15 Nisan 2024 Pazartesi

SA10694/SD3079: Nezdîra | Nesnel Dokunuşlar 10: ‘Onurlu Bir Yaşam Biçimi’ Rüyası

      Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Kime ne anlattığımı bilmiyorum. Yasayapıcılar, yargıçlar, avukatlar, savcılar düşünce ve ifade özgürlüğünün yasalarla sınırlandığını bilirler, ama sıradan insanlar hangi sınırların nerede başladığını ve bittiğini bilemezler."

Yasalar ne işe yararlar, biliyor musunuz?

Büyük çoğunluğunuzun yasaları umursadığını sanmıyorum. Belki de böylesi daha iyidir diye düşünebiliriz. Çünkü yasaların hayatınızı sınırlayan bütün yönlerinin farkında olsaydınız muhtemelen içinizde doğrusal olarak ilerleyen, şişen ve patlayan bir isyandan bahsedecektik. Ve tabi bu isyan sizi yasalarla yüz yüze bırakacaktı, çünkü yasaların haksız yere bazı özgürlüklerinizi kısıtladığını düşündüğünüz için isyan etmiş olacaktınız. 

Yasaların haksız sınırlamalarına isyan ettiğiniz için yasalarla karşılaşmanız ve yine o yasalarla yargılanmanız gerçekten trajik. Ben bu yüzden belki de böylesi daha iyidir diye düşünüyorum, dayanıklılığınızın ölçüsünü bilemediğim için. 

Ama bazen düşünmek bile yasaları rahatsız edebilir. Düşünce suçu, yasaların özüne matuf bir çerçevede düşünme ve düşündüklerinizi ifade etme özgürlüğünüzü, daha doğrusu hakkınızı kullandığınızda ortaya çıkan bir şey. 

Ne var ki kimin hangi yasaları yargıçların tokmaklarının önüne iteceğini, hangi yargıçların hangi yasaları diledikleri gibi yorumlayacağını bilemezsiniz. Anayasal ya da yasal haklarınızın çarpıp rahatsız edeceği kişiler, kurumlar sizi yasaların gölgelerinde saklanan ‘ancak’ ile karşılayabilir.

Bütün yasaları bilmediğiniz ve kimin hangi yasaları hangi amaçla çıkarıp uyguladığına dair bir fikriniz olmadığı için düşüneceğiniz ya da söyleyeceğiniz herhangi bir şey birdenbire ‘suç’ olabilir, siz de yasalara göre önce ‘sanık’, sonra ‘suçlu’ ve ‘mahkûm’ olabilirsiniz.

Belki de sıradan bir zamanda sıradan bir şekilde söylediğiniz veya yazdığınız bir şey -siz asla öyle bir şey kastetmemiş olsanız bile- ‘tehlike’ diyerek yorumlanabilir, sonra ‘halkı kin ve düşmanlığa teşvik/tahrik etmiş’ olabilir. Artık tehlikenin, teşvik ve tahrikin sınırlarını kime sormanız gerektiğini bilemeyeceğiniz sonsuz döngüler kervanına girmiş olabilirsiniz. 

Yasalar bir yerde durup cezanızı takdir etmeleri için de sınır koymuştur. Bir kere yukarıdan suyu kirleten kurdun aşağıdaki kuzuya kastı açığa çıkmışsa eğer, artık yargının frenleri tutmaz olur.

Kime ne anlattığımı bilmiyorum. Yasayapıcılar, yargıçlar, avukatlar, savcılar düşünce ve ifade özgürlüğünün yasalarla sınırlandığını bilirler, ama sıradan insanlar hangi sınırların nerede başladığını ve bittiğini bilemezler. Hedef kitlem kim olmalıdır? Beni kim duyabilir? 

Yasayapıcılar ilgilenmiyorlar bu işlerle, önlerine konan metinleri yasalaştırıyorlar; yargıçların, avukatların, savcıların yasaları değiştirme yetkileri yok.

Herkesin sustuğu ve korktuğu bir yerde, sesinizi kime duyurabilirsiniz, sizi kim dinlemeye cesaret edebilir ki? 

Belki de ‘laikliğe aykırı’ dedikleri şeyleri söylüyorsunuzdur.

Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerine dokunuyorsunuzdur siz, hayatınızdan faizin çıkarılmasını istediğiniz için. 

Ya da inandığınız dinin size tanıdığı özgürlükleri veya size koyduğu yasakları hayatınızın merkezine almak istiyorsunuzdur daha iyi hissetmek için.

Mevcut yasalar düşündüğünüz ya da inandığınız şekilde yaşamanıza izin vermiyorlarsa ve bütün düşünce ve taleplerinizi diledikleri gibi yorumluyor ve hepsine birden ‘laikliğe aykırı’ diyorlarsa nasıl bir düşünme ve düşündüğünüzü ifade etme özgürlüğünüz olacak ki?

Oysa ‘laiklik’ bir tanrı değildir sizin inandığınız ya da inanmadığınız bir ‘Tanrı’ gibi. Laiklik var olan, yaşayan, iradesi olan bir varlık değil size istediği gibi dayatmalarda bulunacak, ‘şu şey bana aykırıdır’ ya da ‘benim koyduğum yasalara aykırıdır’ diyecek bir şekilde. 

Aksine ‘laiklik’ kendisine aykırılık iddia edilemeyecek kadar farklı bir kavram; bir devletin herhangi bir dinin kurallarına göre yönetilmemesi gerektiğini iddia edenlerin ürettiği ve bütün yasaların tepesine astıkları sınırları belirsiz, suç doğurganlığı, yakın ve uzak tehdit olma kapasitesi yüksek ve halkı sürekli ‘kin ve düşmanlığa teşvik/tahrik suçu’ işleme potansiyeli uygulamalı olarak defalarca kanıtlanmış bir şey. 

Laiklik herhangi bir dine karşı mesafeli olma hukukunun inşa edilmesinin bir aracı olarak -kendisi de dinler ve Tanrı adına yetki devri yapıp kullanarak- insanlara yasalar dayatırken, karşı olduğu din ve Tanrı kaynaklı yasalar gibi, özgürlükleri sınırlayıcı niteliğe bürünmüyor mu? Buna bağlı olarak bütün yasalar ‘laiklik’ adı altında insanlara aynı anda ‘bütün’ insanların istemediği dayatmalarda bulunmuyor mu?

Bir insanın inandığı dinin eğitimini alması, çocuklarına da o eğitimi aldırması laikliğe neden aykırı olsun? Laiklik bunu sağlamak üzere hukuk literatürüne girmiş değil midir? 

Yasayapıcıların yasaların felsefî gerekçeleri üzerinde düşünmüyor olmaları ne kadar tuhaf…

Laikliği ‘Yasaların Tanrısı’ gibi, insanların düşünme ve düşündüğünü ifade etme haklarının kullanılmasını engelleyen yasaların temel unsuru haline getirenler laikliğin arkasına saklanarak belki de din ve Tanrı düşmanlıklarını uyguluyor olamazlar mı? 

Bu da laikliğe aykırı değil midir?

‘Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılama’ suçu işlenmiş olmuyor mu? 

Haksız yere yargılamak ve mahkûm etmek bir tür ‘aşağılama’ değil midir?

İnsanların seçerek parlamentolara gönderdiği yasayapıcılar, yasaların ne işe yaradığını bilmek zorundalar. Yasayapıcıları seçme özgürlüğü, yasayapıcıların, laikliği ‘özgürlüklerin üzerinde engelleyici bir unsur olarak yorumlanmayacak şekilde’ yasaların ruhuna müdahale etme ve sorunları giderme özgürlüğünü de içermelidir.

Bir başkasının inandıkları doğrultusunda düşünmesi ve düşündüklerini ifade etmesi, haklarını talep etmesi, başkasının inandıklarına müdahale anlamına gelmediği sürece laiklik herhangi bir kimseye engel koymanın ve herkesi susturmanın bir aracı olamaz, olmamalıdır.

Aksi halde demokrasi, hak ve özgürlükler bağlamı çağdaş hukuk normlarının temelinden çekilmiş demektir ve bu sürdürülemez bir gerilimin temel nedeni olarak değerlendirilmeye devam eder. 

Yaşayan insanların farkında olmadığı şey sonraki nesillerin farkına varacakları bir şey olabilir. Yasalar yorumlara göre değişen anlamlar taşıyamazlar.

“Laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle; 2. maddeye devletin nitelikleri olarak “TÜRKİYE Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde girmiştir. Daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde laiklik ilkesi Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına “TÜRKİYE Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” şeklinde yer almıştır. Anayasamızın 4. maddesinde laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez temel nitelikleri arasında sayılmıştır.” diyen, 5 Şubat 2020 tarihinde Türkiye Barolar Birliği’nin internet sitesinde yayınlanan metinde Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu (TÜBAKKOM)’nun ’“5 Şubat 1937’de Anayasamız ile güvence altına alınan laiklik ilkesi, din, vicdan ve ibadet hürriyetinin güvencesi olması yanında, aklın, bilimin, hukukun üstünlüğünün esas alındığı onurlu bir yaşam biçiminin de temelini oluşturur.” şeklindeki cümlesi hangi hukukun üstünlüğünden bahsediyor olabilir?

Onurlu bir yaşam biçimi, ‘din, vicdan ve ibadet hürriyetinin güvencesi’ olan laikliğin içine sığdığına göre, din, vicdan ve ibadet hürriyetini kullanmanın aklın, bilimin, hukukun üstünlüğüne nasıl bir zararı olabilir? Laiklik üzerinden herhangi bir kurum ya da kuruluşun temsilcileri din, vicdan ve ibadet hürriyetini kullanan insanları nasıl aklın, bilimin ve hukukun üstünlüğüne karşı olarak tanımlayabilir?

Türkiye Barolar Birliği, kendisinin dayattığı hayat biçimini onurlu, başkalarının din, vicdan ve ibadet hürriyetini kullanarak inşa ettiği hayat biçimini ‘onursuz’ mu saymaktadır? ‘Onursuz’ denilerek ‘Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılama’ suçu işlenmiş olmuyor mu? 

Kime ne anlattığımı bilmiyorum. Yasayapıcılar, yargıçlar, avukatlar, savcılar düşünce ve ifade özgürlüğünün yasalarla sınırlandığını bilirler, ama sıradan insanlar hangi sınırların nerede başladığını ve bittiğini bilemezler. 

Hedef kitlem kim olmalıdır? 

Beni kim duyabilir? 

Bütün her şeye rağmen, gelişmekte hızlanan bir ülke ve yüksek katılımlı seçimlerle yöneticilerini seçen bir toplum olarak, ‘Onurlu bir yaşam biçimi rüyası’ görmeye devam mı edeceğiz?



<<<Önceki                           Sonraki>>>


Seçkin Deniz, 15.04.2024, Sonsuz Ark, Nezdîra | Nesnel Dokunuşlar


Nezdîra | Nesnel Dokunuşlar

Seçkin Deniz Yayınları




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı