28 Ağustos 2020 Cuma

SA8815/KY1-CÇ738: Tuti Bu Evden Gidecek

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

- Niye benlik değil de Cehov’luk? 


E. kentinin köklü mahallelerinden Ali Paşa mahallesinde orta hallinin epey altında bir aile. Yirmili yaşlarındaki genç üniversite öğrencisi sabahın körü denecek bir vakitte yatağından hışımla kalktı. Oturma odasına doğru fırladı.

Gencin hışımla kalkması yersiz değildi. Gece geç vakte kadar çalışmıştı. Hem okuyor hem de Kafavlar Çarşısı'ndaki büyükçe bir manifaturacının yanında çalışıyordu. Bayram üzeri -daha kurban bayramına iki hafta vardı- yüklüce bir mal gelmişti ve o malları yerleştirme işi gece yarısına kadar sürmüştü. Ve işte kız kardeşinin -kendisinden iki yaş küçüktü ve o da mahalledeki kadın terzinin yanında çalışıyordu- Tuti dediği kuş avazı kadar bağırıp durmuş, uykusundan etmişti.

Genç hiç sevmemişti bu kuşu. Kız kardeşi kimsenin haberi olmadan kadın terziden heveslenip bir kafes ve bir muhabbet kuşu ile gelmişti. İlk önceleri küçük oğlan çocuğu – onlu yaşlardaydı- hariç herkes itiraz eder gibi olmuştu, ama ne baba ne anne ne de evin büyük oğlu kadar itiraz eden olmamıştı. Herkes kuşa bir süre sonra alışmış ve fakat O’nun inadı -annenin deyimiyle- bir kere tutmuştu ve dönmeyecekti.

Genç haksız mıydı? Kime sorsan hak verir, diye düşünürdü genç adam. İşte daha uykusunu tam alamamışken kuşun münasebetsiz ve bed sesiyle uykusundan olmuştu.

Oturma odasında kız kardeşi, küçük erkek kardeşi ve annesi kafesin çevresine oturmuş öyle eften-püften şeylerle meşgul oluyorlar, arada sırada kuşa laf atıyorlardı. Genç adam odanın ortasına kadar geldi ve olanca öfkesiyle “Ya ben ya bu kuş.. Tuti Bu evden gidecek!” diye haykırdı.

Haykırmasının üzerine mi, kuşun münasebetsiz çığlıklarına mı bilinmez payitahttan yeni dönen baba da odada belirdi kaşların çatıp hane halkına baktı uzun uzadıya. Kuşu adam da sevmişti. Hele kafesten çıkardıklarında ilk önce kendi başına konmasından kendisine olmadık paylar çıkarmıştı ki, tarifi mümkün değil. Gidecekti, gitmeyecekti tartışması alıp başını gitmişti.

- Kolay gelsin ne yapıyorsun?
- Bir öykü yazmaya çalışıyorum..
- Yaa.. ne güzel! Adı ne? Bir ad verdin mi?
- Anneler ve Çocukları..
- Olmadı şimdi?
- Neden?
- Neden mi? Ciddi misin? Turgenyev’in Babalar ve Oğulları’nı çağrıştırmıyor mu?
- Ne alaka? Anneler ve Çocukları gerçekten yok mu? Gökten zembille mi iniyor çocuklar?
- Ben onu mu dedim? Bal gibi biliyorsun ki çağrıştırıyor.. işte bu yüzden tutunamayan bir yazar olarak sürdürüyorsun varlığını.. kaç kitap yazdın bir tek eleştirmenin dikkatini çekti mi yazdıkların?
- Laf ola beri gele! Eleştirmenler kör ise ben ne yapayım? Ben eleştirmenler için yazmıyorum?
- Kim için yazıyorsun? Kaç okuyucun var? Kitaplarını basan yayın evleri iflasın eşiğine gelmedi mi?
- Benim kitaplarımı bastıkları için mi?
- Kaç okuyucun var kaç?
- İstersen bir tek okuyucum olsun.. hatta hiç olmasın.. kendim için yazıyorum.. yazamam mı? 
- Yazarsın da bir anlamı olmaz? 
- Niye?
- Boş ver onu bunu da.. hadi öykünün adını da geçelim.. konu ne?
- Ne konusu?
- Öykünün herhalde?
- Öykü yoksul sayılabilecek bir ailenin ev hayvanıyla ilgili.. 
- Kim umursar?
- Yav Cehov’un “Sokakta Köpeğini Dolaştıran Kadın’ı sabah akşam öve öve bitiremeyen sen mi söylüyorsun bunu?
- Kendini Cehov’la mı kıyaslıyorsun?
- Kimseyle kıyaslamıyorum.. o öyküde ne var? Sadakatsizliğin resmi mi? Can sıkıntısının insanları saçma sapan davranışlara sürüklediği mi? Hem kimin umurunda öyle olsa bile? Ama bak senin umurunda.. ve benim öyküm de benim umurumda.. hem uydurulmuş bir şey de değil.. bizzat yaşanmış bir olay..
- O zaman niye öykü diyorsun anı de..
- Benim başımdan geçmiş değil ki..
- Olsun.. yine de anı olur..
- Anı olunca öykülükten mi çıkıyor? Olay çok farklı bir boyuta mı ulaşıyor.. başka işin yok mu senin?
- Hele anlat şu öyküyü meraklandım..
- Ciddi misin?
- Gayet ciddiyim!
- Evin büyük oğlu kız kardeşinin getirdiği kuşu hiç sevememiş. Kuşun ötüşleri için münasebetsiz ötüş, deyip dururmuş. Ama özellikle anneleri kuşa bayılmış.. çocuklarından biri olup çıkıvermiş.. baba baharla birlikte payitahta çalışmaya gider, kışın dönermiş. Bütün bir kış payitahtta kazandıklarıyla geçimlerini sağlarlarmış. Küçük oğlan hariç iki çocuk da – Büyük oğlan ve kız- çalışıyormuş. Onlar da evin bütçesine katkıda bulunuyorlarmış. Bayrama iki hafta kala bu olay olmuş..
- Hangi olay?
- Büyük oğlan oturma odasına hışımla girmiş.. ya kuş ya ben? Demiş. İtirazlar yükselmiş. Anne itirazcıları tek tek ‘sen de haklısın!’ bakışıyla süzmüş..
- Sen de haklısın bakışı nasıl bir şeymiş?
- Ben olayı küçük oğlanın -yıllar sonra- anlattığı biçimde anlatıyorum.. ve inan senin sorduğun soru aklımın ucundan bile geçmedi.. dolayısıyla nasıl bir bakış bilmiyorum..
- Eee.. sonra..
- Anne her birini süzdükten sonra yerinden kalkmış.. kafesi almış.. kapıya doğru gitmiş. Kapı tokmağını kavramış.. durmuş.. geri dönmüş.. herkes ona bakmakta.. şüphelerim vardı demiş, ağlamaklı bir sesle.. sonra sesini kontrol etmiş, tevekkül dolu bir sesle, artık kesinleşti. Siz benim çocuklarım değilsiniz. Kocasını işaret etmiş, bu adam da kocam değil! Devlet beni izlemek için sizlerle çocuklarımı, kocamı değiştirdi. Bu eve yerleştirdi. Herkes şaşırmış. Şaka yapıyor sanmışlar.. ve fakat bakmışlar ki hiç de öyle değil.. şimdi, demiş kadın, bu ortaya çıktı. Tuti hariç hepiniz devletin beni takip etmek için evime yerleştirdiği ajanlarsınız. Olsun! Kabulümdür. Bu oyunu devletin istediği biçimde oynayacağım. Sizler harika oyuncularsınız. Hiçbir şey değişmeyecek. Eskisi gibi olacak! Yalnız kocam olacak kişi ev hizmetlerinin dışında bir şey beklemeyecek! Ben nikâhlı kocama sadığım. Sadakatimi hiçbir şeylere değişmem! Her şeye eyvallah.. ancak sadakat konusunda sular bile durur. 
- Ciddi mi? gerçekten böyle mi olmuş?
- Evet!
- Ee.. sonra..
- Doktorlara falan götürmüşler.. doktorları da ajan olarak kabullenmiş.. iyi oynuyorsunuz, demiş..
- Yani tedavi de olmamış.. 
- Aynen..
- Adam, yani koca ne yapmış?
- Adam da kapıyı vurmuş çıkmış.. payitahta gitmiş.. bir daha da dönmemiş.. ama her ay muntazaman evin gereksindiği parayı göndermiş.. hatta oturdukları evi bile satın almış.. 
- Adam bayağı zengin o vakit..
- Hem de ne zengin olmuş.. küçük oğlan öyle dedi.. gidip görmüş.. babanın orada da evi varmış.. çocuklar falan.. meğer, demişti arkadaşım, babamın orada da evi varmış.. çocukları.. ve bize gönderdiği para onun için çerez mahiyetinde sayılır.. kaldı ki gönderdiği para on kişilik bir aileyi beyler paşalar gibi yaşatır..
- Sütü bozuk!
- Niye öyle diyorsun? Adam başından atmamış ya.. kadın kovmuş..
- Biliyor musun bence kadın rol yapmış..
- Daha neler!
- İnan ki.. öğrenmiştir oradaki evi.. yüzüne vurmamıştır.. ve böyle bir oyun oynamıştır..
- Ya çocuklar..
- Çocukları dışlamış mı? kendin dedin, her şey eskisi gibi devam edecek, sadece koca yatağa gelmeyecek!
- Yok.. rol yok.. küçük oğlan, hüzünlü bir sesle, annem bazen sarılır, kucağına, göğsüne bastırır, sonra birden irkilir uzaklaştırırdı beni, diğer kardeşlerimi.. demişti.. 
- Tam Cehov’luk bir öykü..
- Niye benlik değil de Cehov’luk? 
- Yav neyse.. benim acele işlerim var.. sen yazmana devam et!
- Heves mi bıraktın serseri?


Cemal Çalık, 28.08.2020,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Facebook 


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı