8 Temmuz 2016 Cuma

SA3143/KY50-FER2: Dar-Dar, Zanga-Zanga(*) Libya; Libya Günlüğü-Bölüm 2

"Aslında uzunca bir tarihi birlikteliğimiz olsa da Libya’yı ve Libya halkını çok iyi tanımıyorduk. Oysa Osmanlı İmparatorluğunu en zor dönemlerinde yalnız bırakmamışlardı. Bundan 90-100 yıl önce de benzer senaryolar oynanmıştı petrol cenneti ülkede."



‘Mahkeme’'den şimdiki adıyla ‘Hürriyet’ olan meydandan ‘Katiba’ya gitmek için ayrılıyoruz. 

‘Katiba’ Kaddafi’nin binlerce metre kare alan üzerine kurduğu bir karargah. Etrafı dev duvarlar ile çevrili olan bu askeri merkez şehrin kuzeyi ile güneyini ikiye ayırıyor, içerisinde cephanelikler ve hapishaneler mevcut. Yer altına yapılan sorgu merkezleri ‘Katiba’nın neden yüksek duvarlar ardında kurulduğunun ispatı gibi. Askeri karargah barışçıl gösterilerin silahlı çatışmaya dönüştüğü nokta aynı zamanda. 

Kaddafi’nin Bingazi’de ki bu kalesinin ele geçirilme öyküsü ise ilginç. Daha sonra tanışacağım Halit isimli Libyalı o geceyi göz yaşları içerisinde anlatmıştı.

Bir narkotik polisi olan Halit ilk başlarda gösterilere katılmamış, ancak paralı askerlerin kentte katliama başlaması ve 9 yaşındaki yeğeninin öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuş. Halit çöl ortasında bir sohbetimizde o geceyi şöyle özetlemişti:

"Yeğeninin bir uçak savar mermisi ile öldürüldüğünü duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Olayı arkadaşlarıma anlattım 3-5 arkadaş bir araya gelip polis istasyonundan silahlarımızı aldık ve ‘Katiba önünde Kaddafi askerlerine ateş açtık sayımız ilk başlarda çok azdı, ancak sonraları yüzlerce insan yanımızda toplanmaya başladı. Hiç birinde silah yoktu sadece taş atıyorlar ve şehri, paralı askerlere teslim etmeyeceklerini ispatlar gibi kurşunların önüne atlıyorlardı. Başlattığımız bu mücadeleyi tamamlayacağımıza inanmıyordum ki bir patlama duydum. Karargahın girişi bir araç ile havaya uçurulmuştu yüzlerce insan açılan kapıdan içeriye akın ediyordu. Sanki bir meydan savaşı vardı farklı noktalara mevzilenmiş askerler korkudan silahlarını bırakıp kaçmaya başlamıştı ve bu halkın ilk zaferi olmuştu. Sonraları bombalı saldırıyı gerçekleştirenin arkadaşım olduğunu öğrendim. Karakoldan aldığı patlayıcıları aracına doldurmuş ve bizim zafere ulaşmamız için kendini feda etmişti.’’

Katiba’yı ilk gezişimde Halit’in anlattıklarını daha bilmiyordum, ancak içeride gördüğüm manzara Bingazi ele geçirilmeden önce en büyük çatışmaların burada yaşandığını ispatlıyordu. Yıkık duvarlar, yanmış araçlar birçok insanın hayatını kaybettiğini gösteriyordu. 

Katiba’nın ele geçirilmesi devrimin ilk silahlarını kazanmasında da büyük rol oynamış içeride bulunan cephanelikler yağmalanmış ve halka silah dağıtılmaya başlanmış. Kaddafi ordusundan kopan subayların öncülüğü ve Milislerin organize edilmesiyle Bingazi’de oluşturulan küçük birlikler bir sonraki şehre yollanmış. 

Katiba’yi farklı kılan bir baksa şey ise Bingazi halkının şehirlerinin ortasında bulunan bu dev komplekse ilk kez giriyor olmalarıydı. Bizim gittiğimiz günlerde, Kaddafi’nin evininde bulunduğu Katiba bir mesire yerinden farksızdı; aileler çocuk çoluk bu karargaha geliyor her binayı ve odayı tek tek geziyordu.

En çok dikkat çeken bolum ise tutukluların koyulduğu ve yer altına inşa edilmiş sığınaklardı. Bu sığınakları bizde hayretler içerisinde gezdik. Yerin 3-4 metre altında 2-3 kişinin sığabileceği büyüklükte odalar vardı ve çelik kapılar ile korunuyorlardı. 

O gün Katiba’da konuştuğumuz Libyalılar Karargâh ele geçirildiğinde yüzlerce tutuklunun bu sığınaklardan kurtarıldığını iddia etti. Söylediklerine göre aralarında 4-5 senedir kayıp olan insanlarda varmış.

Katiba’nın ileride bir müze olabileceği düşüncesi ile karargahtan ayrılıp şehrin diğer bölgelerini de gezmek istiyorum, ancak açıkçası Bingazi’de şehir merkezi dışında pek fazla çatışma izi görmek mümkün değil. Geniş bir alana yayılan ve Anadolu'nun orta büyüklükteki şehirlerini hatırlatan Bingazi, devrimin başlangıç noktası olsa da ağır silahların kullanıldığı çok büyük çatışmalara sahne olmadı. 

Daha öncede bahsettiğim gibi hareketliliğin en fazla olduğu yer özgürlük meydanıydı; özellikle şehrin kenar mahalleleri tamamen devrim görümünden uzaktı. Dikkat çeken, sokak aralarındaki silahlı insanlardı; bazen sevinçten bazen de hevesten sık sık havaya ateş açıyor, marşlar söylüyorlardı. Hatta mahalle arasında meraktan dinamit patlatan gençlere bile tanık olmuştuk. 

Halkın büyük bir kısmı için devrim kurtuluş anlamına gelse de, bir kısım insanlar ülkede yaşanan karışıklığı bir oyuna çevirmişti. Açıkcası kameralara konuşup, Kaddafi'ye tehditler savuranlar da bu ayak takımıydı. Hiç cepheye gitmeseler de saatlerce kahramanlıklarını anlatabilirlerdi. 

Oysa onlar karışıklığın başladığı ilk günlerde ülkedeki yabancıları hedef almış, tesisleri yağmalamış ve dünya kamuoyunda Bingazi hiç güvenli değil izlenimi yaratmışlardı. Devrimin ilk günlerinde Türk firmalarını yağmalayanlar da bu insanlardı; onlar ülkenin menfaatinden çok kendi çıkarları için devrimi savunuyorlardı ve kaos ortamının uzun sürmesinden nemalanıyorlardı. 

Bingazi’de olduğum süre boyunca en çok bu insanlardan korunmaya çalıştım ve kameramıza konuşmalarına izin vermedim. Onlar asla devrimi ve yaşananları temsil edemezlerdi.

Şehir turunu tamamlayıp Otel’e döndüğümüzde hava kararmak üzereydi Devrimin kalbinden ilk izlenimlerimizi haberleştirmiş, Bingazi'nin büyük bir kısmını gözlemlemiştik. Artık yapılması gereken ertesi gün oyalanmadan Ecdebiye’ye yol almaktı. 

Duyduklarımıza göre kent en geç yarın sabaha kadar direnişçilerin eline geçecekti, çünkü Doğu kapısındaki Kaddafi direnişi kırılmış ve iç taraflara doğru ilerleniyordu. Camilerden yapılan anonslar ile halk cephe hattında yaşananlar hakkında sıkça bilgilendiriliyordu. Ertesi gün için hazırlıklarımızı tamamlamıştık, rastgele tanıştığımız birkaç Libyalı bizi Ecdebiya’ya götürmeye razı olmuştu. 

