9 Ağustos 2015 Pazar

SA1628/KY5-PT71: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ Mutasavvıflar, Aleviler, Bektaşiler 3

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

Alevilere Göre Tanrısal Sudur Şöyle Gerçekleşmiştir:

"Tanrı ilk aşamada kendi bilincinde değildi. Kendisini seven ve bilme ihtiyacı içinde olan Tanrı, üst düzeyde bir bilince ulaşmak için kendisiyle yabancılaştı. Özünden hiçbir şey kaybetmeksizin tüm evren, bir ışık ve sevgi yumağı olan Tanrıdan fışkırdı. İkinci aşamada Tanrının kişiliğinin üç farklı yönü ortaya çıktı." 

Hermes rahipleri bu üçlemeye Osiris, İsis ve Horus derken Hristiyanlar, Baba-Oğul ve Kutsal ruh olarak kabul ettiler. Aleviler ise, daha önce gördüğümüz gibi üçlemeyi Allah- Muhammed- Ali diye adlandırdılar.

Üçüncü aşamada "Aklı Evvel" ortaya çıktı. Aklı Evvel, tüm evreni ve bu arada dünyayı kaostan kurtarıp düzenli bir forma sokan kutsal güçlerin bütünüydü ve niteliğinden dolayı ona, "Evreni inşa eden usta" da denilmekteydi. 

Âdem, yeryüzünde vücut bulan Tanrısal yansımaydı. Yani Mikrokozmostu. Tanrı'nın kendisini bilmesi için insana, özellikle de Kamil İnsan'a ihtiyacı vardı. Çünkü Tanrısal Nur ile birleştiğinde deneyimlerinden, düşüncelerinden faydalanarak Tarısal bilincin artmasını sağlayacak yegâne varlık Kamil İnsandı. Aleviler, Kamil İnsan hedefine ulaşmak için Tanrıdan fışkıran ruhların gelişmek zorunda olduklarına inanmaktadırlar. 

Südûr'un ilk sonucu olarak mineraller oluşmuştur. Devrin ileriye doğru devam etmesi gerekmektedir. Minerallerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar meydana çıkmış ve hayvanların en üst basamağındaki maymundan da insan türemiştir. Ruhun, Kamil İnsan hedefine ulaşana kadar devamlı beden değiştirdiğine, insanların yeryüzündeki yaşamlarının Kamil İnsan hedefine ulaşmak için yegâne yol olduğuna, bu nedenle de insanların iyi ve dürüst olmaları gerektiğine de inanılmaktadır. 

Alevi inancına göre Tanrısal nura ulaşmadan önce her ruh şu 14 aşamayı geçmek zorundadır:

1-Cansız maddelerin ruhu,
2-Bitkilerin ruhu,
3-Hayvanların ruhu,
4- Şeytanların ruhu,
5- Cinlerin ruhu,
6- İnanmayanların ruhu,
7- İnananların ruhu,
8- Dindarların ruhu,
9- Ermişlerin ruhu,
10- Evliyaların ruhu,
11 - Peygamberlerin ruhu,
12-Meleklerin ruhu,
13-Evrensel ruh,
14- Evrensel Hikmet.[1]

Alevilerin Ali ve 12 imam inancı konumuzun dışındadır. Ancak Alevilerin Ali'ye bir birey olarak değil, Tanrısal Kelam olarak inandıklarını belirtmekle yetinelim ve bu kurumun örgütlenmiş biçimi olan Bektaşiliği ve kurucusu Hacı Bektaşi Veli'yi inceleyelim.

BEKTAŞİLİK

Hacı Bektaşi Veli, 1210 yılında Horasan'da doğdu.[2] Burada Yesevi tarikatine katılan ve "Baba"lığa kadar yükselen Veli, 1240 yılında diğer Yesevi Babaları ve İsmaili Daileri ile birlikte Anadolu'ya geldi. Burada yakın dostu Baba İlyas'ın yanına gitti ve Amasya'ya yerleşti. Babailer isyanının arka plandaki örgütleyicilerinden olduğu sanılan Veli, fazla deşifre olmaması sayesinde büyük katliamdan kurtuldu. 

Anadolu'nun birçok yerini dolaşan Veli, sonunda Kırşehir'in Sulucakaracahöyük bucağına yerleşti ve Yeseviliğin devamı niteliğinde olan Bektaşiliği yaymaya başladı. Babailer isyanından sağ kurtulan Yeseviler ve İsmaililer kısa sürede Hacı Bektaş etrafında toplandılar. 1271'de aynı yerde öldüğünde çevresinde binlerce müridi vardı.

"Din ayrılığı gereksiz. Dinler insanlar arasında anlaşmazlıklara neden oluyorlar. Aslında tüm dinler dünyada barış ve kardeşliği sağlamak içindir" diyen Hacı Bektaşi Veli, bu görüşlerini “Velâyetname” adlı eserinde ortaya koydu. 

Bektaşiliğin öncelikli hedefi, temelini sevginin oluşturduğu "Evren-Tanrı-İnsan" birliğini kavramaktır. İnsan bir sevgi varlığıdır. İnsan Tanrısal niteliklerle donatılmıştır. Başarının ilk basamağı kişinin kendisini tanıması ve sevmesidir. "Kendini seven Tanrıyı da sever".[3] 

Bektaşilikteki Tanrı sevgisinin en güzel ifadelerinden birisi, şu ünlü dörtlükte ortaya konulmuştur:

"Şakirdleri taş yonarlar.
Yonup üstada sunarlar
Calabın adın anarlar
O taşın her paresinde"...

Diğer Batıni ekollerde olduğu gibi Bektaşilikte de ruh ölümsüzdür. Ruh gövdeye sonradan girmiştir ve geldiği Tanrısal kaynağa geri dönecektir. Ruh gövdeye sadece dirilik sağlamakla kalmaz, anlayış, hatırlama, bilme, tanıma, düşünme ve akletme gibi yetilerin de kaynağıdır.

İnsan, yaşadığı ortamda bağımsız bir varlıktır. Onun görevi alçak gönüllü davranmak, özünü arındırmak, olgunlaşmak, gösterişten uzak durmak ve yüreğini doğa, insan ve Tanrı sevgisiyle doldurmaktır. İnsani bedenler amaç için sadece birer vasıtadır. Bu nedenle insanları kadın-erkek diye ayırmak, ya da sosyal konumlarına veya ırklarına bakarak küçük görmek yapılabilecek en büyük yanlıştır. Kadın-erkek tüm insanlar eşittir. 

Tüm dinler insanı olgunlaştırmak, barış ve kardeşliği yaymak içindir. Oysa zamanla dinlerin bu anlamları değiştirilmiş ve katı, çekilmez kurallar getirilerek insanların yaşamları kısıtlanmış, kendilerini geliştirme imkânlarının önüne set çekilmiştir. Gerçek yasaklar, şeriatın öngördükleri değil, tarikatın temel ilkelerine aykırı davranışlardır. 

Bektaşilik, evrenin, Tanrı'nın sureti olduğunu, insanın da yeryüzünün Tanrısı konumunda bulunduğunu kabul eder. Tanrı insanın içinde olduğundan, Tanrısal özellikler olan düşünme yetisi, irade, eylem özgürlüğü de insanda mevcuttur. 

Gerçek ibadet, insanın düşüncelerini kendisi üzerinde yoğunlaştırmasıdır. İnsanın kendi dışındaki bir olguya ibadet etmesi gereksizdir. İnsanın kendi varlığını düşünmesi, ruhsal olarak gelişmesini sağlayacak ve birey, Kamil İnsan konumuna ulaşabilecektir. Kamil İnsanda Tanrı, bu evrende kendi bilincine varmanın en üst noktasına ulaşır. Ancak Kamil İnsanlar Tanrı'ya dönebilir ve onun tarafından özümsenir. 

Bektaşilikte ketumiyet esastır. Bektaşilerin törenleri halka açık değildir. Gizli, özel ritüelleri vardır ve bunlardaki "Bektaşi Sırrı" büyük bir özenle korunur. Ritüeller açısından Velâyetname’nin özel önemi vardır. Ancak Bektaşiliğin son biçimi ile kurumlaşması, M.S. 1500'lerde, dönemin Bektaşi şeyhi Balım Sultan tarafından yapılan bazı düzenlemeler neticesinde mümkün olmuştur. 

Bir Bektaşi müridi, öğretiyi ancak bir mürşidin yardımı ile anlayabilir. Mürşidin (rehberin) varlığı kesinlikle zorunludur. Bu nedenle yeni giren mürid'in mürşidine mutlak itaati, ona tamamiyle teslim olması son derece doğaldır. 

Tarikatın sembollerinin ve pratiklerinin anlaşılması ancak onunla mümkün olur. Bektaşi öğretisi, mürid'in yaşadığı toplum içinde öğrendikleriyle çok ters olduğu ve özellikle de şeriat öğretileriyle son derece uyumsuz bulunduğu için yeni gireni olası bir şoktan korumak amacıyla rehberlik sistemine büyük önem verilmiştir. 

Mürşid üç sıfat ile tanımlanabilir; Mürebbi, öğretmen ve eğitici. Diğer bir deyişle şeyhin temsilcisi, öğretmen üstad ve ruhsal yaşam sanatında örnek alınacak kişi. Mürşidin varlığı ile Bektaşilik sırrı yaşanan bir olgu haline gelir. Müridden beklenen yegâne şey zihnini sürekli açık tutarak, öğrenmesi ve öğrendiklerini en büyük sır olarak saklamasıdır. 

Hacı Bektaş, Tanrı'dan var olan insanları dört grupta toplar. Bunlar Tanrı'ya ulaşma konusunda farklı yöntemler uygulayan insanlardır. Birinci grupta, gerçeği Tanrıya ibadette arayan sofu kişiler vardır ve dünya üzerindeki insanların oldukça önemli bir bölümü bu gruptandır. İkinci grupta tarikatın yolunu uygulayan ancak sofuluktan kurtulamayanlar, üçüncü grupta Tanrı hakkındaki sırları bilme ayrıcalığına sahip, ermişler ve nihayet sonuncu grupta da Tanrı ile birleşmiş olanlar yer alır. 

İşte Bektaşilikteki bu dörtlü inanç biçimine, "Dört Kapı Öğretisi" denilmektedir. 

Bir Bektaşi, bu dört kapıdan geçmeden Kamil İnsan olamaz. İlk kapı, ortodoks dinsel yasaların öğretildiği Şeriat kapısıdır. Bunu, tarikatın gizli pratik ve sembollerinin verildiği Tarikat Kapısı ve mistik Tanrı biliminin öğretildiği Marifet Kapısı izler. Bektaşi için gerçek ancak dördüncü kapı olan Hakikat Kapısı ile gözler önüne serilir. Dört kapının her biri on basamaktan oluşmaktadır ve kişi derviş olmak niyetindeyse, bu basamakları tırmanmak zorundadır. 

Şeriat kapısında İslam dininin temel ilkeleri, Aleviliğin genel koşulları ile "Allah- Muhammed-Ali" üçlemesinin gizemi öğretilir. Bu kapının (derecenin) müridlerine "Beloğlu" ya da "Âşık" denir. Âşık henüz nasip almamış kişidir. Şeriat kapısının 10 basamağı şöyle sıralanır:

1- İman etmek,
2- Kuran öğrenmek,
3- Namaz, oruç, zekât, haç gibi zorunlu görevleri yerine getirmek (bu zorunluluklar bir sonraki kapıda kalkar),
4- Dürüst davranmak,
5- Evlenmek,
6- Cinsel yaşamdaki yasakları bilmek,
7- Muhammed'e ve onun cemaatine uymak,
8- Herkese şevkatli davranmak,
9- Her türlü temizlik kaidesine uymak,
10- Emirler ve yasaklara itaat etmek.

Şeriat kapısı koşullarını tam olarak uygulayan ve mürşidinin de onayı ile ikinci dereceye, Tarikat Kapısı'na geçen müride verilen unvan artık "Yol Oğlu" ya da seven bir dost anlamına gelen "Muhip"tir. 

Bir muhip ilk iş olarak Pir'e bağlılık yemini etmek ve bundan önceki tüm günahları için tövbe etmek zorundadır. Bundan sonra muhip, mürşidi tarafından tarikat kuralları hakkında eğitilir ve bu kuralları anladığını, kabul ettiğini göstermek üzere saçlarını kestirerek, giysilerini sadeleştirir. 

