15 Temmuz 2016 Cuma

SA3175/KY50-FER3: Dar-Dar, Zanga-Zanga(*) Libya; Libya Günlüğü-Bölüm 3

"Düzenli bir ordu adım adım üzerimize geliyordu ve ben geri çekilmemekte kararlıydım, çünkü muhaliflerin azimli mücadelesinin zafer ile sonuçlanacağına inanıyordum. Savaşçıların bir çoğu ölümü özgürlük olarak görüyordu ve cephede olmalarının tek sebebi de buydu."


Bingazi'den yola çıkalı yaklaşık yarım saat olmuştu. Akdeniz’e paralel uzanan ve Libya'nın Tunus sınırına kadar giden yolda çölün hemen dibinden ilerliyorduk. Her 3-5 kilometrede kurulan kontrol noktalarında görevli siviller kamyonete bir göz attıktan sonra yolu açıyordu. 

Biz Bingazi'den uzaklaştıkça çöl sessizliği artıyordu, oysa saatte yüz kilometre hızla kargaşanın tam ortasına ilerliyorduk. Hiç tanımadığımız insanlara hayatımızı emanet etmiştik; onlar da hiç tanımadıkları insanlar için kendilerini tehlikeye atmışlardı. 

Bingazi-Ecdebiya arasında kayda değer bir şey yoktu; ara sıra çöl kenarına kurulmuş 5-10 haneli köylerin içerisinden geçiyorduk, istisnasız her evin çatısında Libya devriminin bayrağı asılıydı. Ara sıra gözümüze çarpan yanmış araçlar veya tahrip edilmiş tanklar yol kenarını süslüyordu. 

İlk tanışmanın verdiği sessizlikle iki saate yakın yol aldık. Dün gece tamamen ele geçirilen Ecdebiye'ye ulaşmıştık. Şehrin girişinde yüzlerce silahlı insan vardı. Kaddafi askerlerinden ele geçirdikleri zırhlı araçları tamir etmeye çalışıyorlardı. İlk bakışta çapulcu sürüsünü andıran bu insanların gözlerinde düzenli bir orduyu şehirden çıkarmanın gururu vardı. 

Kameranın kayda girmesi ile sessiz olan alan bir anda karnaval yerine döndü. Silahlarını havaya kaldırarak dans eden gençler dün gece kazandıkları zaferlerini kutluyordu. Cephe hattına yakın bölgeden ilk yayınımı onlarca direnişçinin arasından yaptım. 

Söylediklerimi anlamasalar da onlardan ve devrimden bahsettiğim kesindi. O anda tüm dünyanın onları izlediklerini düşünüyorlardı. Kameranın peşini bir an olsun bırakmayan bu insanlar için yeni bir eğlence çıkmıştı; günlerdir cephe hattında çarpışan direnişçiler mutluluklarını göstermenin peşindeydi. 

Canlı yayında boynuma Libya bayrağı asan gençler bir yandan da elime silah tutuşturmanın peşindeydi. Onların sevinçlerini yadırgamıyordum, ancak gösterilen ilgi bazen işimizi yapmamıza engel oluyordu. 

Doğu kapısının savunma hattını oluşturan direnişçileri geride bırakarak yayının hemen ardından Ecdebiya'nın merkezine geçtik, ancak şehirde yapılacak pek fazla bir şey yoktu. 

Keskin nişancılar nedeni ile kent merkezi terk edilmişti. Dükkanların tamamı kapalıydı; ölüm sessizliğine bürünmüş şehirde hiç oyalanmadan cephe hattına doğru yola koyulduk; bundan sonraki durak Brega olacaktı. 

Bir petrol kenti olan Brega'da Kaddafi savunması daha kuvvetliydi. Halit şehrin doğu kapısının tamamen ele geçirildiğini söylemişti; ancak kentin batısında hala şiddetli çatışmalar vardı. Ekip olarak isteğimiz bir sonraki canlı yayını cepheden yapmaktı çatışmaların ortasından.

Brega’nın doğu girişinde de Ecdebiya’dakine benzer bir görüntü vardı. Onlarca insan bir savunma hattı kurmuştu, direnişçiler dışında şehrin batı yakasına geçişlere izin verilmiyordu. Çünkü savaşın en yoğun yaşandığı yer Eski Brega olarak adlandırılan batı kapısıydı. 

Siyasi kanadın cepheden rapor geçmesi için görevlendirdiği Halit'in izin alması uzun sürmedi; bölge komutanı hayati tehlikesinin bulunduğunu hatırlattıktan sonra cepheye geçmemize izin vermişti, asıl tehlike bundan sonra başlıyordu. 

Kimse korktuğunu belli etmese de araçtaki sessizlik her şeyi ele veriyordu. Doğudan batıya 20-25 kilometre daha gittikten sonra cephe hattına ulaşmıştık. Ortam bir film setini hatırlatsa da yaşananlar tamamen gerçekti. Ardı ardına ateşlenen uçak savarlar savaşın ciddiyetini gösteriyordu. O manzara karşısında verdiğim ilk tepki bir dua olmuştu. Ve o duayı Libya'da olduğum sürece dilimden hiç düşürmedim. ''Allahım ülkeme bu durumu hiç yaşatma.''

Saat akşam 18:00'’i gösterdiğinde yayına girdik. Brega’nın batı kapısında kontrol sağlanmıştı, ancak Kaddafi'nin savaş uçakları ara sıra gökyüzünde görünüyor ve uçak savarlar ardı ardına ateşleniyordu. Karşı taraftan gelen havanların düştüğü yerden koca bir toz bulutu havalanıyor bağırış-çağırışların ardında ortalık normale dönüyordu. 

Yaklaşık 35 dakika cephe hattından yayın yapmıştık. TRT-TÜRK görüntüleri uluslararası haber ajansları vasıtası ile tüm dünyaya gönderiliyordu. Yayın bittiğinde Brega'da da tüm kontrol muhaliflerin eline geçmişti. En donanımlı birlikler Raslahuf diye adlandırılan şehre ilerlemek için hazırlıklara başladı. Bizde Ertesi gün onlar ile beraber hareket edecektik bu geceyi Brega'da geçireceğimiz anlamına geliyordu.

Akdeniz'in hemen kıyısında tamamı tek katlı evlerden oluşan küçük bir kasaba görünümündeydi Brega. Genelde kent yakınlarındaki petrol tesislerinde çalışan mühendislerin yaşadığı şehir tıpkı Ecdebiya gibi boşaltılmıştı. 

İkisi Fransız biri İngiliz üç gazeteciyle birlikte Fathi El Tuwatti isimli bir Libyalı'nın evine gelmiştik. Bir petrol şirketinde çalışan Fathi bizi cephe hattına getiren Halit'in de iyi arkadaşıydı. Biz alışkanlıktan yada yıkın kültürden olsa gerek gösterilen ilgiyi ve hizmeti pek yadırgamadık, ancak batılı gazetecilerin şaşkınlıkları yüzlerinden okunuyordu. 

Akşam yenen yemeğin ardından Kenti terk etmemiş olanlar Fathi'nin evinde toplanmış, Kaddafi'nin yaptıkları anlatılıyordu ve her kurulan cümle devrim hakkında ip uçları veriyordu. O gece en hararetli konuşmayı yaşı yetmişe dayanmış bir Libyalı yaptı. Yarım İngilizcesi ile önündeki masayı yumruklayarak konuşan yaşlı adam ''Ben ölürüm yerime oğlum o ölür yerine oğlu geçer de artık o katili bir daha buraya sokmayız'' diye haykırıyordu. Adamı anlayan anlamayan herkesin gözleri yaşarıyordu.

Gece hararetli konuşmaların ardından yatabileceğimiz bir başka eve gelmiştik. Evin petrol şirketlerinde çalışmak için yurt dışından gelen işçilere ait olduğunu söylemişlerdi. Bu terk edilmiş evde istediğimiz kadar kalabilirdik. İhtiyacımız olan bir minder ve bir battaniyeydi. Evde bundan daha fazlası bile vardı. Onca telaş ve koşuşturmaca ardından yatığımız yer 5 yıldızlı otelden bile rahattı. Hatta dışarıdan gelen roket sesleri bile bu rahatımızı bozmaya yetmedi. Ertesi gün cephede koşuşturmaya devam edecektik.

Brega’yı terk ederken gün yeni ağarıyordu. Akdeniz'in kokusu ve çöl soğuğu eşliğinde Raslananuf'a doğru ilerliyorduk. Halit'e gelen haberler çok iyi değildi Bir başka Petrol kenti olan Raslanuf'da Kaddafi güçleri kalabalık bir savunma hattı oluşturmuştu ve hava saldırıları muhaliflerin işini zorlaştırıyordu. 

Yol boyunca yayınları cepheden yapmayı ve Raslanuf ele geçirilirse direnişçiler ile birlikte şehre girmeyi planlamıştık. Ancak Halit'in anlattıklarına göre Raslanuf'u almak kolay olmayacaktı. Belki savaş 2-3 gün sürebilirdi. Muhaliflerin ağır silahlarının ve tecrübelerinin olmaması ilerlemeyi güçleştiriyordu; hatta iddialara göre Kaddafi'nin donanımlı ordusu Trablus'tan yola çıkmak üzereydi. Muhalifler orduyu Mızrata'da karşılamak istiyordu, ancak imkansızlıklar buna izin vermiyordu. 

Raslanuf önlerine vardığımızda durumun ciddiyeti ortadaydı. Sık sık düzenlenen hava saldırıları çöl ortasındaki muhaliflere zor anlar yaşatıyor, savaş uçaklarının bıraktığı bombalar ortalığı toza boğuyor, uçak savar sesleri kulakları sağır ediyordu. Breaga'da yaşanan savaştan çok daha fazlası vardı burada. Ambulanslar yaralananları taşıyor, yakınlarımıza havan topları düşüyordu. Ancak tüm bu kargaşaya rağmen cephe hattında kalmakta kararlıydık.

Havanın kararmaya başlaması ile birlikte saldırılarda durulmuştu. Ne muhalifler bir adım ilerleyebilmiş ne de Kaddafi güçleri bir üstünlük kazanmıştı. Her iki tarafın kaybı da çoktu. Aniden bastıran Kum fırtınası akan kanın durmasında yardımcı oldu. Çöl ortasında yüzlerce insan var ama tek ses yoktu. Ve biz Brega'ya geri dönüyorduk. Raslanuf'a girmek ertesi güne kalmıştı.

Bir hafta gel-git ile geçti. Muhaliflerin kenti almak için başlattığı saldırılar güçlü savunmalar ile engellenmişti. Ancak Kaddafi jetlerinin bombardımanı çöl ortasında açık hedef alan silahlı grupları yıldırmaya yetmedi. 

10 Mart perşembe sabahı petrolün Akdeniz ile buluşturulduğu kent Raslanuf tamamen muhaliflerin eline geçmişti. Olup bitene çok yakından şahit olsak da Kent girişindeki binlerce boş kovan ve evlerin üzerlerinde tüten duman çatışmaların şiddetini bir kez daha hatırlatıyordu bize. 

Keskin nişancı korkusu ile eğilerek sadece duvar diplerinden yürüdüğümüz kentte hastaneye girip çıkan ambulansları saymak mümkün değildi. Raslunaf'tan bir sonraki kasaba Bin Cevvat çok daha kanlı çatışmalara sahne oluyordu ve açıkçası biz o cehennemin içerisine girmek istemiyorduk. 

Hastane önünde beklememizin nedeni ise korkularımızı iki katına çıkarıyordu, çünkü önceki gece iki gazeteci vurularak öldürülmüştü. Kaddafi'nin gözümüzü korkutmak için gazetecileri hedef aldığı dedikoduları kulaktan kulağa yayılıyor ve bir çok meslektaşımızı Cephe hattından ayrılarak Bingazi’ye dönüyordu. 

Trablus'ta bulunan arkadaşım Mehmet Akif'in bir hafta önce anlattıkları yavaş yavaş anlaşılmaya başlamıştı. Düzenli bir ordu adım adım üzerimize geliyordu ve ben geri çekilmemekte kararlıydım, çünkü muhaliflerin azimli mücadelesinin zafer ile sonuçlanacağına inanıyordum. Savaşçıların bir çoğu ölümü özgürlük olarak görüyordu ve cephede olmalarının tek sebebi de buydu.


<<Önceki                                                


Fatih Er, 15.07.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Dar-Dar Zanga-Zanga Libya-Libya Günlüğü

Fatih Er Yazıları





(*) Dar-Dar,  Zanga-Zanga, Sokak Sokak-Cadde Cadde anlamındadır


Sonsuz Ark'ın Notu: Fatih Er Beyefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 01.07.2016


İlk Yayınlandığı  Tarih:  23 Ocak 2013

İlk yayınlandığı Yer: Fatih Er
http://erfatiher.blogspot.com.tr/2013/01/dar-dar-zanga-zanga-libya_23.html

Seçkin Deniz Twitter Akışı