17 Mart 2015 Salı

SA1220/KY20-MEK18: Akidevî Bir Sır Üzerine

"Kesik bir kol gibidir O, yeri nasırlı bir yaradır ve ama orada bir kolun eksikliği üzerinden sürekli kendini var kılan, bir eksikliği sürekli ve sert biçimde vurgulayan..."

Zanim perîşan î ji dil / Yürekten perişansın biliyorum
Bê hed biêşan î ji dil / Hadsiz acılar içindesin biliyorum
Teşbîhê bûryan î ji dil / Büryan misali lime lime yüreğin
Bi l-lah ne insan î Mela / Billahi insan değilsin Mella.
Mella Ahmed’i Cezirî 

Süreğen bir şekilde kanayan yaralar üzerine uzun zamandır düşünüyorum. Yara çünkü capcanlı bir şeydir, var olma bilincinin doruğudur yaranın ontolojisi. Yara tarzında bir varoluşun üzerinde geliştiği daha derin bir var olma bilinci düşünemiyorum bile. Yara; varlığı kavrama konusunda bir deha halidir adeta, onun kadar uyanık, onun kadar fazla seçenekli ve içe doğru uzak erimli, onun kadar içten ve adanmış, onun kadar tanrısal bir kavrayışın gerçekliği muhal.

Ve yara bu derin kavrayış kadar tam anlamı ile bir lâl halidir.

Anlatmanın, anlatamamanın beyhudeliği üzerine muhteşem de bir suskudur yara. Üzerinde varlığını gerçeklediği derin bilinç düzeyinin vardığı yer ile yara tam anlamıyla ve aynı zamanda muhteşem bir suskudur. Çünkü orta yerde duran, apaçık olan, çepeçevre bizleri kuşatan, her birimizi derdest edecek denli yoğun ve sarsıcı bir yalnızlığın ve muazzam kalabalık bir birliğin yarattığı bir beyhudelik halidir yara.

İnsanın zaten bilineni tekrar ve tekrar anlatmaya kalkışması ve ama yinede anlatabildiğine dair derin kuşkular içinde kıvranması, bu kuşku üzerine neredeyse bütün varlığını inşa etmesi ne dramatiktir. Ve ne de komik… Bu beyhudelik duygusu ve daha sonsuz sayıda muazzam velud duygu ve bilinç hali hep bu yara’dan varlığın düzüne fışkırır biteviye. 

Kendini sonsuzcasına tekrar eden, ama her tekrarda adına tekrar denmesi abes bir yenilikte, tıpkı her yıl yeniden bahar olması gibi, tıpkı doğurgan kadının yeniden doğurması gibi, tıpkı ağlayanın yeniden ağlaması gibi, hiç biri diğerinin aynı değildir, tekrardır ve ama asla aynı değildir, Tanrı'nın Kutlu Eli'nin değdiği yerden, o yara’nın tam gözesinden fışkıran, orta yerde duran, apaçık olan ve yine de şairi, feylesofu, dervişi inim inim inleten o sırrı, o apaçık olan sırrı anlatmanın beyhudeliği üzerine kurulu bir suskudan bahsediyorum.

Beyhude öyküler ile harmanlayarak, içleri asla bir şey söylemeyen ama çok şeyler çağlayan kelimeler, cümleler, noktalar, ünlemler ve diğer saçmalıklar üzerine, mesela 'sana benzemek' üzerine feci kuzeyli soğuk ve ürkünç cümleler ile bir beyhude işe girmek arzusu, bilineni, söyleneni, duyulanı, anlaşılmış olanı tekrar ve tekrar anlatmak arzusu, bu yaranın gözesinden fışkıran hasreti, yürek burkan özlemi dile getirme arzusu… var olmak tam anlamı ile bir yaranın göbeğinde yaşamak mıdır acaba?

Zihin üzerinde gezinen bilgi anlamı ile varlık duyulmaya duyulmaya, ifade edilmeye edilmeye varlığını unutturur, silikleşir ve yok olur. Ama bir yara içinden varlık kazanan bilinç anlamı ile var olmak, içinde akidevi bir sır taşır. Silikleştikçe, uzaklara gittikçe, gözden yittikçe nasır tutan yara gibi, içten kanamalı bir derin sızıya dönüşerek, zahmetli ve ama hazzından serhoş bir beyhudelik hissi ile sürekli eşlik eder insana. Kesik bir kol gibidir O, yeri nasırlı bir yaradır ve ama orada bir kolun eksikliği üzerinden sürekli kendini var kılan, bir eksikliği sürekli ve sert biçimde vurgulayan.

Belki alem içinde bir başka tarz var olmak, Yahudi’nin tanrısı ile ilişkisi gibi, sürekli antlaşmayı anımsatıp, sürekli ödev ve yükümlülükler üzerinden bir tür pazarlık hali içinde var olmak, bir yaradan sızan kan gibi değil de bir arsız gülüş gibi, bir muzaffer kahkaha gibi, adına köleler kurban edilen saçma onurlar içinde gark, bir şehvetli zikir içinde vecd, belki gürültüler içinde var olmak daha anlamlı gelebilir. Ama bu sizi yanıltmasın,

Kimsenin duyamayacağı, tanrının duymak için bir duyarga var etmediği, kıskançlıkla sadece kendine sakladığı, ama bu saklı haline rağmen orta yerde sere serpe durur bıraktığı, görmen ve duyman için kendinin kendine özel duyargalar var etmeni ilzam ettiği bu ‘yara gözesinde varlık’ hali, belki alem içinde en değerli taş, tanrının kendi mahremi, acı ile sızan kan ve keder ile damlayan yaşın içinde sakladığı muhteşem bir mücevher olarak sende saklı duruyor. O herkesin ama sadece senin mücevher…


Mustafa Ekici, 17.03.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 

Seçkin Deniz Twitter Akışı