosyal medya sitelerini açtı.

Dayısı, Kaya ve Çetin çizdiği binalara kızgın içerikli mesajlar atıyorlardı hala. Sanki beraber oynadıkları topaca kırbaç atıyorlardı, döve döve vura vura.

Güzel güzel döndürüyorlardı hepsi de topaçlarını.

Gözünden bir kaç damla yaş süzüldü Ali’nin. Cama doğru iyice yaklaştı.

Çaprazdan Galata Kulesi’nin silueti görünüyordu eğildiğinde. İyice bakmaya çalıştı.

Oraya doğru kanatlansa uçabilir miydi acaba?

Çevresi bina kirliliğinden görünmüyordu bile doğru düzgün. İyi de bunları kim çizmişti ki? Nasıl bu kadar kötü görünebilirdi? O güzel şaheser.

“Neden bana Cin Ali’yi öğrettiler acaba okulun ilk gününde?” diye düşündü içinden.

Hezârfen’ ın takılı kanatlarıyla karşıya nasıl uçtuğunu öğrenebilirdi mesela okulun ilk günü, topaca vurmak yerine. “O zaman kuşlar nasıl uçar, kanat nasıl yapılır onu öğrenmek isterdim ben de!”, diye geçirdi zihninden.

“Kır gezisinde izlediğim şeyleri daha çok çizip boyasaydım keşke, öğretmene göstermeden!” diye düşündü. “Başıma gelmezdi belki bu yaşadıklarım.”

Parçalasaydım o gün o topacı ve keşke hiç çizmeseydim Cin Ali’yi kareli kâğıda.

Kız Kulesi’nden, Galata Kulesi’ne doğru tarihi iyice öğrenir, merak ederdim her şeyi.

“Ve ruhumda uçurabilirdim belki bütün çizgilerimi özgürce…” diye bağırdı birden, yüksek sesle avazı çıktığı kadar.

Fakat oturduğu ses izolasyonlu evinden, hiç kimsecikler duyamadı sesini o gece Ali’nin.



Duru Çağlayan, 10.09.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar






Seçkin Deniz Twitter Akışı