Tanıştığımız bu insanlar Senusi tarikatı tarafından gazetecilere yardım etmek ile görevlendirilmişlerdi. Cephe hattının çok tehlikeli olduğunu bildikleri halde bir koruma ile birlikte bizi gerekirse Trablus’a kadar götüreceklerine söz vermişlerdi. 

Libya devrimini bizim için farklı kılan nedenlerden bir tanesi de gazetecilere gösterilen ilgiydi. Öyle ki otellerde kalan gazetecilerden para alınmıyordu. Yolunuzu kesen insanlar sizi evlerine davet ediyor zorla yemek yediriyordu. Bakkallarda insanlar çantalarımıza çikolata ve bisküvileri doldurup "Acıkırsanız yersiniz" diye telkinde bulunuyordu. 

Açıkçası yurt dışında çalışan gazeteciler bu kadar ilgiye pek fazla alışık değildir. Özellikle çatışma alanlarında gazeteciler yerel halk arasında yolunacak tavuk gibi görülür her şeyin fiyatı iki-üç katına çıkarılırdı. Ancak devrim sarhoşluğuna kapılan Libya'da durum farklıydı. Petrol istasyonlarında gazetecileri taşıyan araçlardan benzin parası dahi alınmıyordu, ara sıra yolunuzu kesen insanlar paraya ihtiyacınız olup olmadığını bile soruyordu. 

Devrimin ilk başladığı Tunus ve Mısır'dan çok farklıydı. Sonradan Türklere bakışları değişecekti, ancak özellikle ilk dönemlerde Türk gazetecisiyseniz ilgi iki kat daha fazlaydı. Bir dediğiniz iki edilmiyordu, her şey anında bulunuyor, işinizi yapmanız için tüm kolaylıklar sağlanıyordu. Aslında biz ilgiye Filistin'den özellikle Gazze’den alışkındık Türk olmak Arap Dünyası'nda başlı başına ayrıcalıktı bunu bir kezde Bingazi de görmüş olduk, ancak dediğim gibi, ilerde bu değişecek, bazen Türk kimliğimizi saklamak zorunda kalacaktık.

Otel odasında bir yandan ilk günün muhasebesini yaparken diğer yandan aileme ulaşmaya çalışıyordum. 3,5 yaşındaki kızımı ve eşimi Kudüs gibi sorunlu bir yerde tek başlarına bırakmıştım, Libya’ya ulaştığım ilk saatlerden buyana aklımda hep onlar vardı, ancak bir türlü arayamamıştım.

Allah'tan Kudüs büyükelçiliği bölgedeki Türk vatandaşları ile son derece ilgiliydi ve Elci Şakir Özkan Torunlar özel numarasını vermiş, bir sorun olursa eşimin kendisini her zaman arayabileceğini söylemişti. Bunun yanı sıra tanıdığımız üç-beş dostun yardımlarını esirgemeyeceğinden emindim. 

Gerçi eşimin yurt dışı tecrübesi ve yabancı dilleri onlar için büyük bir garantiydi, ancak yine insan geride bıraktıklarını düşünmeden edemiyordu. Libya’ya gitmem gerektiğini söylediğimde en büyük desteği eşimden almıştım. Zaten benim kariyerim için Filistin’e yerleşerek büyük fedakarlık göstermişti. Ben Libya için son hazırlıkları yaparken o bizim için bir yol haritası çizmiş biletlerimizi bile almıştı. 

Aslında itiraf etmeliyim ki Libya’ya sorunsuz ulaşmamızda en büyük yardımı eşim gösterdi. Saatlerce internet başında araştırma yapmış ve en iyi güzergahın Ürdün üzerinden Mısır’ın İskenderiye kenti oradan da otomobil ile Bingazi olduğunu söylemişti. Çünkü Kahire’ye inen gazetecilere sorun çıkarılıyor, hatta teknik malzemelere el konuluyordu. 

Biz İskenderiye’ye indiğimizde benzer bir sorun ile karşılaşmıştık, ancak küçük havaalanında gümrük memurlarını Libya’ya gideceğimize ikna etmek kolay olmuştu. En büyük problemi sadece Mısır’lı taksiciler ile yaşamış ve Sallum sınırına en ucuz fiyat ile gitmek için yaklaşık 2 saat pazarlık yapmıştık. Başta 400 km için 600 dolar isteyen taksiciyi 100 Dolar’a ikna etmek pek de kolay olmasa gerek. 

İnternetin en büyük problem olduğu ve telefonların çalışmadığı Bingazi’de zorda olsa aileme ulaşmış ve ilk günün raporunu vermiştim. İşin benim için zor olan kısmı Türkiye’de ki babamı aramaktı.

Libya’ya gittiğimi yola çıktıktan saatler sonra mesaj atarak söylemiştim. Tepkisini tahmin edebiliyordum, Kudüs’de yaşamamın bile riskli olduğunu düşünen birisini Libya’ya ikna etmem mümkün değildi. 

Aradığımda bana kızgın olduğu ses tonundan anladığım babam “ deli” olduğumu düşünüyordu ve ona göre akıllı bir insan kargaşanın içine gitmezdi. Ülkede kaldığım sure boyunca hemen hemen her gün aradığım tek kişi babam oldu; her seferinde her şeyin normal olduğunu söylesem de o bana değil, izlediği görüntülere inanmayı tercih ediyordu. Aslında en çok ihtiyacım olan şey annem ve babamın duasıydı. Her ne kadar bana kızgın olsalar da dualarını eksik etmediklerini çok iyi biliyordum. Artık çocuk sahibi olduğumdan endişelerini anlayabiliyorum, ancak benim için Libya’da olmak bir görevdi ve sonuna kadar kalmaya da kararlıydım.

Hafif küf kokan otel odasında yarının programını çıkarırken ilk gününde özetini yapıyorum. 

Aslında uzunca bir tarihi birlikteliğimiz olsa da Libya’yı ve Libya halkını çok iyi tanımıyorduk. Oysa Osmanlı İmparatorluğunu en zor dönemlerinde yalnız bırakmamışlardı. Bundan 90-100 yıl önce de benzer senaryolar oynanmıştı petrol cenneti ülkede. 

Osmanlı imparatorluğunun son döneminde Kuzey Afrika’ya üşüşen kan emiciler yürekli bölge halkının direnişi karşısında akan kanlarını çaldıkları petrol ile durduramayacaklarını anlamıştı. Emperyalist hırslarına ve dönemin sözde dizginlenemeyen savaş teknolojilerine İslam halifesinin tek sözü kafa tutmuştu. O dönem Libya’da direnişin sembolü olan Seyyid Ahmed Eş-Şerif tüm yakın çevresinin itirazlarına ve batının iğrenç rüşvetlerine rağmen "İslam Halifesi'nin emrini geri çeviremem diyerek” Osmanlı'nın cihad çağrısına cevap veren tek Arap liderdi.

İslam dünyasının en önemli yazarlarından Muhammed Esed “Mekke’ye Giden Yol”isimli kitabında Seyyid Ahmed’in bu tutumunu Osmanlı'ya ve halifeye sadakatine bağlıyordu. Şimdilerde tarih kitaplarımızda her ne kadar ismini göremesek de Libya ve çevresinde cihad ateşini yakan ve batıya kan kusturan Seyyid Ahmed, o dönem İstanbul’a davet edilmiş ve kurtuluş savaşımız sırasında da Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Anadoluyu karış karış gezerek bugünlere ulaşmamızda büyük fayda sağlamıştı.Anadolu halkının tıpkı Libya’da olduğu gibi örgütlenmesinde başı çekmişti. 

Libya’dan ayrılırken de yerine hepimizin “Çöl Aslanı” olarak bildiği Ömer Muhtar’ı atamıştı.[5] Bize ve tarihimize bu kadar sadık bir millet şimdilerde ise Batı’nın başlarına ördüğü diktatöre karşı direniyor ve o diktatörün paralı katilleri kendi halkını kana bulamaktan çekinmiyordu. O dönem ellerinde olan tüm imkanlar ile Osmanlıya ve İslam davasına sadakatlerini yürekleri ile gösteren bu halka yardım edilmeliydi. Libya halkının gerçek dostlara ihtiyacı vardı ve onlar yılana sarılmadan önce biz elimizden geleni yapmalıydık.

Tüm bu düşünceler ile yatağa gittiğimde saatler gece yarısını gösteriyordu ve giderek artan silah sesleri Ecdebiye'nın ele geçirildiğini müjdeliyordu Bingazi halkına. Anlaşılan kentin Batı kapısında da kontrol sağlanmıştı. Bir sonraki hedef Brega olacaktı ancak söylentilere göre kentin önemine binaen Kaddafi güçleri büyük bir savunma hattı için hazırlık yapıyordu. Yarın ilk yayını Ecdebiye yakınlarından yapmalıydık. Bundan sonra adım adım direnişçilerin peşinde olacaktık. Gözlerimi kapadım ve dua ederek uyumaya başladım.Sabah ola hayır ola......

Sabahın ilk saatleri ile birlikte hazırdık otel lobisinde bir kaç kahvaltılık atıştırdıktan sonra bizi almaya gelecek olan Libyalıları beklemeye başladık; yolumuz çok uzun sayılmasa da zahmetliydi. Ve cephe hattında neyle karşılaşacağımızı bilemezdik. 

TRT-TÜRK adına Trablus’da yani Kaddafi'nin kalesinde bulunan arkadaşım Mehmet Akif Ersoy cephe hattına gitmemizi tavsiye etmiyordu ve sürekli ''Abi bu adamların ilerlediğine bakma Kaddafi orduyu hazırlıyor buradan çıkarsalar 4 gün içerisinde oradalar bence Bingazi’de bekleyin'' diye sık sık telkinde bulunuyordu, ancak Akif'in söyledikleri bana abartılı geliyordu çünkü son 1-2 gün içerisinde şahit olduklarım bu savaşın Trablus'da biteceğini gösteriyordu.

Kaldığımız otelden bizi almaya 3 kişi geldi. Yusuf, Ali ve Halit. Yusuf bir firmada mühendis olarak çalışıyordu. Ali uzun süre Hollanda'da yaşamış bir iş adamıydı. Halit isee aslen Derne'liydi. Narkotik polisi olan Halit'in uzun kıvırcık saçları Kaddafi’yi andırıyordu. 

Devrim sırasında kendisine cephede yaşananları Muhaliflerin lideri Mustafa Abdülcelil'e rapor etme ve direnişçilerin ihtiyaçlarını belirleme görevi verilmişti. Hayati önem taşıyordu bu görev çünkü o dönem cephe hattından asılsız bilgiler geliyor ve muhaliflerin kafasını karıştırıyordu. 

Arkadaşlarının anlattığına göre Muhalif liderin en çok güvendiği adamdı Halit. Devrimin silahlı mücadeleye dönüşmesinde önemli katkıları olmuştu ancak şan ve şöhret peşinde değildi. Halit'in sağlam karakterini ilerleyen günlerde daha iyi anlayacaktım.








<<Önceki                                                Sonraki>>


Fatih Er, 08.07.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Dar-Dar Zanga-Zanga Libya-Libya Günlüğü
Fatih Er Yazıları





(*) Dar-Dar,  Zanga-Zanga, Sokak Sokak-Cadde Cadde anlamındadır

Dipnotlar:
[5] Muhammed Esed (2011) ‘’Mekkeye Giden Yol’’. İnsan Yayınları s.416

Sonsuz Ark'ın Notu: Fatih Er Beyefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 01.07.2016


İlk Yayınlandığı  Tarih:  23 Ocak 2013

İlk yayınlandığı Yer: Fatih Er
http://erfatiher.blogspot.com.tr/2013/01/dar-dar-zanga-zanga-libya-ii.html

Seçkin Deniz Twitter Akışı