14 Ekim 2013 Pazartesi

SA445/DT21: Yoksul’u Kemikle mi Sevindireceksiniz?

“Ve ben gençliğin sona erdiği bugünlerde bile kurban bayramının ilk günü pişirilmiş o eti özlerim. Annem öldüğünden beri o lezzette yemedim eti.”

Bir fotoğraf var albümümüzde. Rahmetlik babam, ayağında şalvarı, başında elde örülmüş başlığı (takke, o başlık derdi) elinde kurbanı kesecek bıçak, bizim evin büyük şehzâdesine kızıyor; öylece çekmişim. Şehzâde daha o zaman 5-6 yaşlarında. Babam, yaklaş diyor kurbana, o geri çekiliyor çatılmış kaşlarıyla. Bir yandan da gözleri kurbanda. Bizim birader de şehzâdenin yanında.

Ki; birader çocukken kurban kesimi esnasında ortadan kaybolurdu, ben babama yardım ederken. Kurban’ın bacakları tutulacak derisi yüzülürken, su lazım olacak el yıkamak için, sini, tepsi gelecek velhasıl bir getir-götür işi yapacak eleman şart, ama birader ortada yok. Kurbanın derisini babamla beraber yüzerdik; babam deri yüzme işi bitince, kurbanı hep beraber çengele asmamız için yardım ister, sonra bizi uzaklaştırırdı çevresinden.

Satır çalışacak, butlar, kollar ayrılacak, sırt omurganın ortasından ayrılacak; satır elden fırlar, inerken habersiz birine çarpar, falan. Emniyet tedbirleri almadan çalışmazdı babam. Allah rahmet etsin ona; yarın onsuz beşinci kurbanı keseceğiz. Kurbanı kesen bizim birader olacak, ona yardım eden de bizim şehzâde. Tabi şimdi 16 yaşında. Bu akşam evde yok; biraderin evine, dede evinde kalmak için gitti. Ve bana soruyor giderken, “Baba kurban keserken hangi kıyafetimi giyeyim?” Şaşırdım, tabi.  Ona amcana yardım et dememiştim hiç.

Ben mi? Ben çok uzun süreden beri kurban kesemiyor ve yüzemiyorum. Sebebi basit; kurbanın kafasını kesmek hariç her türlü işini yapıyordum babama yardım ederken, bir gün babam “Al sen kes!” dedi; aldım kestim kurbanı tekbirlerle besmeleyle; ancak bıçak biraz ters gitmişti. Babam gibi kolaylıkla kesememiş ve babama bırakmıştım işin kalan kısmını. Babam da çaresiz kesim işini tamamlamıştı. Hayvan biraz acı çekmişti. Bir daha da kesmeye yeltenmedim. Bildiğim bir iş değildi, kasap değildim, olmayacaktım ve her zaman bir kesen bulacaktım. Mecbur kalınca da kesebilirdim elbette. Ama bir türlü kesmek gelmedi içimden. Hele bir de büyük şehzâde doğduktan sonra tavuk bile kesmek istemedim.

Hüzünlendim yine.

Babam’dan sonra bizim kaçak birader kurbanı kesmeye ve yüzmeye başladı, alıştı diğer her şeye alıştığı gibi. Bazen bana sitem ediyor, ama ona bir sürü yardımcı bulup sıyrılıyorum işten. Şimdi de büyük şehzâde gönüllü bu işe. Onun o zamanki çekinik hâlini hatırladım, gülümsedim. Demek travma yok. Var diyenlere iki büyük şaka, bizim birader ve bizim şehzâde. Ben? Yok ben travma örneği değilim; galiba kasaplığı pek fazla sevmiyorum.

Fotoğrafa döneyim. Babam söylene söylene kurbanı kesti. kanına dikkat ederdi, lağıma değil toprağa aksın, diye. Ben uzun yıllar boyunca bayramlarda Adana’ya geldiğimden birader kesim işini iyice kavramıştı. Babamla birlikte yüzdüler, parçaladılar. Her zamanki geleneksel alışkanlıklarla etler sinilere dolduruldu. Babamla annem (Allah ikisine de rahmet etsin) et dağıtılacak evleri sayarlar ve etleri gözleri de doyuracak şekilde paylaştırırlar ve kız kardeşlerimize vererek hemen dağıtırlardı. Kurban eti gönderdiğimiz evler de bizimle beraber eş zamanlı olarak et yesinler diye.