Bu kapının dördüncü basamağını çok sıkı bir çalışma ve disiplin terbiyesi, beşinci basamağını da mürşide ve tüm kardeşlere hizmet oluşturur. Altıncı basamakta muhip alçak gönüllü davranmak ve Tanrıdan korktuğunu ihsas etmek durumundadır. Yedinci basamakta Tanrı korkusundan ona sığınarak kurtulan muhip için daha sonraki sekizinci aşama, dikkatli ve ölçülü davranmayı öğrenmektir. Dokuzuncu basamakta maneviyat ve sevgi üzerine bilgisini yoğunlaştıran muhip son basamakta sevginin Tanrısal yönünü tanımakta ve bir üst dereceye geçmeye hak kazanmaktadır. 

Görüldüğü gibi, İslam şeriatına uyma zorunluluğu daha ikinci derecede sona ermektedir. Kadın ve erkeklerin birlikte katıldıkları bu derecede yapılan törenlere "İkrar ayini" ya da "Ayin'i Cem" adı verilir. 

Üçüncü derece, Marifet Kapısıdır. Derece saliklerine "Derviş" adı verilir. Marifet Kapısı töreninin adı "Vakfı Vücut" törenidir. Dereceyi almak için bazen on yıl dahi bekleyen Derviş'e bu törende tarikatın resmi tacı giydirilir. Marifet kapısında insanın, Tanrının, evrenin gizemleri, değerleri ve anlamlan üzerinde durulur. Doktrinin önde gelen öğretisi olan "Birlik Yasası"nın gizemine varılır.

Dervişin bu kapıda aşması gereken on basamak şöyle sıralanır:

1- Ahlaki davranış disiplini,
2- Hoşgörülü ve alçakgönüllü olmak,
3- Kendini kontrol etmek ve sürekli özeleştiride bulunmak,
4- Sabırlı olmayı bilmek,
5- Cinsel yaşamda temiz ve disiplinli olmak,
6- Herkese karşı cömert davranmak,
7- Kibirli olmamak,
8- Batıni bilimin ayrıntılarını incelemek,
9- Batıni bilimi uygulama aşamasına sokmak,
10- Kendini tanımak ve bilmek.

Kendisini tanıyan ve kendisini, dolayısıyla da Tanrıyı bilen kişi Bektaşi öğretisinin de son aşamasına geçmeye hak kazanmış kişidir. Bektaşiliğin son derecesi, Yesevilikte olduğu gibi, Kamil İnsan derecesi de denilebilecek, "Baba" unvanının elde edildiği "Hakikat Kapısı"dır. Hakikat Kapısı'na özel bir törenle eriştirilen Baba, Mürşid olma hakkını da elde eder. Bektaşi tekkelerinin yöneticileri Baba'lar arasından tayin edilir. Bektaşi Babaları'nın da on görevi vardır:

1- Toprak ile bir olduğunu kavramak,
2- Diğer inanç biçimlerine hoşgörülü olmak,
3- Doğayı ve doğal dengeyi bozacak eylemlerden kaçınmak,
4- Dünyayı tanımak ve dünya ile varlık birliğini kavramak,
5- Tanrının yüceliği önünde eğilmek,
6- Dereceye ait sırları yalnızca diğer Baba'lar ile tartışmak ve dışarı sır vermemek,
7- Tanrıyı ruhsal varlığı içinde hissetmek,
8- Tanrısal Nuru görmek,
9- Tanrıya, Tanrısal Nur içinde erişmek amacıyla yakınlaşmak ve;
10-Tanrıyla bir olmak. İşte bu aşamada Bektaşi Babası Tanrısal bir varlıktır, Kamil İnsandır.[4]

Bektaşilerin en önemli düsturu, "Gelme gelme, gelir isen dönme"dir. Bu düsturdan da anlaşılacağı gibi, tarikate girecek kişi son derece sıkı biçimde denetlenir. Bir kez üye olundu mu da tarikatten çıkma söz konusu değildir. Bektaşiler birbirlerini tanımak için özel cümleler, işaretler ve semboller kullanırlar. 

Bektaşiler için Hallac-ı Mansur çok önemli bir Kamil İnsan'dır. Enel Hak ilkesi için yaşamını feda etmekten çekinmeyen Mansur'a Bektaşiler borçlarını, törenlerin yapıldığı salonun tam ortasında bulunan bölüme "Dar-ı Mansur" adını vererek ödemeye çalışmışlardır. Bektaşilik özellikle, yanına çekmeyi başardığı Yeniçerilerin askeri gücü sayesinde Sünni Osmanlı yönetimine dahi direnebilmiş, Yeniçerilerden çekinen Sünni Halifesi Osmanlı hükümdarları Bektaşi tekkelerine dokunamamışlardır.[5] 

Yeniçeriler, Osmanlılar tarafından işgal edilen Hristiyan topraklarından toplanan çocuklardan kurulu bir ordudur. Bu Hristiyan kökenleri nedeniyle, katı Ortodoks Sünni inançlara bağlanmak yerine, Bektaşiler'in özgür inançlı ve sadece ve görünüşte Müslüman sistemini kabul etmişlerdir. 

Osmanlı ordusunun bel kemiğini oluşturan bu kuvvet sayesinde Bektaşiler, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlılar'ın Sünni İslam dünyasının liderliğini ele geçirmiş olmalarına karşın, varlıklarını sürdürebilmişler ve yer yer de etkili olmayı başarmışlardır. Yeniçeriliğin 1826'da kaldırılması ve tüm Yeniçerilerin öldürülmelerini takip eden dönemde Bektaşilere de büyük darbeler indirilmiş ve tarikat neredeyse Anadolu'dan tamamiyle silinmiştir.[6] 

Sünnilerin bu yok etme dalgasından sadece, bir bakıma Osiris Mabedi ve İskenderiye Okulu'nun da devamı sayılabilecek, Mısır'daki "Kaygusuz Tekkesi" kurtulabildi. O yıllarda Mısır'ın İstanbul'dan bağımsızlığını nispeten almış olması sayesinde Osmanlı yönetiminin şiddet kampanyasından kurtulan Kaygusuz Tekkesi'nde halen çok değerli tarihi eserler korunmaktadır. 

Osmanlı topraklarındaki Bektaşiler, tekkelerinin büyük bölümü harap edilmiş olmasına karşın, iyi örgütlenmişlikleri ve toplum arasında kendilerini destekleyen önemli bir Alevi kitlesinin bulunması sayesinde çabuk toparlandılar ve çok daha zor koşullar altında da olsa faaliyetlerini sürdürdüler. 

Yaklaşık 700 yıl Sünni yönetimin baskısı altında yaşayan Aleviler ve Bektaşiler, Mustafa Kemal ile birlikte bu baskılardan kurtulma şansı doğunca, buna dört elle sarıldılar. 

Atatürk, Kurtuluş savaşı sırasında bir yandan İttihat ve Terakki cemiyetinin ardılları olan Türk subaylarınca, diğer yandan da Bektaşi ve Alevilerce desteklendi. Atatürk, milli mücadeleyi başlatmadan hemen önce, 1919 yılının 25 Aralık'ında Hacı Bektaş dergahını ziyaret ederek, Bektaşi ve Alevilerin desteğini istedi. İnançları bakımından laik sisteme zaten yüzyıllardır yatkın olan Aleviler, Kuvayı Milliye'ye tam güçleri ile destek verdiler.[7] 

Bunun da ötesinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Atatürk'ün önde gelen destekleyicileri Alevi milletvekilleriydi. Onların lehteki oyları sayesinde Hilafetin kaldırılması mümkün oldu.


<<Önceki                Sonraki>>

Puran Tilmiz, 09.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü




[1]  Dierl A.J. -ie- Sf. 83.
[2]  Eyüboğlu İ.Z. -ie- Sf. 182. ;
[3] Birge J.K.-ie-Sf. 109.
[4] SEZGİN Abdülkadir - "Hacı Bektaş Veli ve Bektaşilik" Sezgin Neşriyat-İstanbul 1991 - Sf. 155.
[5] Birge J.K. -ie-Sf. 85.
[6] Birge J.K. -ie- Sf. 97.
[7] Şener Cemal - "Alevilik Olayı" - Yön Yayınları - İstanbul 1989 - Sf. 135.

Seçkin Deniz Twitter Akışı