29 Temmuz 2016 Cuma

SA3233/TG200: FETÖ'nün Esas Direktörü Fuller'in Bastırılan Darbe Girişimi'ni Çarpıtma Stratejisi; Türkiye'deki İslamcıların Savaşı

Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki çeviri, (aslında devletteki FETÖ örgütlenmesini de tek tek itiraf eden bir metindir de) 15 Temmuz 2016'da Halk tarafından bastırılan 'FETÖ Darbe Girişimi'nin asıl sahibi olan eski CIA İstasyon şefi ve FETÖ lideri Gülen'in Yeşil Kart almasına referans veren Graham E. Fuller'in suç üstü yakalanmasının ertesinde yaptıkları darbeyi çarpıtarak yeni bir durum üretme kapasitesini göstermesi açısından önemlidir. Obama darbeden haberi olmadığını söyleyerek yalan söylemesine rağmen, 28 Temmuz 2016'da, ABD Merkez Komutanlığı Komutanı Orgeneral Joseph Votel, 15 Temmuz darbesinden iki hafta sonra, darbeciler derdest edilip tutuklandığında, darbeci FETÖ subaylarını şöyle tanımlamıştır: "ABD ordusunun en yakın müttefikleri hapse konuldu." Bu açıklama karşısında Fuller'in tamamen riyakar analizini rahatlıkla okuyabilir, sonraki hamlelerini çözümleyebilirsiniz. "Erdoğan kendi yıkımına sebep olacak tohumları ekmektedir. Nasıl ve ne zaman iktidardan düşeceği belirsizliğini korumaktadır." diyerek asla vazgeçmeyecekleri tehdidini savuran Fuller arsızca çarpıtmalarından sonra FETÖ'yü açık darbe girişiminden aklamakta ve şöyle demektedir: "Hizmet, var olma özgürlüğü ve sosyal misyonunu gerçekleştirmesi için askeri yönetime karşı esas olarak demokrasiyi savunmaktadır." 
Seçkin Deniz, 29.07.2016


Islamists at War in Turkey

Geçen hafta, Türkiye’nin iki büyük İslamcı hareketi arasında gittikçe büyüyen mücadelenin son hamlesi denilebilecek bir olaya şahitlik edildi. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ve AKP partisinin lideri olan Recep Tayyip Erdoğan, sürgündeki İslamcı lider Fethullah Gülen’i hükümete karşı düzenlenen başarısız darbeyi tertiplemekle suçladı. 

Bunun hemen ardından Erdoğan, Stalin tarzı büyük bir tasfiye hareketi başlatarak ülke çapında Gülen’le bağlantı şüphesi bulunan her kim varsa veya aslında hangi ideolojiden olursa olsun Erdoğan’a muhalif olanlara karşı tutuklamalara girişti.  

Her şeyden önce, Türkiye’deki İslamcı liderlerden bahsettiğimizde Müslüman dünyanın geriye kalan birçok yerinden çok daha farklı bir sahneden söz etmekteyiz. Türkiye’de durum temelde ılımlı İslamcılar arasındaki bir mücadele ile alakalıdır. 

Ne Erdoğan ne de Gülen’in,  bir İslam Devleti veya Şeriat Kanunları ya da Halifelik veya Batı’ya karşı cihat çağrısı bulunmamaktadır. Her ikisi de, yüzyıl önce ülkeyi modernize eden sekülarist kurucu Mustafa Kemal Atatürk tarafından oluşturulmuş olan esasen seküler bir devlet yapısı içerisinde gayet rahat bir şekilde hareket etmektedir. Gerçek manada İslam veya teolojiden değil, güç ve nüfuzdan bahsetmekteyiz. (Ve Türkiye’de siyaset, her zaman için oldukça sert bir oyun özelliği taşımıştır, temelde demokratik bir düzen içinde olsa bile) 
   
Fakat bu iki grup arasında önemli farklar bulunuyor. Erdoğan siyasi bir partinin başında, Gülen ise Hizmet adı verilen sivil bir hareketi yönetiyor. Erdoğan daha geleneksel Sünni Türk İslamcı hareketten geliyor; Gülen ise apolitik, daha Sufi, mistik ve sosyal bir gelenekten gelmekte. Gülen, seküler yüksek eğitimi de kapsamakta olan yavaş, derin bir sosyal değişimle ilgileniyor; Erdoğan ise bir parti lideri olarak öncelikle ve daha çok, genel refahı artırmaya çalışırken popülist bir çizgi izleyen partisinin gücünü muhafaza etmeyi hedefliyor.   

Ancak Erdoğan’a karşı düzenlenen ve dramatik bir şekilde başarısızlığa uğramış bu darbe girişimine bakınca, bu darbenin arkasındaki üst aklın Gülen olma ihtimalinin bulunmadığını düşünüyorum. 

Şüphesiz belli bir kanıt olmaksızın kimsenin kesin bir şekilde konuşması mümkün değil. Gülen liderliğindeki sosyal hareketin muhtemelen bir milyonun üzerinde takipçisi veya sempatizanı bulunuyor ve bunlar merkezi bir kontrol altında değil. Bunlardan on binlercesinin bu hafta içinde tutuklanması ve bariz işkence kullanımı değerlendirildiğinde ne tür “itirafların” üretileceğini bilmek mümkün değil. 

Erdoğan, ABD’nin Gülen’i iade etmesini talep ediyor, ancak Washington genellikle siyasi figürleri haklarındaki kanıtlar bir ABD mahkemesi tarafından oldukça inandırıcı bulunmaksızın iade etmez.     
Bundan daha önemlisi Erdoğan’ın Gülen’e karşı duygusal ve kapsamlı suçlamaları mantık kurallarını hiçe sayıyor gözükmekte. Bunu aşağıda değerlendirelim:

*Erdoğan darbe öncesinde zaten Hizmet’i büyük ölçüde ezmişti. Erdoğan’ın yakın çevresi içinde gerçekleşen büyük çaplı yolsuzlukla alakalı polis dinleme kayıtlarının 2013 senesinde Gülen taraftarlarınca yayınlanması Erdoğan’ı çileden çıkartmıştı. Bunun ardından Erdoğan tarafından, Hizmet’in üyeleri, aktivistleri, destekleyenleri, yetkilileri, finans kurumları, televizyon istasyonları, gazeteleri, eğitim kurumları ve sosyal kurumlarına yönelik halen devam etmekte olan geniş çaplı bir tasfiye hareketi başlatıldı. Hizmet’in kurumları mahvedildi. Temellerine zarar verildiğini gören Hizmet üyeleri, demokrasinin inşası, askeri bir gücün geri dönüşüne karşı korunmak ve Erdoğan’ın yetkilerini gittikçe daha fazla kötüye kullanmasına engel olmak için bir hareket olarak yeniden toparlanmaları ve belki de bu amaçla liberal ve seküler güçlerle daha yakın çalışmaları gerektiğini anladılar.     

*Gülen her zaman için Osmanlı geleneği kapsamında devletin önem ve itibarı konseptini desteklemiştir. Gülen, İslam’ı devletin üzerinde gören erken İslamcı hareketlere karşı devleti desteklemiştir. Hatta kendini, 1980’lerde sokaklardaki sağcı-solcu gerilla savaşına karşı devleti korumak amacıyla gerçekleşen askeri darbeyi desteklemek zorunda hissetmiştir. Buna rağmen Hizmet, var olma özgürlüğü ve sosyal misyonunu gerçekleştirmesi için askeri yönetime karşı esas olarak demokrasiyi savunmaktadır.  

Gülen ayrıca geçen haftaki darbenin hemen ardından bunu kınadığını beyan etmiştir. Bu sırada yalnızca numara mı yapıyordu? Zannetmem, çünkü (bu kınama) uzun yıllardan beridir Gülen’in askeri yönetimle alakalı rahatsızlığı ile tutarlılık sergilemektedir. Daha da ötesi hiçbir zaman terörist eylemlere katılmamış olan Hizmet’in bu olayda şiddeti desteklemiş olması oldukça ihtimal dışı görünmektedir. Hizmet’e yöneltilen “terörist organizasyon” suçlaması, barış ve diyalog vurgusu yapmakta olan bu hareketle alakalı çok az bir bilgiye sahip olan herhangi biri için bile absürt bir düşüncedir.     

Gülen’in, onlarca yıldır Hizmet takipçilerinin -aslında herhangi dini bir inanç göstergesine sahip subayların- titizlikle temizlendiği bir ordu içinde ciddi bir darbe gerçekleştirme yeteneğinden yoksun olduğu gayet açıktır. Ayrıca yıllardır hareketin her tarafında bulunan Türk istihbaratı tarafından haklarında devasa miktarda dosya tutulmuştur. Bütün görüşlerine zıt bir şekilde ve Erdoğan’a karşı en zayıf döneminde Gülen neden bir darbe girişiminde bulunmayı seçsin? 

*Darbenin liderleri kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak adlandırdı. Yurtta Sulh tabiri Atatürk’ün ünlü bir sözünün bir kısmıdır ve Gülen ile alakası yoktur. 

*Şu ana kadar hayatın her alanından -polis, ordu, yargı, üniversiteler, bankalar, okullar, medya-  tasfiye edilen ve tutuklanan on binlerce kişinin devlet düşmanı teröristler olduğuna inanmayı hayal etmek bile imkânsızdır. Şurası açıktır ki Erdoğan, kendisi için yaratmak istediği süper-güçteki başkanlık sistemi planlarına muhalif her kim varsa elimine etmeye yönelik fırsatı değerlendirmektedir. Erdoğan kendi çevresinden bile totaliler bir güce ulaşmasından korkan ancak sessiz kalan birçok kişi bulacaktır. Bir zamanlar objektif olan gazetecilerin sözlerine bakın.  

(Tam açıklama: Benim ABD vatandaşı statüsüyle, 2006 senesinde Gülen’e yeşil kart verilmesiyle alakalı olarak, kendisinin ABD’ne karşı bir güvenlik tehdidi oluşturmadığını belirten bir mektup yazmış olduğum devlet arşivlerinde kayıtlıdır. Bu olay, birçok seyahati ve dünyanın birçok yerinde İslamcılarla yapmış olduğum röportajları da kapsamakta olan Politik İslam’ın Geleceği isimli kitap çalışmamı tamamladıktan kısa bir süre sonra gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Hizmet’i oldukça ılımlı, hoşgörülü, şiddetten uzak ve diyaloga açık, küresel gelecekte Müslümanların güçlenmesi için eğitime güçlü şekilde taraftar olan ve siyasi bir yapıdan ziyade sosyal bir hareket olarak değerlendirmiştim. Fakat Bush dönemindeki Terörizmle Küresel Savaş yıllarında Washington’da bulunan birçok Neocon, ABD’ye karşı bir güvenlik tehdidi oluşturduğu gerekçesiyle diğer pek çok Müslüman din adamının yanı sıra Gülen’in de sınır dışı edilmesi propagandası yapmaktaydı. Ben bu suçlamayı temelsiz buldum. Gerçekten ben hala bir hareket olarak Hizmet’in dünyadaki çağdaş İslam’ın temsilcileri içinde en umut verici yapı olduğuna inanmaktayım. FBI’dan, onun (Gülen’in) durumunu değerlendirirken en azından benim mütalaa edilmiş şahsi kanaatlerimi göz önünde bulundurmalarını istedim. O zamandan beri Gülen’e düşman olanlar ve birçok komplocu fikre sahip Türk, noktaları birleştirmeye başladı: Benim bir CIA yetkilisi olduğum (CIA’den 18 sene önce emekli olmuştum) gerçeği ve Gülen’i açık bir şekilde savunmam, Gülen’in de bir CIA ajanı olduğuna dair açık bir “kanıt” teşkil etmekteydi.)       
     
Gülen hareketi de hatasız olmaktan oldukça uzak. Gülen geleneksel fikirlere sahip, 75 yaşında, toplumdan uzak ve genelde organizasyonun gündeme dair bakış açısıyla teması bulunmayan bir kişi. Hizmet, şeffaf bir organizasyon değil-bu yüzden “karanlık” bir yapı olarak değerlendiriliyor. Ancak geçtiğimiz yıllarda Hizmet’e (veya Türkiye’deki herhangi bir İslami harekete) üye olmak muhtemel bir kovuşturma için dayanak teşkil ederken, organizasyona üye olanlar, düşük bir profil sergileyerek ilişkilerini genellikle gizlemekteydiler. 

Bu durum AKP’nin 2002 senesinde başa geçmesiyle değişti. Bundan sonra birçok Hizmet üyesi (eğer kalifiye iseler) hükümet içinde pozisyon alma noktasında kendilerini özgür hissettiler. Özellikle polis ve yargı içinde iş aradılar, bunun sebebi büyük ölçüde polisin geçmişte olduğu gibi kendilerine (veya AKP’ye) zarar vermesini engellemekti. Şimdi olayın gidişatı tamamen tersine döndü ve Erdoğan kontrolündeki polis gücü tamamen Hizmet üyelerine karşı kullanılıyor. Şurası üzücüdür ki geçen yıllar içinde polis gücü Türk siyasetinde her zaman istismar edilen bir konu olmuştur.     

Fakat nihayetinde sorun sadece siyasetle ilgili değildir. Kritik bir meseleden bahsediyoruz: İslam’ın geleceğini ne tür hareketler temsil edecektir? IŞİD? El-Kaide? Müslüman Kardeşler? İslami hareketler böyle devam edip giderken; rasyonel, ılımlı, sosyal anlamda inşa edici ve açık fikirli organizasyonlar listesinde Hizmet’i ben en üst sıralara yerleştiriyorum. (Hizmet) bir kült değildir; doğrudan İslam modernleşmesi ana akımı üzerinde yer almaktadır. 

Erdoğan’ın kendi partisi AKP bir zamanlar dikkate değer bir model oluşturmaktaydı. Aslında, Erdoğan eğer 2011 senesinde partinin tüm kazanımlarıyla siyasetten çekilmiş olsaydı, tarih sahnesinde muhtemelen demokratik Türkiye tarihinin en büyük başbakanı olarak yerini alacaktı.

Fakat birçok liderde görüldüğü gibi; on yıllık iktidarın arkasından (liderlerde) güç zehirlenmesi ortaya çıkmakta, liderler (halkla) temasını kaybetmekte, gittikçe yalnızlaşmakta ve hatta güce karşı daha da fazla açlık hissetmektedir. Erdoğan şu anda partisinin başa geçtiği ilk on yıl içinde elde ettiği her şeyi neredeyse mahvetme sürecindedir. Kendisi tarafından gerçekleştirilen geniş çaplı tasfiyeler ve ortaya çıkan korku ve belirsizlik katmanı bizzat Türkiye’yi harap etmektedir.   

Tüm bunlar nasıl sonuçlanacak? Erdoğan Hizmet’i kesin bir şekilde mağlup etmiştir. Ancak Erdoğan kendi yıkımına sebep olacak tohumları ekmektedir. Nasıl ve ne zaman iktidardan düşeceği belirsizliğini korumaktadır. Bu sırada Türkiye uluslararası sahneden hızla dışarıya doğru itilmektedir. 

Ülke şu anda Erdoğan’ın asıl kurbanı haline gelmiştir.(*)


Graham Fuller / 22 Temmuz 2016




Tamer Güner, 29.07.2016, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri



Metnin Orijinali:

(*) http://grahamefuller.com/islamists-at-war-in-turkey/

Seçkin Deniz Twitter Akışı