10 Şubat 2014 Pazartesi

SA549/KY10-MrÖz3: Lütfen Algılarınızın Ayarları ile Oynamayın!

“Cam gerçekten kirli miydi? Parmak izleri söylenen kişilere mi aitti? İsmi geçen kişiler evin hizmetkârlarıydı, camda izlerinin olması hizmet amaçlı olamaz mıydı?


Algı; bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesidir. Duyu organlarının kontrol mekanizması, beynin yönlendirilmesi de diyebiliriz.

Bakmak ve görmek arasındaki fark gibi. Örneğin pencerenin önünde iseniz seçenekleriniz arasında cama bakarak camın durumunu görmek, camdan bakarak dışarının durumunu görmek vardır; niyet ve isteğe bağlı bakış açısı görüş alanı oluşturursunuz ve gördüklerinizi beyinde depolanmış bilgilerden seçtiklerinizle birleştirerek yorumlar ve karar verirsiniz.

Algı Yönetimi; Amerikan ordusu tarafından keşfedilmiş, adı konmuş resmi olarak uygulanmaya başlanmıştır. Olayları olduğundan farklı göstererek yorum ve kararları kontrol etme çalışmasıdır. Örneğin camdan dışarı bakarken görüş alanınız da olmayan bölgede yağışın olup olmadığı, konusunda bilgi kaynaklarınızın sizi yönlendirme işlemidir; tek ya da çoklu kaynak kullanabilirsiniz, hangisine güveneceğiniz sizin bilgi tecrübe ve isteğinize bağlıdır.

Birinci kaynağınız, size 10 km uzağınızda kar yağdığı bilgisini veriyorsa; inanıp tedbir alabilir, zorunlu değilse dışarı çıkmayabilirsiniz ya da başka kaynaklar kullanarak teyit edebilirsiniz; bazen tüm kaynaklar aynı bilgiyi verir; oysa kar yağmıyordur. Diğerlerinde farklı bilgiler varsa, hangi kaynağın daha güvenilir olduğu bölge ve iklim şartlarında böyle bir yağışın mümkün olup olmayacağı gibi tecrübe ve isteğe bağlı kendi verilerinizi  devreye sokar ve karar verirsiniz.

Medya algı yönetiminde kullanışlı bir silahtır. Savaş başladığında hedef belirlenir, ateş serbesttir; deveyi pire, pireyi deve olarak gösterme gücüne sahiptir. Hedefte siz varsanız öyle yazılar yazılır, öyle görseller kullanılır ki, doğru olmadığını bildiğiniz halde, siz bile kendinizden şüphe edersiniz.

Savunma argümanlarınız size doğrultulmuş yeni silahlara dönüşür. Çevrenizdeki insanlar duyduklarına,  gördüklerine,  okuduklarına inanıp sizi suçlayabilir ya da sizinle ilgili bilgi tecrübe ve istekleri doğrultusunda karar verebilirler. Emin olun çok azı sizin suçsuz olduğunuza inanacaktır; çoğu hayatınız boyunca size şüpheyle bakacaktır.

Allah kimseyi medyanın hedefi haline getirmesin.

Yaşanmış bir olay; yazar kasa kullanmayı zar zor öğrenmiş yıllardır tanınan Kuruyemişçisi Hacı Amca, bir kültür merkezinin bayanlar tuvaletine gizli kamera yerleştirmek, kaydedilen görüntüleri internette paylaşmak ve şantaj yapmakla suçlandı. Gözaltına alınma görüntüleri, ‘yaşına bakmadan üstelik hacı, utanmadan neler yapmış,’ türü bir sürü hakaret içeren yorumlarla yerel medyada ve internette yayınlandı. Oysa bir saat geçmeden isim benzerliği olduğu ve amcanın olayla ilgisi olmadığı ortaya çıkmıştı.

Gerçek suçlu yakalandı; tabi medya bunu aynı coşkuyla yayınlamadı. Suçlu genç ve sabıkalıydı; haber değeri yoktu. Mahalleli Hacı Amca’yla alışverişi de selam sabahı da kesti. Hacı Amca’nın masumiyetinin ispatlanmış olması yeterli değildi, insanlar algılarını teslim etmek istemişti. Amcanın bunları yapacak becerisinin olmadığını, yıllardır namusuyla işini yaptığını düşünseler, bilgilerini kullansalar kullanmak isteselerdi, şüphe dahi duymayacaklardı; ama cama bakmayı tercih ettiler.

Medya kimleri böyle harcamadı ki; hemen aklıma gelen bir kaçını yazayım. Ömrünün çoğu savaşmakla geçmiş, dünyayı dize getirmiş, yedi  kıtaya hükmetmiş Kanuni Sultan Süleyman bir tv dizisiyle haremden çıkmayan, ‘nefsine yenik düşmüş sülüman’a dönüşmedi mi?

Zakkumla kanser tedavisini bulan doktoru ‘Zakkumcu Ziya’ ilan edip şarlatanlıkla suçlamadılar mı? Dr Ziya Özel’e ABD sahip çıktı, ilacın patentini aldı, üretti; şimdi biz ABD’den satın alıyoruz, yazık değil mi?

Bir dönem sahte şeyhler üretip din adamlarımızı, hatta dinimizi karalamadılar mı? Abartılı, sapıklık ve istismar konulu senaryolar yazıldı, oyuncular seçildi, dizi film olarak değil haber olarak verildi. Tartışma programlarında yıpratmaya karalamaya and içmiş usta yorumcuların karşısına agresif, savunma niyeti ve becerisi olmayan, seçilmiş, çırpındıkça batan kişiler çıkarılmadı mı?

‘İsraf haramdır, temizlik imandandır, kalbin temizse cennetliksin! fetvaları veren  Y.Nuri, Z. Beyaz gibiler yüceltilirken gerçek alimlerimizi karalayıp kötülemediler mi? Muhafazakar kesimden ya da o kesime yakın olan iş adamlarını iftiralarla mahkemelerde süründürmediler mi?

Ülke ekonomisine katkı sağlayacak millete kaliteyi ucuza sunacak sermaye sahiplerinden mesela jet Fadıllar üretmediler mi? Daha neler neler…

Maalesef şimdilerde daha fazla imkâna, teknolojiye sahipler; profesyonelleştiler ve daha da arsızlaştılar. 

Mesela ‘Ağzı Küfürlü Müftü Karısı’ üretiyorlar, sahteliği ortaya çıkınca, şaka yapmıştık, eğleniyorduk diyebiliyorlar ya da sosyal medya da sıkça kullanılan kuzenim yazmış yalanına sığınıyorlar. Ortaya attıkları yalan korkunç bir hızla yayılıyor, düzeltme yaptıklarında, özür dilediklerinde ise o çevreden kimse üzerinde durmuyor.

Gezi olaylarında polislerin tamamı düşman, redhack isimli örgüt halk kahramanı ilan edilmedi mi? Kimdir bu örgüttekiler, memleket için halk için ne yapmış, kaç kişi araştırdı? Yaptıkları eylem işlerine yarıyordu ve algılarını yasa dışı örgütün yönetmesine izin verdiler .

Örgüt camı kirletiyor, sonra da 'Bakın evin camı kirli, kıralım' diyordu. Kim olduklarını bilmedikleri yüzü maskeli elemanlara inanmayı, desteklemeyi birlikte camı kırmayı hedeflediler. Oysa kendi evleriydi, kırılırsa her yer cam kırıklarıyla dolacak elleri ayakları kesilecek, yeni cam taktırmak zorunda kalacaklar ve masrafı kendi ceplerinden ödeyeceklerdi. Cam kirlenmişse, silerek temizlenebilirdi, kırmak gerekmiyordu. Bunları görmüyorlar, algılayamıyorlardı.

Cam sağlamdı, vuruş şekilleri yanlıştı ve çoğu insan pencerenin önüne gelince camdan bakmayı dışarıyı görmeyi algılarını kontrol etmeyi başardı kıramadılar.

Yıllarca denemişler, hatta büyük/ küçük çatlaklar oluşturmuşlardı; pes etmeye niyetleri yoktu. Daha fazla güçlenip farklı argümanlarla saldırmak için geri adım attılar. Dershaneler kapatılıyor, hepimiz fişlenmişiz diyerek belli grupların algı yönetimine başladılar. Etkili olduklarını fark ettiklerinde, bina tadilattayken yerleştirdikleri taş, tuğla, ahşap, demir, ne varsa kullanarak saldırıya geçtiler.

Artık hedef sadece cam değil, binayı yıkıp enkazıyla arsayı ele geçirmekti. Dış kapının paspasını aldılar ve 'Bu son ikazımız ya anahtarı teslim et yada yıkarız!!!' ihtarı çektiler. İstediklerini alamayınca yolsuzluk ve rüşvet adı altında usulsüz operasyon yapıldı. Bina sallandı, ama temeli sağlamdı, yıkılmadı.

Algılarını teslim edenlere usulsüzlükleri göstermediler, yolsuzluk rüşvet kısmını, yani camı 'Bakın; cam kirli, kırılmalı, bakın burada da onun şunun bunun parmak izi var' dediler.

Cam gerçekten kirli miydi? Parmak izleri söylenen kişilere mi aitti? İsmi geçen kişiler evin hizmetkârlarıydı, camda izlerinin olması hizmet amaçlı olamaz mıydı? Sorulabilecek yüzlerce soru vardı soramadılar. Suçlanan kişilerin savunmalarını beklemek, depolanmış verileri kullanarak karar vermek gerekmez miydi?

Algı yöneticileri iş başındaydı; ellerinde ki bütün silahları kullanıyorlardı. Evin sahipleri odalarına geçtiler, bir odada 'Hırsızlar evi soyarken yakalandılar linç edelim'; bir odada 'Hainler evimizi talan etmeye çalışıyorlar engel olalım'; bir odada ' Hırsızı da haini de kovalım, ev bize kalsın' deniliyordu. Mutfakta ebeveyn toplandı, kapı kapatıldı, neler konuşuldu, ne kararlar alındı bilinmiyor, belki de hiç bilinmeyecek odalardan çıkan büyük kalabalık salonda toplandı ; 'Bu ev bizim, hırsız varsa suçu ispatlansın, hain varsa ortaya çıksın, gereği neyse yaparız, ebeveynlerimizle kardeşlerimizle el ele verip evimizi koruyacağız' dediler.

Salon sohbetlerinde tecrübe devreye girdi. Abdülhamit, Menderes, Özal, Erbakan isimleri sıkça anılıyor, onlara yapılan haksız suçlamalar ve sonuçları konuşuluyor, günümüzde yaşananlarla kıyaslanıyordu.

Darbeler, suikastler, katliamlar, davalar yeniden masaya yatırılıyor, veri kaynaklarının güvenilirliği tartışılıyordu. Saldırganlar haklılıklarını ispatlamak ve ne kadar çok zarar verebilirsek kardır, anlayışıyla yeni ataklar geliştirdiler; hassas noktalara ağır silahlarla atış yapıyorlardı.

MİT in tırları durduruluyor yetkisi olmayanlar arama yapıyor ; yalan yanlış bilgiler medyaya sızdırılıyordu.

Mit hem içerde hem dışarıda gözümüz kulağımızdı bizim; gözümüzü oyup kulağımızı tıkamak istiyorlardı.

Hemen bitişik komşumuzda insanlık tarihinin en acımasız savaşı yaşanıyor, komşularımız açlıktan ölüyordu. Onlara yardım götüren, karınlarını doyurmaya, üşümesinler diye battaniye kıyafet ulaştırmaya moral vermeye çalışan yardım kuruluşları teröre destek vermekle suçlanıyordu.

Komşumuzun evi yanıyor ve bizim evimize de kıvılcım sıçrıyordu, bizden sadece seyirci kalmamız isteniyordu. Salondaki insan sayısı ve öfke arttı, sesler daha da yükselmeye başladı. Odalarda da sesler yükselmişti; artık kimse yanı başında konuşandan başkasını duymuyor, ne derse düşünmeden aynısını söylüyor, savunuyordu.

Odayı ve odadakileri kurtarma telaşındaydılar; bina yıkıldığında odanın sağlam kalacağına inandırılmışlardı…

Dijital verilere tüm davalarda karşıydım, teknoloji bu kadar kolay ulaşılabilir ve kullanılabilir durumdayken güvenilir gelmiyor bana. Abimler her pazar annemlere kahvaltıya giderler, üç yıl yurt dışındaydım, ama her pazar o sofrada çekilen resimlerde varım.

Nasıl mı ? Photoshop meraklısı abim sağ olsun …

Şimdilerde sohbetler şöyle:

-Ülkeyi soydular, millete sövdüler, villa yaptılar…
+Nereden biliyorsun, gördün mü?
-Abi kasetler ortada !
+Nisan'da hükümeti devirip tuzluktan milletvekili yapacakmışsınız?
-Yok yaa onlar montaj!
+Peki.



Merve Özgül, 10.02.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




Seçkin Deniz Twitter Akışı