11 Haziran 2021 Cuma

SA9248/KY1-CÇ769: Muhalefet'in İflâsı: Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi- 1. Bölüm (3)

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Bizim tarafta ise, anlaşmazlıktan, parasızlıktan, beceriksizlikten ve aymazlıktan başka bir şey görülmüyordu. Yandaşlığımızda, karşıtlığımızda, idaremizde, yönetim düşüncelerimizde, hepsi ve hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Felaket üstüne felaket olmak üzere bu kadar tehlikeli ve önemli bir zamanda milletin kaderi, uyumsuz, ileri görüşlülük ve fiiliyattan uzak, amaçsız bir yürütme organı hakimdi.

Gazi Muhtar Kabinesi, hükümetin savaşacak bir durumda olmadığını biliyordu. Bununla birlikte Devlet-i Muazzama (Batılı Büyük Devletler) Berlin Konferansı'nın bu konuda içerdiği program dahilinde muamele yapılacağı cevabını verdi. Bu cevap, memleketin güvenliğine tamamıyla uygundu.

Ayrılık ve siyasetin genele yayılması ve subayların İttihatçı ve Halaskâr gibi iki bölüme ayrılması ve artık iş çığırından çıkarak bu bölümlerin biri diğerine düşman nazarıyla bakması, bireylere kadar uzanan uzlaşmazlık ve nifak, henüz uygulanması başarılamayan Sınır Teşkilatından orduya ulaşan kargaşalık, askeri kurumun en önemli kısmına, bu kısımlarda deneyimi olmayan kurmay ve subayların getirilmesi, parasızlık gibi bir sürü içişlerine ait sorunlar sonu belli bir savaşa girişmemesini emrediyordu.

Dış koşullara gelince; Büyük Devletlerden lehimize uygun bir müdahale beklendi. Sözün özü Kâmil Paşa, Büyük Devletlerin sözcüsü yapılmış diye İngiltere'nin lehimize döneceğini ve Rusya dostluğunu feda edeceğini farz ve kabul edişe ahmaklık dense az gelir. Büyük Devletleri ikircikliğe düşüren yön, bizim galip gelme ihtimalimizdi. 

Osmanlı Ordusunun şanlı bir geçmişi olduğundan şuandaki durumun düzensizliği, karışıklığı bile bu geçmişi unutturamıyor ve Avrupa askeri dünyası, yenginin Osmanlılarda kalacağını sanıyorlardı. Ancak kabinenin gerçek durumu hakkındaki bilgi ihanet gibi olmazdı. Yine de Yenileşme konusundaki kararlılığı uygundu. Berlin Konferansındaki maddeler gereğince Makedonya’ya bir tür özerklik verileceğini ilan etmesi son bir aymazlık oldu. Halk, hükümetin savaşma gücüne sahip olup olmadığını bilemezdi. Milletin, ordusu hakkındaki olumlu bakış ve güveni pek büyüktü. Bununla birlikte Makedonya’ya Avrupa kontrolü altında bir tür özerklik verecek barış sever bir kabineyi, savaşa girecek bir kabineye tercih edecekti. 

Şu hâlde Gazi Muhtar kabinesine iki görevden birini öngörüyordu: Ya ulusun itirazına katılarak barış siyasetini sürdürmek ve savaştan uzak durmak veyahut da zararlı olduğuna inandığı savaşa asla katılmayarak istifa etmek.

Hükümetin savaşı başarıyla yönetmesinin mümkün olmadığına ilişkin görüş kesindir. Savaş ilanından on beş gün önce, gerektiğinde adını vereceğimiz dostlarımızdan birinin ziyaretine gitmiştik. Dostumuz da İçişleri Bakanı Daniş Bey'i henüz ziyaret edip gelmişti. Görüşme savaşa ilişkin oldu. Dostumuz dedi ki;

"İçişleri Bakanı Daniş Bey bir saat önce bana diyordu ki: Eğer bazı dost devletler ve sözün özü İngiltere, savaşı, yani Bulgar, Sırp ve Yunanın bize saldırmasını bir hafta kadar erteleyemez ise, maazallah Bulgarları İstanbul kapılarında göreceğiz. Düşman işgaline karşı koyabilecek gücü sınıra gönderebilmek için bir haftaya ihtiyacımız var."

Halbuki Bakanın şu ifadesinden bir hafta değil, on beş gün sonra savaş ilan edilmişken sınırlardaki, özellikle Bulgarlara karşı gönderilen kuvvet yine de yeterli değildi. Savaş ilanından iki gün önce, Dışişleri Bakanı Noradunkyan Efendi'nin "Eğer hazır değilsek, savaşı bir hafta daha erteleyebilirim!" dediği rivayet edildi. Savaş ilan edildiğine göre kabine "On beş gün içinde savaşabilecek bir hale geldiğine kanaat getirmiş olması” lazım. On beş gün içinde bu kadar kesin bir görüş değişikliği, dikkat çekicidir. Bize göre kabinenin çaresizliği, bazı çevrelerde rivayet edilenin de üstünde olmalıydı.

Kabineye bir özür bulmak isteyenler, Darülfünun gösterisini ittihatçıların düzenlediğini ve milleti savaş lehine galeyana getirdiklerini ileri sürüyorlardı. Burasını aynen kabul edelim. Ancak bundan ne çıkar? İttihat Partisi savaş taraftarı olabilir ve savaşı güzelce idare ederek başarı kazanacağına da inanabilir. Ancak her şahıs ve her parti kendi eyleminden sorumlu olacağından, İttihat partisinin bu görüşü, Muhtar Paşa kabinesi için bir kurtuluş gerekçesi olarak görülemez. Kabine ya savaş sorumluluğunu kabul veya istifa edecekti. O, birinci şıkkı seçti. Bu yüzden savaşın sorumluluğu doğallıkla kabineye aittir.

*** *** ***

Meşruti bir yönetimde, iktidarda bulunan kabineler, milletin oyu ile iktidardan düşerler. Eğer bu düşüş doğrudan doğruya milletin müdahale ve zoruyla olursa, ihtilal kuralları gereğince gerçekleşmiş sayılır. Ordunun üst kademesinin görüş ve kararıyla düşüş ise muhtıra adını alır.

Muhtıra ne meşrutiyet kanunlarından ne siyasi kurallardan ve ne de ihtilal yasalarından sayılır. Muhtıra sonucunda, başa gelen hükûmetin "meşru ve yasal bir hükümet" sıfatını alabilmesi için mutlaka milli bir meclis tarafından kabul ve onay alması gerekir. Bütün bu söylenenler, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği uygar uluslar tarafından kabul edilmiştir.

Said Paşa kabinesini izleyen Muhtar Paşa kabinesi mevcut durum itibariyle Halaskâr gurubunun bildirisinin zorlamasıyla Arnavutluk isyanının etkisiyle başa gelmişti. Halbuki meydanda bir millet meclisi vardı ki üyelerin onda sekizi itibariyle ittihatçıydı.

Eğer düşen İttihat hükümeti milli bir ihtilal olsaydı, İttihat çoğunluğuna sahip olan meclisi de dağıtır ve derhal seçim yapılır ve milleti temsil edecek bir meclis meydana gelirdi. Ancak yukarda söylediğimiz gibi kabineyi düşüren şey, bildiriden öteye geçmemişti. Bununla birlikte Muhtar Paşa kabinesi ya meclisi dağıtması veyahut da güvenoyu istemesi gerekirdi. Kabine, birinci şıkkı seçebilmek için nedenlere ve yasalara sahip değildi. Mevcut anayasadan bir maddeye dayanarak derhal meclisi dağıtamazdı. Bunu yapabilmek için kabine ile meclis arasında anlaşmazlık olmalıydı. Bu nedene dayanarak kabine meclisten güven oyu istedi. Demek ki kabine bir "İhtilal Kabinesi" gibi hareket etmedi. Meclis de umulanın tersine kabineye güven oyu verdi. Şu hâlde meclisin yasallığı kanunen olduğu gibi fiilen de onaylanmış oldu.

Kabine bu hareketiyle, iki cami arasında kalmış binamaz halini aldı. Muhtar Paşa kabinesinin siyasi bir yanlış olduğu gerçek idi. İttihat Kabinesi değildi. İhtilal kabinesi de değildi. İtilaf kabinesi ise hiç değildi, zira bir mecliste ancak beş on üyeye sahip olan bir partinin kabinesi olamaz. Hatta iddia edilebilir ki, bu kabineye, Halaskârın bildirisi sonucunda yönetime gelmiş olmakla beraber bir Halaskâr kabinesi de değildi. Çünkü kabinenin oluş biçiminden onlar da memnun değildiler, şu kadar ki, o sıralarda durum tamamen Halaskâr gurubunun elinde olduğundan, Kabineyi yeni bir bildiri ile düşürmemesine rağmen, Kabinenin yegâne dayanağı Halaskârların olduğundan kuşku duyulamaz.

Kabinenin oluşum biçimine gelince: Gazi Muhtar Paşa mevcut parti ve guruplardan hiçbirinin istediği değildi. Kâmil Paşa İtilafın göz bebeği hükmünde olup merhum Nazım Paşa da kabul görüyordu. Daniş Bey, renksiz bir kişiydi. Hüseyin Hilmi Paşa ile Mahmut Muhtar Paşa İttihada eğilimli olmakla ile suçlanıyordu.

Uyumdan, belirli bir programdan uzak, dik kafalı tuhaf bir hükümet olan bu Kabine, zavallı memleketin yıkılmasına neden olan bir sürü mantıksızlıklar yaptı.

Kabine, İttihat çoğunluğundan ibaret olan bir meclisle iş göremezdi. Ancak meclisi feshetmek cesaretini de gösteremiyordu. Halbuki meclisin feshi için büyük bir baskı görüyordu. Bununla birlikte hem meclisi fesihten uzak tutarak muhalifleri memnun etmek ve hem de İttihatçıları bütünüyle gücendirmemek gibi bir tavır takınarak meclisi tatil etti.

Bazı muhalifler, gülünç bir hareket olmak üzere "Muhtar-Kamil" kabinesine "Büyük Kabine" unvanını veriyorlardı. Kabine ise "Tarafsız" oluş gibi garip bir iddiada bulunuyordu. Bu iddia Kabineyi gerçekten büyük gösterdi ise de bu, arzu edilen bir anlamda olmayıp bütünüyle iğrenç bir anlamda bir büyüklüktü.

Gerçekten bu kabine kadar zıt ve beceriksiz başka bir kabine bulunamazdı. Heyhat ki böyle bir büyüklüğü Balkanlılar pek güzel anladılar..

Panislavistler, otuz beş senedir takdir edilecek bir çabayla ve devamla hazırlandıkları "Türkleri Balkan yarımadasından atmak" düşüncesinin gerçekleşme zamanı geldiğini tamamıyla anladı. Balkan Hükümetleri, Osmanlı Hükümeti ile savaş için tam olarak hazırlanmışlardı. 

Bizim tarafta ise, anlaşmazlıktan, parasızlıktan, beceriksizlikten ve aymazlıktan başka bir şey görülmüyordu. Yandaşlığımızda, karşıtlığımızda, idaremizde, yönetim düşüncelerimizde, hepsi ve hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Felaket üstüne felaket olmak üzere bu kadar tehlikeli ve önemli bir zamanda milletin kaderi, uyumsuz, ileri görüşlülük ve fiiliyattan uzak, amaçsız bir yürütme organı hakimdi.


<< Önceki           Sonraki>>


Cemal Çalık, 11.06.2021,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, 





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı