11 Şubat 2019 Pazartesi

SA7436/KY59-MLÖZ66: Siyah-Beyaz

"Pazar çıkışındaki taştan merdiven evine götürecek caddeye çıkıyordu. Merdivenden inerken kafasındaki uğultu, arıların kovanda çıkardıkları sesi andırıyordu. Bunca ses nereden girdi şimdi yok yerde zihnine, neden karmakarışık bir zincir yumağı gibi dolandılar birbirine ve neden pazarcıların bağırışlarını örtecek kadar güçlüler?"


Tezgâhın diğer tarafında duran pazarcıya, “Bu ikisinin fiyatı neden farklı?" diye sorar sormaz birden duraksadı. Ağzından aniden çıkan bu soruya kendisi de şaşırdı. Neden sorduğunu bile bilmiyordu aslında. Son derece anlamsız bir soruydu. Sonuçta şu an pazardaydı ve pazardaki her bir ürünün fiyatının farklı olmasından daha doğal ne olabilirdi ki? Serbest piyasa ekonomisi hâkim olan bir yerde isteyen istediği fiyatı koyabilirdi. 

Kalın siyah bir brandayla örtülmüş ağaç tezgâhın üzerinde duran kasaların biri siyah, diğeri de beyaz patlıcanlara, yani albino türüne aitti. Patlıcanların hem siyahları, hem beyazları pek de güzel görünüyordu, kabukları sert ve parlaktı. Belli ki sebzeler tazeydi. Bir tezgâha, bir satıcıya bakarken böyle anlamsız bir soru sorduğuna mı şaşırmalıydı, yoksa soru sorabildiğine mi, bilemedi.  

Fazla konuşan biri değildi. Üstelik tanımadığı insanlara soru sorma alışkanlığı yoktu. Pazarlık yapacak kabiliyeti ise hiç yoktu. Kaldı ki ürünün kalitesi konusunda bir sohbete girişsin. Genellikle ihtiyaçlarını, meyve-sebzenin fiyatına veya kalitesine yorum yapmadan alıp evine giderdi. 

Fakat siyah saçlı, esmer tenli, iri yapılı pazarcı soruda bir gariplik görmemiş olmalıydı ki, açıklamaya başladı bile. “Yani,” dedi “Bunların türleri farklıdır, farklı tohumlardan yetişirler. İkisi de patlıcan, ama biri beyaz, diğeri de siyah, tatları da farklıdır. Beyaz patlıcanda siyahın acımsı tadı yok, daha lezzetlidir aslında. İnsanlar da öyledir mesela; kimi beyaz tenli, kimi de siyah. Her ikisi de insan, ama ikisi aynı mıdır? Değildir tabii ki. Biri diğerinden daha üstün…” 

Adamın bu sözlerini işitince beyninden vurulmuşa döndü. Şaşkınlığı dinmek bir yana daha da arttı. Demek ki ağzından çıkana dikkat etmeyen bir tek o değildi. Yoksa bu duydukları nasıl açıklanabilirdi ki? Faşizmin vücut bulmuş hali karşısında duruyordu sanki. Pazarcı gerçekten de böyle mi düşünüyordu, yoksa sadece gelişigüzel verilen uygunsuz bir örnek miydi söyledikleri?

Bunları ne düşünecek, ne de diğer müşterileriyle ilgilenmeye başlayan bu adamla herhangi bir tartışmaya girişecek durumda değildi. Bilinçaltının dışa vurumu muydu, yoksa bilinçli söylediği bir şey miydi, hiç önemi yoktu. Elbette ki onunla tartışmayacaktı. Bu tür söylemlere yeterince alışıktı kulağı. 

En yakınındaki insanlardan bile duymuşluğu vardı bu tarz söylemleri. Kimden ne zaman bu tür sözlerin çıkabileceği belli değildi. Üstelik cilt rengi gibi bir bahane bile öne sürülmeden. Birinin farklı bir etnik gruba ait olması yetiyordu kimi zaman, kendini üstün görenlerin sivri dillerinin hedefi haline gelebilmek için. Herhangi bir insanla herhangi bir sohbet sırasında, “Her yer Suriyelerle doldu, dönsünler evlerine!” gibi söylemleri duymak artık sıradan hale gelmişti. Bir şey söylemeden arkasını dönüp yoluna devam etti.

“İnsanlar aynı yaşam alanını, aynı ülkeyi paylaşıyorlarsa, kardeştir. Gel gör ki en şiddetli kavgalar kardeşler arasında olmuştur hep bu zamana kadar. Şeytanın en kolay gireceği kapıdır galiba, kardeşlerin geçimsizliği. Kabil ve Habil’den beri bu böyledir. İnsanlık yeteri kadar bedel ödemişken hala akıllanamıyor. Bu dünyada nereye gitsen, kardeşlerin kanıyla boyandı topraklar.” diye geçiyordu aklından…

Pazarda ilerlerken yastık dolgusu kıvırcık pamuk satan tezgâha yaklaştı. Hemen hemen herkesin çocukluğunda karşılaştığı o şaşırtmacalı soruyu hatırladı. “Bir kilo demir mi daha ağır, yoksa bir kilo pamuk mu?” 

“Tuzağı fark eden herkes kilolarının eşit olduğunu söyler. İnsanlarda ise hangisinin hayatı daha ağır basar? Bir insanın diğer insandan üstünlüğünü belirleyecek kriterlere uygunluğu biz insanlar olarak ölçebilecek, karar verebilecek güçte değiliz. O zaman neden bu birilerinin kendilerini diğerlerinden üstün görmeleri? Neden açılmaz kapılar ülkelerinden kovulanlara? Neden uzanmaz eller darda kalan kardeşlere? Neden ölüyor bombaların altında Orta Doğu halklarının çocukları ve neden süslenir rengârenk ışıklarla köprü ve binalar İngiltere’de kraliyet ailesinden bir bebek dünyaya gelirken? Neden vurur sahillere binlerce mültecinin cansız bedeni? Ve neden terk edilir açlığa Yemen’deki çocuklar? Neden herkes sözde eşittir, ama sadece sözde?” 

Pazar çıkışındaki taştan merdiven evine götürecek caddeye çıkıyordu. Merdivenden inerken kafasındaki uğultu, arıların kovanda çıkardıkları sesi andırıyordu. Bunca ses nereden girdi şimdi yok yerde zihnine, neden karmakarışık bir zincir yumağı gibi dolandılar birbirine ve neden pazarcıların bağırışlarını örtecek kadar güçlüler? 

Onların içinden,“İnsan hayatı değerlidir, hep değerliydi, ucuzlamadı hiçbir zaman. Ona farklı değer biçen şu demin gördüğün pazarcının mantığına benzer bir düşüncedir sadece...” diyen bir ses sıyrılıyordu. 

Evine doğru giderken diline Michael Jackson’un eski bir şarkısı dolanmıştı:

 “I said if, you’re thinking of being my brother it don’t matter you’re black or white... (Dedim ki, eğer kardeşim olmak istiyorsan, siyah mı yoksa beyaz mı olduğunun bir önemi yok) 



Melek Öz, 11.02.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Akla Düşenler
Melek Öz Yazıları


 



Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı