28 Haziran 2021 Pazartesi

SA9274/SD2129: Sıkıntı (Roman); 2. Bölüm-Yer 31

     Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Kur’an, büyüyle, olağandışı şeylerle yoğrulu bir kültüre bağlı olarak yaşayan İbraniler’in, Allah’ın elçilerinin gösterdiği mucizeler karşısında takındıkları ‘lakayd ve laubâli’ tutumu da belirginleştiriyordu."

Kur’an, Tevbe Suresi 30. ayette, Osiris’in aslında Allah’ın elçisi Üzeyir olduğunu düşünmemize izin verir; Osiris, eski Yunanların verdiği bir addır, eski Mısır Dilindeki asıl adı “gözün yeri” anlamındaki 'As-âr' ya da 'Usire'dir. Bu ad, hiyeroglif yazısı ile yazılırken iki ideogram kullanılarak yazılıyordu; kullanılan iki ideogramdan biri taht, diğeri gözdü. Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler, özellikle Orta krallık döneminde bilinirliği artan, 18. sülale döneminde Mısır’da en çok tapılan tanrı olan Osiris’e yöneltilmişti. 

Allah'ın elçisi Yusuf döneminde IV. Amenhotep olarak bilinen Mısır'ı yöneten yeni dönem 18. hanedanının bir firavunu olan Akhenaton'du. MÖ 15. yüzyılın sonlarında veya MÖ 14. yüzyılın hemen başlarında dünyaya geldiği düşünülen, Babası III. Amenhotep öldükten sonra tahta geçen, tahta geçtiği ilk yıllarda aile adı olan Amenhotep'i (Amon'un hoşnut olduğu) kullanan, tahttaki beşinci yılında adını değiştirerek Akhenaton (Aton ya da Aten'in hizmetkârı) ismini kullanmaya başlayan ve aynı yıl geleneksel çok tanrılı Mısır dinini yasaklayarak tek tanrılı Aten (Aton) dinini kuran Firavundu. Muhtemelen Üzeyir, bu dönemlerden sonra gönderilen İbrani asıllı bir elçiydi. 

Eski Mısır’da boğaların başlangıçta tahıl tanrısı Osiris’in bedenleşmiş şekilleri veya çoban bir halkın taptığı kutsal sığırların soyundan geldiğine inanılıyordu. İsis ineği, Osiris ise boğayı temsil ediyordu. Birçok Hıristiyan yazar, İsrailoğulları’nın Altın Buzağı’ya tapınmayı Mısırlılar’dan öğrendiklerini kabul etmelerine rağmen, son dönem yazarları bunu Yahudi bir kökene bağlamaya eğilim göstermekteydi. Onlara göre o dönemde İsrailoğullarının içinde bulundukları şartlar, tarım toplumunun özellikleri ve boğanın güç ve enerjinin sembolü olması gibi hususlar bu tapınmaya zemin hazırlamıştı. Oysa gerçek bambaşkaydı; Samirî’nin ataları ya da üstadları Allah’ın dinini değiştirmişlerdi:

‘Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!’

Kur’an’ın, Samirî ve arkadaşlarının, “Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da ilâhıdır. Öyle iken Mûsâ, (ilâhını burada) unuttu (da onu Tûr’da aramaya gitti)” dediler” vurgusu işte bu saklı gerçeği ifşâ ediyordu. Onlar Osiris’i simgeleyen ‘Altın Buzağı’yı yapmışlardı, çünkü Osiris’e tapıyorlardı ve o dönemde Mısırlılar'ın ve Mısır’da yaşayan İbraniler’in inancı buydu. Bu İnanç’tan Musa’nın da haberdar olduğu bariz bir şekilde görülüyordu.

Aslının bulunduğu ‘Ahit Sandığı’ kaybolduktan sonra Tevrat’ı da yazanlar ve sırlarını saklı tutmak için Üzeyir (Osiris)'den bahsetmeyen Samirîlerdi, bugün dört denilen, ancak çok daha fazla olduğu bilinen "İsa Mesih Allah'ın oğludur" diyen İncilleri yazanlar da. 

“Allah’ın Kitab’ını (Tevrat’ı) arkalarına attılar. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler.” Hiram Usta, Süleyman’ın Allah için yaptırdığı tapınağın girişine Şeytanî simgeler yerleştirdiği için öldürülmüştü.

Hiram Usta’nın bir unsuru olduğu Samirî zihniyeti Tevrat’ı da değiştirerek Süleyman’a iftira atacak kadar ileri gitmişti; onlar İbraniler’in içinde yaşayan, gelen bütün elçileri öldüren, getirdikleri hakikati değiştiren şeytanlardı. Bugün İslam dahil bütün dinlerin hükümsüz ve müminsiz kalması için çabalayan Masonların atalarıydı.

Kur’an, araştıran için gerçek bir çözüm sunuyor, doğruyu yanlıştan ayırıyor, hakikati dosdoğru bir şekilde aktarıyordu. Şeytanlar sırf bu yüzden Kur’an’a düşmanlardı.

Sebe Suresi 10-14. ayetler: 

‘Andolsun, Davud’a tarafımızdan bir lütuf verdik. “Ey dağlar! Kuşların eşliğinde onunla birlikte tespih edin” dedik ve “(Bütün vücudu örtecek) zırhlar yap, işçilikte de ölçüyü tuttur diye demiri ona yumuşattık. “Salih amel işleyin. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görürüm” diye vahyettik. Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır. Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.’

Kur’an, büyüyle, olağandışı şeylerle yoğrulu bir kültüre bağlı olarak yaşayan İbraniler’in, Allah’ın elçilerinin gösterdiği mucizeler karşısında takındıkları ‘lakayd ve laubâli’ tutumu da belirginleştiriyordu. 

Mâide Suresi 20-26. Ayetler düşünürken daha önce kurulmamış bağları kurmamı sağlıyordu:

‘Hani Mûsâ, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti. Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.” Dediler ki: “Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.” Korkanların içinden Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.” Dediler ki: “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” Mûsa, “Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır” dedi. Allah, şöyle dedi: “O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme.” 

‘Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti’ ayeti Musa’dan önceki dönemde Mısır’da yaşayan ‘peygamberler’e ve ‘hükümdarlar’a işaret ediyordu, Yusuf sonrası gönderilen İbrani peygamberlerin ve hükümdarların varlığı Üzeyir (Osiris) ile ilgili düşüncelerin de doğruluğunu kanıtlıyordu. Samirîler, tanrılaştırdıkları ve Mısırlıların da tapınmasını sağladıkları Osiris üzerinden yürüttükleri şeytanî inançlarını bütün İbranilere yaymışlardı.

Osiris’e inanan Firavun’un gücü ve üstünlüğü simgeleyen ‘büyü’ ile insanları aldattığı, korkuttuğu, inandırdığı ve yönettiği kültüre karşı elçisi Musa’yı büyüyü de acze düşüren mucizelerle gönderdiği açıktı. Dönemin sonuç alan etkileme yöntemlerine karşı daha üstün olağanüstü olaylarla insanları ikna edecek, büyücülerden, kahinlerden ve krallardan daha üstün bir ilah olduğunu gösterecek kanıtlar sunuluyordu.

Allah’ın elçisi Davut ve oğlu Süleyman da İbranilere gönderilmiş birer elçi idi, büyü ile yaşayan ve Allah’a verdikleri sözleri tutmayarak sıklıkla başka tanrılar edinen, altın buzağıyı ‘tanrı’ olarak tanıyıp ona tapınan bir topluluğu ikna etmenin en etkili yollarından biri de, büyüden daha üstün, büyüyü de alt eden kanıtlar sergilemeleri için onlara destek vermişti Allah. Süleyman’a ‘kral’, ‘kâhin’ diyorlardı, onu Allah’ın elçisi olarak kabul etmemekte ısrar ediyorlardı. 

İbraniler, Cinleri üstün gördükleri için de Allah cinleri elçisinin emrine verdiğini bildiriyordu: 

‘Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı.’ 

Ve Cinler’in her şeyi bilemeyeceklerini somut bir örnekle anlatıyordu: 

‘Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.’ 



<< Önceki                      Sonraki>>


[(20.06.2021, (2/64 (182))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 28.06.2021, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

 

Seçkin Deniz Twitter Akışı