4 Haziran 2016 Cumartesi

SA2996/DT33: Temmuz Güneşi

"Ne yaparsak yapalım, her insanın bir temmuz güneşi olacak batmasını istediği."


Gözlerim güneşe doğru döndüğünde düşünüyordum, “Acaba ne zaman batacak?” Yorgunluktan yürüyemez hâle gelmiştim çünkü. Ellerim tutmuyor, bacaklarım gitmiyordu. Saat akşamın beşi ve günün batmasına daha çok zaman var… İnşaatta çalışıyordum, zaman temmuzun ortası; çalışarak bitmeyecek gibi görünen upuzun temmuz bir günü. İnşaat işçisi olan ben bir deri-bir kemik kalmışım üniversiteyi kazandığım o yaz.

Tabi geçti o gün ve daha sonraki günler, hatta yıllar; orada, gökte, saat beşte öyle asılı kalmadı temmuz güneşi, battı, ama o gün zihnimin göklerinde hâlen asılı duruyor, o günü, o anı hiç unutmadım. 

Bugün işi, eşi, evi, arabası ve o yaşta çocukları olan o delikanlı o gün bunların hiçbirine sahip değildi. İşin doğrusu bugün de sahip değil, lafın gelişi işte ‘sahip olmak’. Allah’ın binlerce sınavından çıka gele ulaşılan o çerçevede neler var bahse konu olsun diye ’sahip’ kavramını kullanmak, emanete emaneten sahip olmak babında bir bakış işte.

Sonraki çerçeveleri ve o çerçevelerin içerdiklerini sağlayan o inşaat işçiliği günlerinde elde ettiği sabırdı, dirençti o delikanlının, en doğrusu ona bu gücü veren Allah. Ama o günler olmasaydı bugünler olmayacaktı.

Bugün doğanın her noktasında süregiden milyarlarca hayat var ve bu hayatların, ister hayvanlara ister insanlara, isterse başka varlıklara ait olsun birer hikâyesi var. Hikâyesiz bir hayatın var olması mümkün değil çünkü. Ama insanın hikâyesi diğer varlıkların hikâyesine benzemiyor ve her şeye karşılık her insanın hikâyesi başka insanların hikâyesinden farklı gibi görünse de değil; İnsanın hikâyesi aynı.

Bizim çok derin bir yoksulluğumuz vardı ülke olarak, hikâyelerimiz bu yüzden benzerdi belki, ama şimdiki gençlerin derin bir yoksulluğu olmamasına karşılık, derin yoksulluğun yokluğu onları hikâyelerinin kahramanı yapıyor. Bu yüzden hikâyesi değişmiyor insanın; İş, eş, ev, araba, çocuk. Onların da hikâyeleri benzer, onların da sınanma alanları aynı.

Benim dikkatimi o delikanlının unutmadığı o temmuz güneşine çeken şey gün geçtikçe daralan insana dair bir iki söz söylemek içindi. Bugün büyük oğluma, “Hiç dağda bayırda gezip susadığın oldu mu?” diye sordum, şaşkın bir şekilde bana baktı ve “Hayır!” dedi. “Ben köyde çok dağ, bayır gezdim ve çok susadım oğlum” dedim.

Onlar yoksulluğu bilmeden büyüyorlar ve tabi bu onların yoksunluk çekmediği anlamına gelmiyor. Onların hikâyeleri bizim hikâyelerimiz kadar derinden akmıyor olsa da, varsıllığın bir üst sınırı olmadığından neye özlem duyduklarını, nasıl hâyâl kurduklarını da bilemiyoruz ve onları kendi hikâyelerimizle uyarıyoruz ve bu yüzden başarılı olamıyoruz, çünkü tecrübe lafla aktarılamıyor.

Tecrübelerimiz onları ilgilendirmiyor, onların hikâyelerinde bizim derin yoksulluğumuzun bize kazandırdığı azim yok, bizim dualarımıza giren küçük şeyler, onların dua etmeden sahip oldukları şeyler çünkü, bizim onlara sağladığımız şeyler, “Biz çektik onlar çekmesin “diyerek kendimizden kısıp onlara ikram ettiğimiz şeyler.

Ve belki de bu yüzden onların hâyâllerine haksızlık ettiğimizi düşünüyorum, hayatı onlara kolaylaştırdığımız için. Para kazanmasını bilmiyorlar mesela, harcamasını çok iyi bildikleri hâlde. Kim bilir belki de bu böyle olması gerektiği için böyle.

Biz çok hızlı geliştirdik ülkemizi, dedelerimizden annelerimize ve babalarımıza kalan ülke çok ağır değiştiği hâlde. Temmuz güneşinde çalışıyor hâlen inşat işçileri, yarım yamalak yatırılan sigorta primleri var fazladan ve sabah saat sekizde başlayıp akşam beşte biten mesaileri. Üniversite öğrencilerinin burs-kredi çıkar veya çıkmaz korkuları yok, ‘Üniversite harcını nasıl yatıracağım’ kaygıları yok kayıt yaparken ve bizim gibi sırtında ucuz bir çanta ile bilmedikleri bir şehre sabaha karşı inmiyorlar artık.

Bursumu kesmişti üçüncü sınıfta Demirel; 1991’de Başbakan olmuştu. İki yıl aldığım bursu veren Özal’dı çünkü. Hiçbir gerekçe, hiçbir sebep beyan etmeden kesilen burs, bütün hâyâllerimi yeniden darmadağın etmişti ve okulu bırakmayı düşünmüştüm. Annem, o güzel annem bırakmamış ve elinden geleni yaparak bana destek olmuştu. Babamsa hâlen 12 Eylül Darbesi’nin sırtına yüklediği borcu ödemekle meşguldü. Varsıllıktan yoksulluğa inen çizginin baş müsebbibiydi darbe.

Bizim hâyâllerimizle çocuklarımızın hâyâlleri hiç birbirine benzemiyor, evet; ama hayatın yükü aynen omuzlarında onların. Bir yıldır kesintisiz YGS-LYS çalışıyor büyük oğlum; hikâyesi maalesef aynı. Nereyi kazanacak, nereye gidecek, neler olacak hiç kimse bilmiyor. Çok şey yapmış olsak da henüz çocuklarımıza birer yarış atı gibi koşturmayacakları bir hayat hazırlayamadık. Kendimizden biraz daha iyi bir yerde ama aynı yükle yüklü bir hâlde itiyoruz çocuklarımızı hayata.

Düşünüyorum. Annelerimizin ve babalarımızın duaları kadar güçlü başka dayanacağımız bir güç yok. Ne yaparsak yapalım, her insanın bir temmuz güneşi olacak batmasını istediği.

Allah yardımcısı olsun çocuklarımızın, başka söz gerekli değil artık. Onları eleştirmemizin de bir mantığı yok, izahı yok. Yükleri zaten ağır, daha fazla ağırlaştırmayalım bir türlü susmayan dilimizle.


Doğa Toprak, 04.06.2016, Sonsuz Ark , Kırlangıç Zamanları, 



Seçkin Deniz Twitter Akışı