25 Ekim 2013 Cuma

SA455/AS42: Baston Fikirler ya da Özgün Önermeler

"Sen ne vaat ediyorsun senden sonrakilere? Çöl adamından daha kalıcı olacak neyin var? Neyi tartışıyorsun? Kendi şiirlerini mi?"


Baston Fikirlerin Gölgesinde Balık Avlamak

Stephen W.Hawking’in 'Zamanın Kısa Tarihi’ni okuduğumda bundan yıllar evvel, 50 yıla yakın bir süredir kafası dışında hiçbir yeri çalışmayan bu adamın, herhangi bir dayanak fikri baston olarak kullanmadığına şahit olmuştum. Yani, bakın ben şu önermemi şuna, buna ve ona dayandırarak oluşturdum, demiyordu Hawking, hala demiyor. Onun, şunun, bunun fikirlerini gösteriyordu kitabında, ama destekleyici bir kalıpta almıyordu; onların temel eksikliklerini vurguluyor ve yeni bileşik önermeler üretiyordu. Oturduğu tekerlekli mekanik sandalyesinden uzayın derinliklerine dalıyor ve zamanın kısa tarihini kendi özgün önermeleriyle kafasına göre şekillendiriyordu. 

Hayatının 30 yılını hasrettiği 'Kara Delikler Teorisi' 2004 yılında parçacık fizikçi Preskill tarafından çürütülünce, yanıldığını itiraf etti. Kara delikler maddeleri yutmuyordu. Preskill’in dediği gibi kara deliklere giren madde doğru bir kuantum fiziği ile geri elde edilebilecekti. Nihayetinde oraya çıkan şu basit ve çarpıcı gerçeği belirtmek ne demek istediğimizi anlatmamıza yardımcı olacaktır. Hawking’in 30 yıllık teorisini çökerttiğinde Preskill üzülmüştü: “Pekiyi, bundan sonra sevgili dostumla neyi tartışacağız?”
***
Baston fikirlerin insanın düşünceleri için çerçeve belirleyici zararları olduğunu göstermeye şiddetle ihtiyacımız var. Girişteki örneklememiz bile kendimizi ifade etmemizde bir baston niteliği taşıyacak nitelikteyse, onu kullanmaktan kaçınmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Yine de biliyorum ki; örneklemeler ile destekleyici fikirler arasında büyük farklar var. Ben destekleyici fikirlerin birer baston olma özelliklerini eleştireceğim, örnek olma özelliklerini değil. 
***
Düşünce, örneklerle sınırlanmaz; düşünce örnekler üzerinden değil örneklerin incelenmesinden elde edilen yeni ve özgün önermeler üzerinden yürür. Baston fikirler ise örnekler üzerinde önceden yapılan incelemeler sonucunda elde edilmiş olan önermelerdir. Sonraki düşünceler üzerindeki çerçeveleyici ve sınırlandırıcı etkileri, bu önermeler tartışılmaz olarak alınıp kullanıldığı zaman ortaya çıkar. Eleştiri oklarımızın hedefinde olan bu durumdur, bu durumun ülkemizin düşünce ve bilim evreninde ettiği yerin derinliğidir.
***
İnsanın düşünceler dünyasında dünden sonra bugün ihtiyaç duyacağı en vazgeçilmez şeyler, bugünü dünden daha zengin kılmanın bağımsız yollarıdır. Bugünün dünden daha zengin olması ise özgün önermelerin insanı daha yukarıya çekebilme gücüne doğrudan bağlıdır.
***
Biz rasyonel devinimler sokağına uğramaktan kaçınan siyasetçi, şair, düşünür ve bilim adamı müsveddelerine sahip bir ülkeyiz. 17. Yüzyılda başlayan çeviri bilim ve düşünce eserleri hastalığından sonra, Cumhuriyet dönemindeki yeniliklere rağmen bir şey geliştiremedik. 86 yıldır aynı yerde sayıp duruyoruz. En son teorimiz 'Güneş Dil Teorisi'; o da batı medeniyeti karşısında yaşadığımız antropolojik ve etnografik bir sıkıntıdan sonra ortaya çıkmıştır. Üniversitelerimiz bir sürü baston fikrin kullanıldığı yeni ve özgün hiçbir önermenin bulunmadığı tezlerle elde edilen akademik kariyer pırpırlarına sonuna kadar açık. Tartışmak yok, üretmek yok; dünden geleni aynen ve değiştirmeden yarına taşımak bağnazlığı çelik örümcek ağları gibi her yeri sarmış durumda.
***
Makale denemelerinde sıklıkla rastlıyoruz; düşünce bazlı köşe yazılarında bir yığın alıntı fikrin etrafında dönen söz topluluklarına, ciddî ve saygın ‘şey’ muamelesi yaparak o’şey’i üreten(!) kişilere hürmet ediyor, onları konferanslara davet ederek, bizlere bir sürü eski adamın bir sürü eski fikrini derleyip bu fikirleri bize anlatmalarını istiyoruz. Onlar da büyük bir kibirle antik çağdan bu yana birilerinin önemli bulup ışığın altına sürüklediği sıradan şeyleri, kendi mallarıymış gibi anlatıp yukarılarda zengin keseli yerler ediniyorlar. Sonra domuz postundan tahtlarına kurulup senelerce bizi sömürüp duruyorlar. Biz de onları izlemiş, dinlemiş olmakla böbürlenip ahmak ahmak onların sözlerini tekrarlıyoruz; “Bak, falan kes şöyle dedi, sen okudun mu, dinledin mi? Ona katılıyorum yahut katılmıyorum.” Tartıştıkları bundan başka bir şey değil. Tamam, da ‘Sen’ ne diyorsun? Bir fikrin var mı?
***
Birkaç adam, bir sürü adamın ve kadının merakla izlediği ekranlarda oturup şiir okuyorlar, eski şairlerin sahnelere sürüklenmiş şiirleri üzerinde fikir yürütüyorlar. Oradan biri, hafif saklanmış kibriyle, uzmanlaştığı şiir akımları üzerinden ahkâm kesiyor. Kestiği ahkâm ile kesemediği zincirleri sağlamlaştırıyor. “Bak ve tekrarla,”diyor bir sürü adama ve kadına. "Bak ve tekrarla, buna göre sen de yaz. Önemli olan bu!" Tâ gerisingeri gittikleri yerde iki Hayyam, bir Yunus, sonra Tanzimat ve Cumhuriyet dönemi şairleri/şiirleri… Hele bir de ‘popülaritesi artmış suratı beş karış kafası karışık yaşayan şairler’ üzerindeki uzun sohbetleri kusursuz bir akademik çekicilik eşliğinde sıradan ve bayağı mahalle kahvesi muhabbeti kalitesinden öteye geçmiyor.
***
Cep telefonunu rüyasında bile göremeyen eski ölü âşıkların, hasret ve vuslat virüslerine bulaşmamış mesaj tutkunu gençlere ulaşamadıklarını fark edememeleri ne kadar trajikomik. Yeniler şiir ezberlemiyorlar, eskiler binlerce yıl geriye giderek şiiri yüceltiyorlar. Haberleri yok. Her bir genç şair, her bir genç duyguların sıradanlığının farkında. Ekran postuna kurulmuş olanlar eskinin aşkını şiirle nakşedeceklerini sanıyorlar yenilere. Duyguların tanrılığından kurtulup bedenlerinin tanrılığına kapılan gençler yeni önermelere açken, masalları umursamıyorlar. 
***
Pop, hip-hop türbülansında savrulan yavru insanın neye ihtiyacı olduğunu bile fark etmeden kendilerini ve kendilerinden öncekileri tekrarlayan baston severlerin elinden şiirleri ve şairleri alıp bir kenara fırlatmak, onları yeni düşüncelere ve hayallere sürüklemek vakti ne zaman gelecektir, kim bilir. Belki de altlarındaki postu serenlerdedir kabahat. Belki de başkalarında. Herhalde çöl adamlarının şiire olan tutkusunda bir iz bulmak mümkündür. Onlar şairleri ve şiirleri tartışmayı insanlığa kara bir bataklık olarak ikram ettilerdi zaten. Başka şeye ne hacet vardı ki? Sen ne vaat ediyorsun senden sonrakilere? Çöl adamından daha kalıcı olacak neyin var? Neyi tartışıyorsun? Kendi şiirlerini mi?
***
Düşünüyor adam; yazıyor. Sosyolog, ekonomist, siyaset uzmanı, diplomat. Söyledikleri ve yazdıkları kendi yaşadığı kültürle ve birlikte yaşadığı insanlarla, kullandığı parayla, yaşadığı ülkenin çıkarlarıyla, temsil ettiği devletin değerleriyle ilgisiz. Nereden besleniyorsa onların bastonlarına tutunarak yürüyor. Binbir emekle döşediği yazısında, sarf ettiği nutkunda işlediği iksistanlılara ait fikirler,” Ha bak bunlar böyle diyorlar, doğru diyorlar, ben onların dediklerinden şunu anladım ve işte söylüyorum” Sen hiçbir şey söylemiyor olsan ne güzel olurdu. Hiç değilse miadı dolmuş fikirleri insanların kulaklarına doldurmamış olurdun.
***
Devleti idare etmiş/edecek olanların kullandıkları bastonların haddi hesabı yok. Korku tünelinde, bir fare gibi, "Acaba falan devlet ne der?”diyerek uykuları kaçan önermesiz, iddiasız adamların çoğullaştığı güzel ülkemizde tartışılan ne var? Bir kahraman gibi karanlığın üstüne gidenlerin arkasından, “Al bir fikrim daha var” diye koşanlar var mı? Tek parti dönemi korkaklığını ruhunun derinliklerinde hissedenlere karşı ürettiğimiz, tartıştığımız neler var?




Alper Selçuk, 07.07.2009, Antiseptik Anafor 11


Alper Selçuk Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı