7 Nisan 2014 Pazartesi

SA625/ÇY3-BŞ3: Neocon Seymour Hersh’ün, Bir Tetikçinin Türkiye Harekâtı

“Esad Sadece 1600 kişinin değil, 160 bin kişinin katilidir.”
[Çarpıtılan gerçeğin en parlak ucu]


Ne yazık ki bu günlerde Türkiye'nin 'savaş suçlusu' ilan edilmesi için her türlü alçakça kumpasın oluşturulmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. Halk 17 Aralık Darbe Teşebbüsü’nden bu yana üzerine her türlü siyasi ve menfi iftiranın tereddütsüzce atıldığı hükümete yapılan seçimlerde sahip çıkmıştır. Bu kez seçim öncesi başlatılan uluslararası karalama kampanyasının zamanlaması itibariyle manidar bir şekilde sürdürülüyor olduğunu görmek, milli irademize sahip çıkarak aslında ne kadar doğru bir yerde durduğumuzun net bir göstergesidir.

Feraset sahibi milletimiz yaşanan bu kirli sürecin sorumlularının, sadece devletimiz içinde oluşmuş paralel yapı olmadığını, bunun küresel destekli bir savaş olduğunu zaten idrak etmişti. Bugün gelinen nokta bu süreçte gerçekten bir bağımsızlık savaşı verdiğimizi bize gösteriyor.

Dünyaca ünlü, saygın (!), Pulitzer ödüllü Seymour Hersh kimliğini yalnızca kendisinin bildiği bir 'istihbarat' kaynağına dayanarak yazdığı asılsız, delilsiz ve mesnetsiz makalesinde 21 Ağustos 2013 tarihinde Esad rejimi tarafından gerçekleştirildiği kanıtlanmış ve onaylanmış saldırı için Türkiye'yi suçlamaktan çekinmiyor.

Şam'ın Guta bölgesinde yapılan saldırıda hükümetimizin parmağı olduğunu iddia etmekle kalmayıp, askerimizi de Nusra'ya kimyasal savaş eğitimi vermekle itham ediyor. Bu çirkin iftira bilimle, vicdanla, sağduyuyla çelişen alçakça bir karalama kampanyasıdır.

Seçim öncesi süreçte Dışişleri Bakanlığında yapılan gizli toplantıyı dinleyip dünyaya servis edenler, yeni hamlelerle sadece hükümeti değil devletimizi hedef almıştır. Belli ki bu hamlede piyon olarak ileri sürülen, birçok makale ve röportajında yalanları ve çelişkileri ifşa edilen Seymour Hersh'tür. Üstelik bu iddialarına karşılık çok sağlam dayanak ve delillerle argüman sunan bir çok yazı, resim, video yayınlanmıştır.

Kimyanın bazı ellerde dermana dönüşürken, bazı ellerde bir silaha dönüştüğüne şahit olacağınız Sarin gazının daha önce yapılmış bir analizinden bahsederek başlamak istiyorum.

Brown Moses adıyla tanınan yazarın bloğunda, dünyaca ünlü bir çok basın organının kimyasal silahlar konusundaki bilgisine başvurduğu kimyasal silah uzmanı Dan Kaszeta tarafından yapılmış, sarin gazı ile ilgili analizde, saldırıda kullanılan sarin gazının kimyasal yapısını ve yapım aşamasını detaylı bir biçimde anlatmıştır.

BM raporunun da kendisini onaylar nitelikte olduğunu belirten Kaszeta uzun zamandır sarin gazının her aşamasını araştırdığını belirtmiştir. Suriye hükümetinin de envanterinde bulunan  80 ton hekzamin kimyasalının kafasında soru işaretleri oluşturduğunu söyleyen Kaseta, hekzamin ile ilgili uzun süre araştırma yapmıştır. Nitekim ticari ve endüstriyel alanları dışında bu kimyasalın 1920'lere kadar hardal gazı yapımında kullanıldığını öğrenmiştir.

Hekzamin OPCW (Kimyasal Silahların Yasaklayan Örgüt) 20 Ekim 2013 imha edilmesi gereken kimyasallar listesine girmesiyle Suriye hükümetinin sarin gazı yapımında bu maddeyi kullandığı ortaya çıkmıştı. Hekzamin, sarin oluşturan kimyasal karışımlarda hidrojen florür bağlamak için, sözde "asit süpürücü" olarak kullanılmıştı. Hekzamin kimyasalının Suriye'nin sarin üretiminde kullandığını bildiren formül bulunmasının ardından, hekzamin, kimyasal silah programında kullanılan bir kimyasal olarak ilan edilmişti. Hekzamin, Suriye kimyasal silah programında bir asit toplayıcı olarak kullanımına ek olarak, üç patlayıcı üretiminde kullanılan bir kimyasal reaktiftir. (BM labaratuarlarında yapılan analiz sonucu, saldırıda kullanılan roket parçalarında da Hekzamine rastlanmıştır. Reaksiyon için detay: "Ayrışma ürünleri ile hexamethylene triperoxide diamin Kütle spektrometresi analizi)

Kaszeta konu ile ilgili fikirlerini “Hekzamin Hipotezi” olarak adlandırmıştır. Analize göre sarin üretmek için her biri en az 5 aşamadan oluşan en az 20 üretim yöntemi bulunmaktadır. Sarin gazını iki çeşit olarak nitelendiren Kasteza analizinin devamında, Guta kimyasal saldırısından elde edilen çevresel ve biyomedikal verileri sıralamıştır:

Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW)ve Birleşmiş Milletler’in ortak misyonu UN/OPCW tarafından çevresel ve biyomedikal örnekler toplanmıştır. OPCW tarafından yayınlanan ara ve sonuç raporlarını ayrıntılı incelersek enteresan sonuçlara ulaşabiliriz. Şöyle ki:

Kimyasal olarak kullanılan sarindir. Bu sonuca şöyle ulaşıyoruz:

1-Saha örneklerinde sarin kesin olarak tespit edilmiştir.
2-Saha örneklerinde hem tek başına sarin hem de sarin ön madde birleşimlerine rastlanmıştır.
3-Florid rejenerasyonu adı verilen özel bir teknikle insan kanındaki protein ürünlerinden sarin yeniden üretildi.

Sarin, DF+Alkol metodundan oluşan ikili bir yapıya sahipti. Bunu şuradan biliyoruz:

OPCW’nin belgelerinde Suriye hükümeti kimyasal silah üretiminde ikili metotlar kullanıldığı belirtiliyordu. Pek çok çevresel örnekte MPFA (metilfosfonofloridasit) bulundu. DF bulunamadı ama ben bunu DF’nin sarine göre çok daha fazla uçucu olmasına bağlıyorum.

Kimyasal hekzamin, saha örneklerinde büyük miktarda mevcuttu. Bu silahlarda hekzamin bulunduğunu göstermektedir. Bir örnek dışında (bir başörtüsü), sarin veya sarin ürünü bulunan her örnekte hekzamine rastlandı. Ayrıca sarin bulunmayan fakat hekzamin bulunan pek çok örnek de vardı. Bunun sebebi hekzamin ile sarinin buharlaşma farkından kaynaklanmaktadır

Ayrıca 21 Ağustos 2013 saldırısında tüm ülkelerin gizli servis ajanları kullanılan sarin gazının niteliği, kalitesi ve miktarının büyüklüğüyle ile ilgili mevcut delillere göre faillerin Suriye ordusu olduğunu bildirmiştir. Bu çapta bir saldırıyı yapılabilmesi için hem büyük bir silah stoğuna, hem de gerekli uzmanlık ve ekipmana sahip olunması gerektiği net biçimde defalarca kez ifade edilmiştir.

Suriye'nin kimyasal saldırı programının üst düzey sorumlularından Tuğgeneral Zahir El Sakat Daily Telegraph'a verdiği röportajda Esad'ın tahmin edilenin üstünde, 34 kez  kimyasal silah kullandığını açıklamış, en tehlikeli kimyasalların da İsrail'e yakın yerlerde kullanılmasından kaçınıldığını söylemişti.

Fransız istihbaratı yaptığı açıklamalarda da Esad'ın elinde yaklaşık bin ton hardal gazı, VX (en öldürücü gaz) ve sarin gazı bulunduğunu bildirmişti. DGSE (Dış güvenlik Genel Direktörlüğü) ve DRM'nin (Askeri İstihbarat Direktörlüğü) ortaklaşa hazırladığı rapora göre Esad rejiminin o sıralarda kimyasal silahları imha sözleşmesinin imzalamadığı vurgulanmıştı.

Rapora göre Esad'ın elinde özellikle bu kimyasal silah başlıklarını kullanabilme özelliğine sahip ScudB, ScudC ve SS21 gibi karadan karaya fırlatılabilen füzeler bulunuyordu. Raporda ayrıca 21 Ağustos'ta düzenlenen saldırıda 30 kadar kişinin bizzat Fransız Gizli Servisince yerinde incelendiği vurgulanmış, yapılan saldırının izlerinin silinmesi içinde eş zamanlı konvansiyonel roket saldırıları düzenlendiği belirtilmişti.

Saldırıda kullanılan roketlerin kimyasal başlığı, muhaliflerin elinde bulunan GRAD ve KATYUŞA tipi roketlere takılabilmesi onlarca devletin istihbarat elemanlarının adeta elini kolunu sallayarak gezdiği coğrafyada ne teorik, ne de gerekli ekipman ve kalifiye eleman açısından teknolojik olarak mümkün değildi.

Ardından yayınlanan BM raporunda ise bu katliamda hayatını kaybeden sivillerin ölümüne neden olan kimyasalların Esad rejiminin kimyasal silah envanteriyle uyuştuğuna dair, saldırıların rejim tarafından yapıldığını kanıtlayan bulgulara yer verilmişti.

Başta ABD, Fransa ve Türkiye'nin destek verdiğini açıkladığı askeri müdahale girişimi G-20 zirvesine taşınsa da Rusya'nın fikir ayrılığı ve İngiltere’nin müdahaleye karşı olduğunu açıklaması üzerine bir karşılık bulamamıştı.

ABD'de çoğunluğunu neoconların oluşturduğu bir grup siyasetçi Obama'ya karşı çıkmışlardı. İki yüzlü İngiltere ise karşı olduğunu beyan etmesine rağmen ABD'nin yakın müttefiki olduğunu kanıtlamak için operasyonda casusluk görevine talip olmuştu. Suriye kendi kaderine terk edilmişti adeta...

Peki konvansiyonel silahların çoğunu Rusya'dan tedarik ettiği bilinen Suriye'ye kimyasalları kim tedarik etmişti? Saldırı sonrasında çıkan haberler korkunç bir gerçeği de gözler önüne sermişti. İngiliz bir şirket saldırıdan yaklaşık altı ay önce Esad rejimine sarin gazı üretiminde kullanılan iki kimyasal madde olan potasyum florür ve sodyum florür ihraç etmişti.

Ardından İngiliz hükümetinden yalanlama gelse de, İngilterenin  Suriye'de çıkan iç savaşın ardından 10 ay boyunca kimyasal madde ihracatı anlaşmalarını askıya almadığı sorusu hep hafızalarda kalmıştı...

Maalesef  Türkiye kamuoyunda Yahudi Lobisinin ABD politikalarındaki yerinin genişliği yıllardır işlenirken, İngiltere'nin hem AB hem de ABD'de etkisi büyük olan Neoconcu ilişkileri yeterince işlenmemiştir. ABD'nin Suriye askeri müdahale karşısında geri adım atmasını sağlayan bu 'paralel' yapının örtüsüne bürünüp gizlenen otoritesi İngiltere ve onun ABD politikacıları üzerindeki nüfuzudur.

Sonuç olarak Seymour Hersh ilkini Aralık 201’te çıkardığı makalesinin her ikisinde de tüm bu sağlam delil ve argümanları reddederek sadece akıl-izan sınırlarını değil haddini de aşmıştır.

Seymour Hersh emperyalizmin kamuoyunu yönlendirmeye yönelik piyasada tuttuğu, bizim de kendi kamuoyumuzda birçok örneğini gördüğümüz paralı kalemşörlerden farksızdır. Hersh, yorum ve yazılarıyla sanki karanlıklar ardında gizlenen gerçekleri ortaya çıkarıyormuş gibi görünüyor. Bu görüntüye zihinlere verdiği algı bundan önceki ‘SIPRI Raporu: BMGK+Almanya ve Embedded Ülke İsrail’in Kan Metaforu’ başlıklı yazımda da bahsettiğim emperyalist güçlerin psikolojik savaş politikasına hizmet ediyor.

Pulitzer ödüllü muhalif (!) yazar(!) ABD'de, ulusal güvenliğin her şeyin üstünde tutulduğu bir ülkede yaşamaya devam edip gizli kalması gerektiği düşünülen öyle iddialar, belgeler açıklıyor ki hala yaşıyor olmasına şaşıyorsunuz. Bu kadar "gizli" bilgi ve belgeleri servis edenler hayat garantisini de vermişlerdir muhtemelen.

Butto ve Hariri'nin gizli suikast timi tarafından öldürüldüğünü açıklıyor, bu emirlerin Dick Cheney tarafından verildiğini iddia ediyor. Amerika ve İsrail'in İran'ı istikrarsızlaştırmak için PKK ve İran'daki Pjak'ı desteklediklerini söylüyor. Böyle iddialar beraberinde bazı seçenekleri akıllara doğal olarak getiriyor.

Peki bunca sansasyonel iddianın sahibi Hersh, gizli kalan ve üstü örtülen gelişmelerin örtüsünü aralıyor gibi gösterilerek "planlanan" bir güven duygusu ya da daha sağlam bir perde sağlamaya çalışıyorsa?

Hepimiz biliriz doğrucu Davut hikayesini...Hersh Pakistan Devlet Başkanı Zerdari'nin "Ladin'i yakaladık ama ABD serbest bıraktı" açıklamasını da doğrulamıştı. Bu ABD'nin Pakistan'a girmesini meşrulaştırma hamlesiydi.

Neden mi Pakistan? Pakistan coğrafi anlamda tam bir hazinedir. ABD'nin yıllardır projesi olan Hindistan, Çin ve İran ile sınır komşusudur. Bir diğer sınır komşusu ise ABD'nin elinde bulunduğu Afganistan’dır. Çevredeki Arap ülkelerinden konjonktür gereği her türlü desteği alırken olası bir Pakistan müdahalesi beraberinde İran'ı da almak için iyi fırsat olacaktı.

Bu bahsettiklerim muhalif yazar ve yaşananlarla yaptığım geçmiş analizlerimdi. Bugüne bakarsak tüm bu dengeler, stratejiler yeni düzen konjonktür gereği değişti belki de...

Hersh'ün daha öncede yalanları ve çelişkileri aklı selim birçok insanın gözünden kalmamıştır zaten. Bir röportajında Fethu'l İslam’ın Hizbullah'a karşı bir denge unsuru olarak Suud Prensi Beder vasıtasıyla para ve silah yönünden beslendiğini iddia etmişti. Oysa o tarihlerde Lübnan hükümetinin Hizbullahla işi henüz bitmemişti. Diğer yandan Fethu'l Islamın Lübnan Hükümetini zorlayan eylemlere başvurduğuna dair bir delil de yoktu.

Fethu'l İslam sonrasında Hrıstiyan mahallesinde gerçekleştirilen bombalı saldırıdan sorumlu tutulmuştu ki bu iddiaya o bölgede yaşayan halk dahi inanmamı,ş bunu bir fitne dalgası olarak adlandırmıştı. Bu yaşananların sonucunda Lübnan ordusu ortada hiç bir sebep yokken kırk bin insanın yaşadığı Nehru'l Barid mülteci kampını talan etti. Halbu ki Bu örgütün yaklaşık beş yüzü geçmediği tahmin edilen mensuplarından en fazla iki yüz kadarı o kampta kalıyor olabilirdi. Bu durum bahaneydi ve bu bahanenin temellerini yine Hersh atmıştı.

Suriye’yle yakın ilişkileri herkes tarafından bilinen Hizbullah’ın dengelenmesine ihtiyaç duyulan bir zamanda Fethu'l İslam’ın çeşitli bahanelerle dağıtılması Hersh'ün tüm iddialarını çürütmüş ve örgütün dağıtılmasına sebep olmuştu.

Dikkat ederseniz Hersh'ün tüm iddialarının ortak noktası, ABD'nin dünyadaki tüm dinci ve ideolojik radikal örgütleri elinde tutup, beslediği ve onları yönlendirmeye hakim olduğu algısına dayanır. Tüm dengelerin değiştiği yeni dünya düzeninde 'süper' gücünü gittikçe yitiren ABD emperyalizmi düştüğü kuyuya yeni kurbanlar seçiyor.

Bu karanlık oluşumun bizi hedef göstererek Katil Esad rejimini aklama girişimi inanıyorum ki hüsranla sonuçlanacaktır.

Esad rejiminin kimyasal silah varlığı BM tarafından tescillenmişken bu kara propagandanın zamanlaması ve yapılma şekli ne kadar büyük ölçekte bir kumpasın içine düşürülmeye çalışıldığımızı bize idrak ettiriyor. Esad'a karşı çıkan muhalif grupların da adeta kendi çıkar kavgasına dönüştürdüğü bu vahşet her geçen gün daha fazla masum cana mal oluyor.

Akan kana ilgisiz, duyarsız kalan güçler Esad rejiminin kendi halkına uyguladığı katliamların faturasını Türkiye'ye çıkarmaya çalışıyor. Bugüne kadar sözde hükümet ile savaşıyorlardı. Bugünden itibaren Türkiye ve bütün değerleriyle savaşıyorlar.

Bu bir vekalet, bağımsızlık savaşıdır. Ve sancılı olacaktır. Bu kirli savaşın kendi içimizdeki müttefiklerinin Hersh'in kaleminden akan iftiralardan nemalanmaya çalışarak ne derece bir hıyanete battığını da görüyoruz.

Türkiye'nin milli iradesi olan bir hükümete dışarıdaki karanlık odaklarla birlikte çullanmak için pusuda bekleyen ucuz kahramanlar, Mısır'da da insanlık katlediliyor; görüyor musunuz?



Berrak Şebnem, 07.04.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar





Seçkin Deniz Twitter Akışı