8 Kasım 2014 Cumartesi

SA979/ÇY5-DÇ10: Yırca’da Zeytinyağı Vardı da Biz mi İçtik?

“Bir taraftan beton evinde “Önde zeytin ağaçları, arkasında yar” şarkısını dinliyor, ama arkasında ne olduğunu gerçekten sorgulamıyor.”


Geziyle başlayan ağaç sevdası Yırca’da devam ediyor. Kurgu, senaryo, oyuncular yine aynı.

Gezide ortaya çıkan, ortalık karıştıktan sonra da yok oluveren Greenpeace Akdeniz Çevre Örgütü uzun zamandır Yırca’da ki zeytin ağaçlarının reklamında. “Kesilecekler, sesinizi çıkarın, toplanın, tepki verin. Bakın üstelik buraya yapılacak termik santral, Kolin şirketler grubunun, İstanbul’a yapılan yeni hava limanını yapan inşaat firmasına ait”, diye de altını çiziyorlar.(1)

Açık açık hedef göstermedeki ekonomik rant ve çıkar histerileri o kadar derinden hissediliyor ki, sormadan edemiyor insan: "Sen gerçek bir çevre örgütü isen neden sürekli tek bir firma ile uğraşırsın?"

İşin devamını sosyal medya paylaşımlarının körüklenmesi takip ediyor. Herkes de bir ağaç sevdası, gene alıp başını gidiyor. Ömründe ağaç dikmemiş, tanıdığımız sevdiğimiz insanlar gaza gelerek çevreci, yeşil kafalı birer uzaylıya dönüşüyorlar.

 Bu paylaşımların altına atılan yorumlarsa daha da enkaz bir zihin örneği sergiliyor.

“Çocukluğumuz ne kadar da masumdu hâlbuki, eskiden böyle kötü şeyler yoktu. Toprakla, çamurla, oynar, ağaçlara tırmanırdık. Oyuncağımız bile yoktu. Vita kapaklarından arabalar yapardık.”

Buraya kadar okuyabiliyorum, çünkü gerisi gelmiyor. Kafamda Vita kapaklarının yere düşünce çıkarttığı tangırtı sesleri çalıyor. Yaşları bizden büyük olanlar bilirler Vita yağlarını. Ben Sana yağlarına yetişebilen nesildenim. Ekmeğin üzerine zorla sürülerek boğazımıza tıkılan, korkunç ilkokul sabahlarımız geliyor gözümün önüne, hikâyesi ezme çikolata ile devam eden.


Vita Yağı ilk çıkan margarinlerden birisi malumunuz, bir nesil bunları yiyerek büyüdü. Zeytinyağının kıymetini bilmeden! Sana, Tama ve Uma’larla devam etti nesiller.

Ülkemin zeytinini senelerdir ucuza satın aldı Avrupalı. Kendi neslini zeytinyağı ile büyütürken, boğazımıza da kendi margarinini dayadı. Ancak kimse nedense sesini çıkarmadı.

Medyanın köylüleri ağlatarak yaptığı ağaç haberlerini, sosyal medya protesto paylaşımlarına yorum atan eğitimli neslin, Vita kapaklı çocukluk öykülerini okudukça çığlık atası geliyor insanın…

“Eskiden zeytinyağı vardı da, biz mi içtik? ”

Katmerli siyasetçimiz Süleyman Demirel, “Benzin vardı da biz mi içtik?” dediğinde, benzinin neden olmadığını bilen nesil, zeytinyağının eski zamanda niçin çok kullanılmadığını tahmin edemiyor; çok acı.

Çünkü; şu an hepsi kolesterol ve şeker haplarının üzerine bir bardak su içerken bu yorumları yazıyor. Bu hapların yan etkileri kesinlikle araştırılmalı.


28 Şubat darbesi ve peşinden gelen ekonomik krizle, Batılı ekonomi kurumlarının ülkemizde uyguladığı tarım politikaları geliyor insanın aklına. Tütün, şekerpancarı, mısır, zeytin, fındık ve benzeri ürünlere uygulanan üretim kotalarını, “Tarlanızdan sökün!” diye köylüye teklif edilen paraları ne çabuk unuttu yurdum insanı.

Be teyzem, be amcam, bre basın kumkumaları, neden o zaman bu kadar direnmediniz?

“Neden hiç sesiniz çıkmadı?”diye sormak, şimdi hakkımız değil mi?

Kendilerine yakın firmalar ihaleleri aldığında neden gıkları çıkmaz bu çevreci geçinen tayfanın.

Çevreci arkadaşlara bu soruyu sormakta en doğal hakkımız değil mi?

Ve zeytin ağaçlarının kesilmesinin ertesi sabahında basında çıkan haber:

“Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi.”(2)

Orası özel mülkse, köylüler oradaki zeytin ağaçlarının hasadını neden yapmak ister?

Özel mülkteki zeytin ağaçları kesildikten sonra neden durdurma kararı alırsın?

Danıştay’a kim neden danışır? Danıştay neden Havalimanı için de aynı kararı almıştı?

Hani şu İstanbul’da orman içindeki malum konaklar ve işyerleri için, ağaçlar katledilirken neden hiç sesini çıkarmazsın ve daha nicelerine…

Sermaye karşıtı çıkar çatışması var bu zeytin ağaçları hikâyesinde, karşı sermayeciliklerin başkalarını, basın yayın organlarını kullanarak yürüttüğü bir karalama kampanyası.


Üstelik bunlar margaringil ve kolestrolgil hap fabrikalarının da yakın akrabaları.

Bu konuda zaten Vikipedi bilgileri veriyor bize:

“Vita, Türkiye’deki bitkisel yağ sektörünün ilk markasıdır. Üretimine Unilever tarafından 1950 yılında başlanan Vita, katı yağ ve margarin kategorilerinin adını Vita olarak değiştirecek kadar büyük bir aidiyet duygusu yaratmayı başarmıştır. Yıllar boyu pazar lideri olan Vita markası, sarı teneke kutusu ve kırmızı büyük harflerden oluşan basit tipo grafik tarzı ile bir popüler kültür nesnesi olmuştur. İkonik tenekesi ile kimi zaman evlerin balkonunu süsleyen çiçek saksısı, kimi zaman çocukların oyuncak arabası, kimi zaman annelerin temizlikte kullandığı su kovası olmuş; tüm Türkiye’nin kollektif ve bireysel anısında unutulmaz bir yer edinmiştir. Türkiye’nin nostaljik markası Vita 2010 yılında Aymar Yağ ve Gıda San. Tic. A.Ş. bünyesine katılmıştır. 2011 yılında tamamen bitkisel, trans yağ içermeyen efsanevi margarininin yeniden üretimine başlamasıyla mutfaklara geri dönen  Vita artık sadece vanaspati tipi yağ ile değil; genişlemiş ürün yelpazesi ile hikâyesine kaldığı yerden devam etmektedir.”(3)

Vikipedi biliyor bu neslin margarinle olan hikâyesini, çevreci paylaşımların altına atacakları yorumları, firma sahiplerinin de kimler olduğunu söylüyor. Araştırmak için açıp okuduğumda nedense hiç şaşırmıyorum. Gördüklerimi özetliyor zaten.

Kültürlü geçinen yurdum insanı; salatası üzerinde gezdirirken zeytinyağını, “Elimizden alamayacaklar ağaçlarımızı” diye homurdanıyor. Bir taraftan beton evinde “Önde zeytin ağaçları, arkasında yar” şarkısını dinliyor, ama arkasında ne olduğunu gerçekten sorgulamıyor.

Annesine margarini pazarlayanın, Marshall yardımı kapitalleri olduğunu bilmeden…

28 Şubat 1997’de darbe sonrası gelen ekonomik krizle köylünün ürettiklerini zorla sök diyen IMF ve Dünya Bankası politikalarını hatırlamadan, kahrolsun kapitalizm çığlıkları atıyor, içli içli.

Eylemlerinin nereye hizmet ettiğini anlamamakta ısrarla direniyor. Ağaç görünce, birdenbire UFO görmüş gibi davrananların da emellerine alet oluyorlar haliyle. Böylece masum köylülere de sahip çıktığını zannediyor yurdum insanı.

Bunların arkasına saklananların ise daha sonra yakıp yıkarak verdikleri zararın haddi hesabı yok. Gerek ekonomik, gerek çevresel, gerekse manevî olarak.

Ancak; ‘kaynakçası belli kapitallerin, masuma yatan hikâyelerine alet olmuyoruz’ diye de bizleri çevre düşmanı ilan ediyorlar oracıkta. Baymadı mı artık bu senaryolar?

Biz çok sıkıldık, bu tek taraflı ağaç muhabbetlerinden ve İngiliz kökenli, İrlanda ormanı yabanilerinin, size uydurduğu Robin Hood masallarından...

Ülkemizde şeffaflık istiyoruz. Ülke yararına faydalı olan, sıhhatli çalışacak, yanlı davranmayacak örgütler, kurumlar lazım. Çok mu zor bunları başarmak, tarafsız kalmak…

İşte tam burada bir arıza var. Ama nerede?

Vita kapaklarının yere düşünce çıkarttığı sesleri iyi dinlemeyen nesil, eski hikâyelerin ana fikirlerini yenileyerek tekrar çıkarmalı artık. Bunların toplum içindeki mantıksız, bilimsel olmayan hareketlerinden, nesillerine verdikleri zararlardan, öylesine bıkıp usandık ki; kelimelerimiz yetmediği gibi, yeni nesilleri de ısrarla anlamamakta direniyor.

Cinassız, uyaksız, nakaratsız mı söyledik; şimdiye kadar gördüklerimizi...

Yoksa margarinle akraba kolesterol ilaçlarının yan etkisi midir bunlar?

Teşhis sizlerin!

Kolestrol hapları ile yaşlanan neslin,  sinir hapları ile yaşlanacak çocukları büyüyor.

Onları uyarmaksa hâlâ bizim görevimiz.


Duru Çağlayan, 08.11.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar




Kaynakça:
Görseller: 


Seçkin Deniz Twitter Akışı