12 Nisan 2019 Cuma

SA7578/KY1-CÇ615: Allah Belanı Versin Çehov

"Genç adam başını bir türlü kaldıramıyordu. Kaldırsa gözlerinin dolduğunu görecekti babası. Ağladı ağlayacak bir haldeydi."


Demirciler Çarşısı'nda yapı malzemelerinin satıldığı bir dükkânın yazıhanesinde baba oğul karşılıklı oturuyorlardı. Baba oldukça yapılı, oğlundan en az on santim uzun, kırklı yaşlarının sonunda, hafif bir dazlaklığın başladığı mülki amirlerin koltuğuna taş çıkarır dönerli bir koltuktaydı. Çelimsiz mi çelimsiz, çay ve sigaradan dişleri sararmış üniversite ikinci sınıf öğrencisi oğul ise babasının karşısında, hiç mi hiç rahat olmayan odun sandalyedeydi. Babasının havadan sudan konuşmalarını başı önünde can sıkıntısıyla dinliyordu.

- Baban, demişti annesi, oğlan iki gün sonra gidecek şöyle adam gibi dükkâna gelip de birkaç saat yanımda durmadı diyor, gitsen ya oğlum.

Gitmişti genç adam, annenin sitemi yersiz değildi. Yarıyıl tatili neredeyse bitiyordu ve fakat denildiği gibi dükkâna neredeyse hiç uğramamıştı. Gidecek her zamanki gibi insanı boğan, üstü örtük aşağılamalara alaylara katlanacaktı. Bu her zaman böyle olmuştu ve galiba hep de böyle olacaktı. 

Baba konuşurken genç adamın aklına Çehov’un öykülerinden –Çekilmez İnsanlar- bir kahramanı –nedense o kahramanı hiç unutmuyordu- düşmüştü. Piotr. Piotr’un babası cimriydi. Tıpkı kendi babası gibi. 

‘Piotr’ın babasının adı neydi?’ diye sordu kendi kendine, babasının bu yaşta –kendisini kastediyordu- birinin bir baltaya sap olamayışıyla ilgili çözümlemelerini anlatırken. Öyküdeki adamın adı bir türlü gelmiyor aklına. Yutkunuyor genç adam. Elini babasının elleri titreyerek doldurduğu çay bardağına uzatıyor, babasının 'insan öğrenci bile olsa bir işe girip harçlığını çıkartmalı, yediğinin içtiğinin hakkını vermelidir’ sözleri üzerine eli yanmış gibi geri çekiyor. Duymazdan geliyor babanın sözlerini. Aklına düşen –ya da aklından hiç çıkmayan- öykü ile hesaplaşma sitemli sözlerin, atılan taşların acısını hafifletir umuduyla dolu.

‘Sahi,’ diyor genç adam kendi kendine. ‘Onun babası gibi mi benim babam da? Abartıyor muyum?’ Sonra elini çaya götürürken söylenen sözleri, daha da önemlisi geldiğinin ilk günü babasının öğle yemeğinde Annesinin utanıp sıkılarak söylediği;

- İki haftadır zeytin alacaksın, oğlan seviyor! Sözüne verdiği karşılık kulaklarında çınlıyor;

- Yazıklar olsun size verdiğim emeklere.. para kolay mı kazanılıyor? Nankörler yediğiniz nimeti bile inkâr ediyorsunuz! Duyan da bu eve bir kilo zeytin girmemiş sanır. Tenekeyle zeytin, peynir girer bu eve.. o nimetler boğazınızda kalsın!

Genç adam Çehov’a verip veriştiriyor içinden. Çehov o öyküyü yazmasa belki babası da böyle biri olmazdı. ‘Tövbe!’ diyor içinden. Bunun yersiz bir çıkış olduğunu hükmediyor. Daha o öyküyü okumadan, daha okuma yazmaya çıkmamış, mektep medrese yüzü görmemiş yaşlarına gidiyor. Belki beş belki altı yaşlarındaydı. Babasından sımışka –çekirdek- için yirmi beş kuruş istemişti. Babası ilk anda verecek gibi olmuştu. Hatta babasının elini pantolonunun cebine götürürken yüreği ağzına gelir gibi olmuştu ve fakat cebe götürülen el birden geri çekilmişti. O sırada bir müşteri gelmişti dükkâna. İki kilo alçı istemişti. Babası alelacele müşterinin isteğini yerine getirmiş, iki lirayı kasaya koymuştu. Satıştan güç alan çocuk yeniden bir o yana bir bu yana sallanarak;

- Yirmi beş kuruş verir misin baba? Demişti ürkek ürkek. Babası somurtmuş kaşlarını çatmış;

- Ne yapacaksın? Demişti dişleri arasından.. çocuk korka korka;

- Sımışka, diyebilmişti. 

- Sımışkayı ne yapacaksın? Demişti bu kere baba.

Donup kalmıştı çocuk. Sımışkayı ne yapacaktı? Bilememişti. Hayır, bilmişti de, “Elbet yiyeceğim! Sımışka başka ne yapılır ki?’ diyememişti. Babası sımışkayla ne yapılacağını bilmiyor olabilir miydi?

- E yarın gidiyorsun öyle mi? sözüyle irkildi genç adam. Gün'e geldi. 

- Evet, dedi genç adam yapmacık bir gülüşle, nasipse gidiyorum.

- Tren yine aynı saatte mi kalkıyor? Dedi baba.

- Ne treni? Dedi birden babasının trenle gideceği bilgisini unutarak genç adam.

- Yürüyerek gidecek değilsin ya eşşek sıpası, dedi babası gülerek.

Pot kırmıştı genç adam. Her zaman trenle gittiğini sanıyordu adam. Yol parası olarak yedi buçuk lira. Yine Tren parası vermişti. Trenle değil de otuz lira verip otobüsle mi gidip geliyordu yoksa? Ya adam anlarsa. Annesiyle adama oynadıkları oyun ortaya çıkarsa.. anneye dünyayı zindan ederdi. Başını iyice eğdi. 

- Şey birden, diye kekeledi genç adam..

- Oğlum şöyle adam gibi arkana yaslan yüzünü göreyim, gözlerine bakayım.. ne öyle suçlu biri gibi başın önüne eğik duruyorsun? Ben komiser değilim sen de suçlu değilsin.. kaldır bakayım başını..

Genç adam başını bir türlü kaldıramıyordu. Kaldırsa gözlerinin dolduğunu görecekti babası. Ağladı ağlayacak bir haldeydi. Ve bunun nedenini açıklaması elbet istenecekti. ‘Allah belanı versin Çehov!’ dedi içinden.



Cemal Çalık, 12.04.2019,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Cemal Çalık Yazıları







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı