10 Ağustos 2020 Pazartesi

SA8778/SD1775: Sıkıntı (Roman); 1. Bölüm-Gök 45

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Bilgi’yi istedikleri gibi değiştirmek, kurdukları sistemin sürekliliğini sağlayacak olan ‘insan’ unsurunu yetiştirmek için de değiştirilmiş olan bilgiyi kullanmak ve bütün insanları sonsuza dek yönetebilmek için kullandıkları bu gücün önemi büyüktü."


Hürriyet ve kesin bilgi arasındaki ilişkiyi fark edecek olan insan iradesiydi, ancak fark etmek yetmiyordu; güç de gerekiyordu. İrade’yi, kendisini sınırlayabilecek tek güç olan Allah’tan korkacak ve âdil bir mekanizma ile bu korkuya entegre şekilde inşâ etmek, insanı, nefsinin, diğer insanların ve Şeytan’ın kışkırtmalarından uzakta tutmayı öğrenmesini sağlamak kolay değildi.

İhtiyaç duyulan güç, hiçbir şey bilmeyen bir bebek olarak dünyaya gelen insanın iradesini doğru kullanabilmesi için, iyi tasarlanmış ve mümkün olduğu kadar eksiksiz bir eğitim sürecinden geçirmek gerekli olan beşerî zemini oluşturmak için şarttı.

Bu günümüzde ‘devlet-hükümet-meclis’ üçlüsü ile temsil edilen ve demokrasilerde seçimle bir lidere veya gruba ya da her ikisine devrettiğimiz, ikinci zihinsel katmandan birinci zihinsel katmana müdahale edenlerin sürekli ellerinde tutmak ve üçüncü zihinsel katmandaki tasarımcıların emirleri doğrultusunda kullanmak istediği tanrısal bir güçtü.

Bilgi’yi istedikleri gibi değiştirmek, kurdukları sistemin sürekliliğini sağlayacak olan ‘insan’ unsurunu yetiştirmek için de değiştirilmiş olan bilgiyi kullanmak ve bütün insanları sonsuza dek yönetebilmek için kullandıkları bu gücün önemi büyüktü.

Terörün, ayaklanmaların, askerî darbelerin ve savaşların tek amacı insanlara hükmedebilme gücünü elde etmekti. Şeytan’ın temel amacı da buydu. Hedefinde biz ve çocuklarımız vardı. İkinci zihinsel katmanda çalışanların da, özellikle son iki yüz yıldır bu hedefe uygun bir şekilde dünyanın bütün kıtalarında ve ülkelerinde çalıştığını fark etmiştim; inançlar ve değerler birer birer yozlaştırılmıştı ve şimdi insanların yaşadığı şeyler tam olarak Şeytan’ın arzu ettikleri idi, Allah’ın değil.

Dördüncü zihinsel katmanda düşündüğünü fark ettiğim Gök Yazarı’nın tecrübeleri temel sıkıntıyı anlamamıza yardım ediyordu, ancak neyi nasıl yapmamız gerektiğine dair kesin yönergeler üretmemişti. Sorgulamalarını ilgi çekici bulmuştum. Dili zaman zaman karmaşık bir ilişkiler ağına temas ederken sadeliğini kaybetse de herkesin anlayabileceği bir serinlikte, sarsıcı bir güçle ilerleyebiliyordu:

‘Son kırk yılda hızla kentlileşen bizler çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi biliyor muyuz? Yoksa kentlerimizi sonradan sanatsal, estetik kaygılarla düzeltmeye çalıştığımız gibi çocuklarımızı da önce bir yetişsinler, sonra düzeltiriz diyerek mi büyütüyoruz?

Problemin ne olduğunu belirleme yeteneklerimiz pek gelişmediği için, çözümün ya da çözümlerin dilediğimiz şekilde ertelenebilir, sonra yine dilediğimiz zamanda hayata dahil edilebilir olduğunu zannediyoruz. Ne tür bir kent istediğimizi bilmediğimiz gibi ne tür bir nesil istediğimizi de bilmiyoruz, çocuklarımız da kentlerimiz gibi büyüyor; aynı alışkanlıkla onları da yıkıp yeniden yapabileceğimizi zannediyoruz, hayır öyle değil, kesinlikle değil. Yanılıyoruz; çok bilmediğimiz için.

Bilginin bir güç olması için işlenmesi ve yeni fikirlere dönüşmesi gerekiyor. Bizim bilgi haznemiz karmakarışık ve yetersiz. Kent/Şehir bilgimiz, köylerimizden taşıyarak geldiğimiz bilgilerle mündemiç; kentleri kurmamız ve geliştirmemiz de bu babda... çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimiz hususunda ne kadar önceden düşünüyorsak kentlerimizi nasıl oluşturacağımız hususunda da aynı şekilde davranıyoruz. Daha doğrusu hemen her konuda aynı şekilde davranıyoruz, fakat çocuk (ve diğer insanlarla ilişkilerimiz) kente de diğer şeylere de benzemiyor; o canlı ve iradesi olacak olan bir varlık çünkü, istediğimiz zaman istediğimiz şekilde hatalarımızı düzeltebileceğimiz bir hareket alanımız değil çünkü; oysa ötekiler öyle değil, her ne kadar ilk tasarlandığında beklenen kalite olmasa da, her birini yıkıp yeniden yapabilme şansımız var.

Köy, anne-babalarımızın aileleri ve küçük çevreleri tarafından çekip çevrildiği bir alandı, kim nasıl bir çocuk yetiştirecekse çok fazla zahmete girmeden atadan gördüğü ile devam etme kolaylığını içeriyordu... Bilgi, tekrarlanabilir bir sınırlılıkla köye yetiyordu. Bir cami, bir okul, bir köy çeşmesi, bir köy evi, bir kahve, bir bakkal-çerçi, bir ev, bir ahır, bir tarla, bir gelin, bir damat ve akrabalarla birlikte hayvanlar ve doğa. Her birinin üstesinden gelinebilir basit problemleri vardı dallanıp budaklanan; askerlik, düğün, miras, komşuluk- akrabalık ilişkileri görece tanımlanmıştı ve her bir birey tahmin edilmesi kolay bir gelecek karşısında çaresiz hissetmiyordu. Kent öyle değildi ancak; problemleri köyden çok daha karmaşık ve sınırsız büyüyebilen karakterlere sahipti.

Köylü anne-babalarımız kentlere taşınınca kentlerle başa çıkabilmek için köylülüklerinden ödün vermek zorunda kaldılar, her gün çözüm bekleyen kent problemlerine köy alışkanlıklarıyla yaklaştılar ve bizleri yarı köylü-yarı kentli ancak kısa ömürlü bir geleneksel alana bırakmayı başardılar.

Nasıl bir çocuk yetiştirecekleri problemi gecekondularımızın duvarlarının arasında, küçük ve dar bahçelerimizin dut ağaçlarında kısmen büyüyen kısmen de köy kaygılarından dolayı küçülen bir problemdi. Köyde bırakılmış olumsuz özellikler yetişecek olan çocukların geleceklerinden çekiliyordu, fakat buna karşılık kentin olumsuz özellikleri gün geçtikçe büyüyordu. Gecekondu elbette köy değildi, kent olmadığı gibi.'



< Önceki                      Sonraki>>


[(08.08.2020, (1/70 (94))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 10.08.2020, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı