Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Annesi, babası, kardeşleri, diğer akrabaları, arkadaşları ve dostları olmayan modern çağın çaresiz kurbanlarını düşünüyorum; sayısı milyarları bulan bu insanlar çok yalnızlar ve ruhları duygularla beslenemiyor.
İnsanın duygu ve düşüncelerinin oluşması için diğer insanların varlığına duyduğu ihtiyacı irdelediğimizde ne görürüz?
Gördüğümüz şey korkunç bir yalnızlıktan başka bir şey olmamalıdır diye düşünüyorum. Duyguları ve düşünceleri olmayan bir insanın varlığının imkânsızlığı üzerinden düşünmek gerek.
Bu gerçekten korkunç ve karanlık bir kuyuda yaşamak demek.
İnsan yalnız yaşayabilir mi?
‘Düşünüyorum öyleyse varım’ diyen Descartes, duyguları düşüncelerden ayırarak bu akıl yürütmeye odaklanmış olabilir, ancak duyguları olmayan bir insanın varlığından söz edilebilir mi?
Kesinlikle söz edilemez. O halde duyguları ruhu besleyen hammaddeler olarak tanımlamamız gerekebilir.
Duygular evet; onlar insanın bir ruhunun olduğunu hatırlatan, düşüncelerin soğuk dokunuşlarını ısıtan varoluşsal zorunluluklarımızdır.
Ve yalnızlık, duygularımızın oluşmasını engellediği gibi oluşmuş duygularımızın körelmesine ve yok olmasına neden olarak ruhumuzu besleyebileceğimiz hammaddeden mahrum kalmamız demektir.
Korkunç bir çağda yaşadığımızı, bileşik insanlık kümesini oluşturan ülkelerin veya kültürel olarak birlik oluşturan toplumların oluşturduğu alt kümelerin elemanları olarak tek tek bütün insanlarda artan yalnızlık duygusundan anlayabiliriz.
Sevgi, saygı, özlem gibi duygular insanların ruhlarını besler ve diri tutarlar, oysa artık hazcı ve bencil bir yalnızlığa gömülmüş insanların sevgi, saygı, özlem gibi duygular yerine doldurdukları döngüsel takıntılar, sahip olma hırsı ve satın alma gücü gibi hastalıklı tutum ve davranışlar bütün insanlığı karanlığa gömmekten başka bir sonuç doğurmuyorlar.
Bundan dolayı, ‘Duygulanıyorum, öyleyse varım’ şeklindeki akıl yürütme, en az ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ akıl yürütmesi kadar zorunlu ve gerçek çıkarım yapmamızı sağlar.
Duygular düşüncelerin altkümeleri olabilirler, ancak düşünceler tam olarak duyguları temsil edemezler; insanın düşünebilmesi duygulanabilmesi için yeterli değildir. Duygular düşünceleri de kapsayan diğer insanlarla olan ilişkilerden elde edilen sonuçlar kümesinin de elemanlarıdırlar aynı zamanda ve her zaman düşüncelerle aynı vektörel yolculuğa çıkmazlar.
Bir insan ağlamak isteyebilir diğer insanlarla ilişkilerinden doğan duygularının etkisiyle, ancak aynı insanın düşünceleri ağlamasını gereksiz ve akıl dışı bulabilir. İşte bu noktada ruhu besleyenlerin düşünceler değil duygular olduğu gerçeği açığa çıkar.
Modern çağın yalnız insanlarının ruhlarının beslenmediğini görüyor olmalı herkes, kendi yalnızlığının kazandırdığı cehennemi yaşarken.
Ruhları duygularla beslenemeyen insanlar için bu korkunç ve karanlık bir kuyuda yaşamak demek.
Duygular evet; onlar insanın bir ruhunun olduğunu hatırlatan, düşüncelerin soğuk dokunuşlarını ısıtan varoluşsal zorunluluklarımızdır.
İnsanların ruhlarını yeniden keşfetmeleri gerek; artık sık sık ‘Duygulanıyorum, öyleyse varım’ diyerek haykırması ve dışarı taşması gerekiyor herhangi bir insanın var olduğunu hissedebilmesi için.
Çünkü annelik ve babalık duygusu gibi ölmüş duygularla kavrulan bir dünyada, koruma duygusunu yitirmiş erkeklerle dolu bir cehennemde, kadınlar ve kız çocuklarıyla birlikte çağın korkunç yalnızlığında yavaş yavaş ölüyorlar bütün çocuklar.
‘Duygulanıyorum, öyleyse varım!’ diye haykırmalı insanlık Descartes’e başkaldırarak; insanın duygu ve düşüncelerinin oluşması için diğer insanların varlığına duyduğu ihtiyacı bayraklaştırmalı sonsuza dek.
Edebiyat, felsefe ve sanat doğuran yalnızlık karanlık bir cehennemden başka bir şey değildir artık bu çağda.
Mıra | Öznel Şeyler
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.