Güzel annem hemen butun birinden en lezzetli parçaları keser, kağıt gibi incelterek sacın üstünde pişirirdi. Etrafına dizilir neşeyle yerdik bu sevgiyle pişmiş eti. Bizim evde et hep öyle pişti doğal ateşte. Hiç mangal yakmadık. Ve ben gençliğin sona erdiği bugünlerde bile kurban bayramının ilk günü pişirilmiş o eti özlerim. Annem öldüğünden beri o lezzette yemedim eti. Kız kardeşlerim, ablalarım aynı şekilde pişirmeye çalışsalar da aynı el değildi, aynı lezzet değildi.

Daha sonra birçok şehirde yaşadım. Kurban kesmeyen şafi mezhebinden müslümanlar, kurban kesmeyen laik semtler ve kurban kesen elit kesimler gördüm. Hiçbirinde bizdeki gibi güzel geleneksel alışkanlıklara rastlamadım. Buzluklara, derin donduruculara, kıyma için kasaba giden etimiz olmadı hiç; bayram bitince et de biterdi bizim evde. Misafirlere ikram edilir, hiçbir misafir et yemeden kalkmazdı soframızdan.  Oysa herkesin evinde birkaç ay yenirdi o et, dağıtılmadığı ya da çok az dağıtıldığı için.

Hatırlıyorum. Çocukken de misafirliğe gittiğimiz evlerin çoğunda et ikram edilmezdi. Ancak yakın akrabalara gidince ikram edildiğini görürdük. Şimdi durum daha vahim; kesenler küçük kemikli parçalar gönderiyorlar, kesmeyenlere. O da ancak yemeklerde et tadı verecek kadar. Kebaplık et neredeyse hiç gitmiyor yoksullara. Düşünün yoksulun evini; buzluk az etli kemiklerle dolu. Neyiniz eksilir kebaplık et de gönderseniz? Madem kurban kesebiliyorsunuz, o halde et de satın alabiliyorsunuz demektir. Varsın bayramda dolabınızda et artmasın, maksat zaten yoksul sevindirmek değil mi? Kemikle mi sevindireceksiniz?

Bayramdan bayrama midesine et giren milyonlarca insan var. O Kurban kesmeye karşı çıkanlardan beklerdim aslında. “Siz kurban kesmeyin, biz tüm yoksulların et ihtiyacını karşılarız!” desinler kurban kesmemize karşı çıkarken. Hani sosyal adalet falan derler ya. Süslü vakıflarda kardelen yetiştirirler, Lösemili çocukların sırtından geçinirler ya. Et tüketimi ile ölçülüyor ülkelerin zenginlikleri. Tarih boyunca pahalıydı et, halen de pahalı. Bırakın, karışmayın kurbanımıza da sizin yok saydığınız yoksullarla paylaşalım bayramımızı.

Evlendiğimiz zamanlardı. Kurban kesemediğimiz bir yıldı; gurbet illerden birindeydik. Arkadaş-dost kesmişti, bizim de kesmediğimizi biliyorlardı. Biri göndermiş, diğerleri hiç hatırlamamışlardı bile. Gönderen de sırttan bir kemik, o kemikten sarkan birkaç parça et göndermişti. O kadar çok dokunmuştu ki bu bana. Gidip kasaptan et satın almıştım.

Çocukluk zamanlarıma döneyim tekrar. Kurban derisinin sözleri alınırdı önceden. Her gelene söz verilmişse, sözüm var denirdi; kimse de ısrar etmezdi. Devletin THK eliyle zorla el koyduğu dönemler dâhil kurban derisini hep camiler için toplayanlara verdi babam.

O fotoğraf hâlâ gözlerimin önünde. Babamla aynı adda bizim şehzâde. Yarın babam ve oğlum biraderimle kurban kesecekler, inşallah.

Burulmaz mı içim?

Sevinmez mi?

Allah hepimizin kendi rızası için kestiği kurbanları kabul etsin, bayramımızı mübarek etsin… Mazlum kardeşlerimiz için de bize fırsat versin.



Doğa Toprak, 14.10.2013, Sonsuz Ark 




Seçkin Deniz Twitter Akışı