28 Mayıs 2014 Çarşamba

SA699/ KY5-PT20: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 3/1: Karanlık Gece

Kiziroğlu Mustafa Bey


3. Bölüm
-1-
Şehrinaz gözlerine inanamamıştı. Araba değirmenin önünde durur durmaz aşağı atladı. Az kalsın düşecekti. Aysema ardı sıra “Deli kız yuvarlanıp bir yerlerini kıracaksın!” diye seslendi. Aysema’nın söylediklerini duymamıştı bile. Babası da hemen atmıştı kendini arabadan aşağı. Sarmaş dolaş oldular. İki göz iki çeşme ağlayarak “Nasıl oldu bu baba? Nasıl oldu?” dedi. Babası da duygulanmıştı. Kızını olanca gücüyle bastı bağrına.

“Benim garip kızım.. benim bahtı kara kızım!” dedi inleyerek. 

Değirmenci Yusuf koşup yanlarına geldi. Baba kızı bir süre yaşlı gözlerle izledi. Arabadan inmeye hamle eden Aysema’nın yanına gidip elinden tuttu “Hoş geldin güzeller güzeli yavrum!” dedi müşfik bir sesle. Genç kız “Hoş bulduk baba!” karşılığını verdi içten gelen sevgiyle. “Oh!” diye rahat bir nefes alıp-verdi.


“Çok yorulmadınız ya yavrum!”

“Yok baba.. azıcık sarsıldık ama geçti işte. Cehennemden kurtulduk ya.. artık yorgunluk morgunluk kalmaz!”
Şehrinaz hâlâ babasına sarılı içli içli ağlıyordu. “Yeter beni de ağlatacaksınız!” diye seslendi Aysema baba-kıza. Baba kız ayrılıp birbirlerine doya doya baktılar.

Şehrinaz kuşkulu bir sesle:

 “Anam..” dedi. “Baba anam nerede?”

Baba şefkat dolu bir sesle:

“Gideceğimiz yerde.. Şehmuz oğlum arabayı kendi sürecekti. Ananla ben de Kiziroğlu’nun yanına gidecektik. Kabul etmedim. Ananı Şehmuz götürdü. Ben de arabayı aldım!” dedi.

“Rabbime şükür.. rabbime şükür!” karşılığını verdi Şehrinaz. Hep birlikte sundurmaya geçip oturdular. Değirmenci Yusuf’un ikram ettiği ayranları kana kana içip bir süre dinlendiler. Mehmet Ali’yi bekliyorlardı. Ali gelince yola çıkacaklardı. Bir süre de at sırtında gideceklerdi. Mehmet Ali yedeğinde üç at ile çıkageldi. Değirmenciyle vedalaşıp sarp dağlara doğru yöneldiler. 

Değirmenci Yusuf hemen arkalarından atına atlayıp sancağa kızının yanına gitmek için yola çıktı. Sancakta olup bitenleri sıcağı sıcağına öğrenmek ve öğrendiklerini Kiziroğlu’na iletmek gerekti. Aynı zamanda bu gidiş kendi güvenliği içindi de. Döngel Murat kızının kaçırılması için kime ne ceza keserdi belli olmazdı. İlk yoklayacakları kuşkusuz kendisiydi. Kizir köyüne de gelirlerdi ama köy hazırlıklıydı. Gelecekleri varsa görecekleri de vardı.

Keyiften uçarak vardı sancağa. Damadı Doğan kapı önünde hasır örmekteydi. Kayınbabasını görünce işi elinden bıraktı. Ayağa kalktı. “Hoş geldin!” diyerek Değirmenciyi karşıladı. Atın geminden tutup inmesine yardım etti. Değirmenci yavaşça indi attan. “Hoş bulduk!” dedi. Ayvana geçip oturdular. “Melahat nerede?” diye sordu adam, Doğan saygı ile “Arkada dibekte buğday dövüyor!” cevabını verdi.

İhtiyar kaşlarını çatarak:

“Gelen giden var mı? Durumlar nasıl?” dedi.

Doğan gayet rahattı:

“Ortalık sessiz baba! Ne Döngeller tarafında bir hareket var ne bey tarafında. Hiçbir şey olmamış gibi.. ha birazdan kadı gelebilir. Turab’ı kasabada gördüm. Ona demiş.”

“Turab da kendini hepten açık etmeye başladı, başına bir kaza gelecek!” diye yazıklandı değirmenci.

“Alenen yaklaşıp bir şey söylemedi. Aktar Müslüm’den aldım haberi.”

“İyi.. gözümüzü dört açmamız gerek. Daha uğraş yeni başladı.”

“Bey Şehrinaz’ın ana-babasını aratıp bulamayınca küplere binmiş.. Murat ağayı çağırtmış yanına!” dedi gülerek Doğan.

Yusuf avurtlarını şişirip, “Daha çok biner küpe kazığa..daha çok!” dedi.

Bir süre sonra Kadı Cemalettin geldi, hoş beşten sonra içeri girdiler. Kadı haftaya huzurda Beyi mahkeme etmek için her şeyi hazırladığını, fakat kız kaçırma olayından sonra mahkemenin zora girdiğini söyledi.
Seyfiye mensuplarından bir Alaybeyi’nin caymadığını, diğerlerinin şimdilik mahkemenin ertelenmesinin daha uygun olacağı fikrindeymişler. “Bu iyi olmadı!” diyerek sözlerini bitirdi.

Değirmenci de, “Haklısın kadı efendi!” diye cevapladı. “Gerçi hazırlıklıydık hazırlıklı olmasına, ama senin cenahtaki gelişmeleri göz önünde bulundurmalıydık. Hata ettik. Ama naçar olan oldu! Varsın bir on beş gün sonra olsun he!”

Kadı içini çekip, “Öyle olan oldu.. benim çekincem azalardan her hangi biri ağzından bir şey kaçırır.. yoksa varsın bir ay sonra olsun.. biri ağzından bir şey kaçırsa o vakit bir çoğunun canı fena yanar. Kendi canımdan çekindiğim yok. Ama diğerleri.. Turab’ın bile foyası ortaya çıkar ki hepten maazallah.” Dedi, sustu.

Sonra birden aklına gelmişçesine heyecanla, “Belki biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz.. payitahta bir mektup gönderilmiş.. isimsiz bir mektupla Kadı Mahmut Efendi’nin katilinin denildiği gibi olmayabileceği yazıyormuş ve bilin bakalım bu mektubu kim yazmış?”

Değirmenci gülerek, “Döngel Murat!” diye cevapladı.

Kadı bir Doğan’a, bir Yusuf’a baktı:

“Yani benden başka herkes biliyor muydu?” diye sordu.

“Herkes olmasa da biz biliyorduk!” cevabını verdi Değirmenci Yusuf. “Biz biliyorduk.. senden emin olunca söyleyecektik. Sanırım Alaybeyi bizden önce davrandı!”

“Beli..” dedi Kadı Efendi. “Beli.. Alaybeyi bugün söyledi. Benden bugün emin oldu zahir..”

Kırılmış gibiydi. “Ancak itimat telkin edebildik he.. bu da bir şeydir!”

Yusuf, Kadı Efendi’nin elini tuttu:

 “Yok kadı efendi.. alınma.. ne kadar az insan bilirse o kadar iyi olur. Hem bilen açısından hem öğrenen açısından. Murat bu sırrın bilindiğini haber alsa sence lime lime etmez mi bilenleri ve dahi kimlerin bildiğini söyletmeden kimsenin canını alır mı? Değil! Zira kendi canı okka altına girmiş. O ne hınzırdır.”

Kadı Cemalettin başını uysallıkla sallayıp, “Haklısınız. Tedbir ne ise ona uyulmuş.. benim alınganlığıma bakmayın! Şimdi ne olur dersiniz?” diye sordu.

“Valla bir şey anlamadım!” diye cevapladı Yusuf düşünceli düşünceli. “Ben diyordum ki şimdi Murat dört bir yana atlı çıkarır. Ne gezer. Kapanmış konağına. Ha Şehrinaz’ın ana babası ortadan kaybolunca bey çıldırmış.. Murat’ı konağına çağırmış. Bakalım ne olup bittiğini öğrenebilecek miyiz?”

Bey, Murat’ı her zamanki gibi kapıda karşılamamıştı. Kızgınlığını belli etmeyi istemişti bu kere. Dediklerinin hiç biri olmamıştı. Murat has odadan içeri girerken ayağa bile kalkmamış, yarım ağız “Buyur gel ağa!” demiş karşısındaki mindere oturmasını işaret etmişti. Murat ağa aldırmaz biçimde oturmuş bir de sanki bey “Hoş geldin!” demişçesine “Hoş bulduk beyim!” demişti.

“Bu it benimle eğleniyor!” diye geçirdi içinden. Bağırıp çağırmak neyi değiştirecekti. Sakince:

“Gördün mü Murat ağa.. eşkıya bizden yaman çıktı.. şimdi ne olacak?”

Murat boğazını temizledi:

 “Bilmem ki beyim.. senin halayığın kancıklık edeceği aklımın ucundan bile geçmemişti son ana kadar. Keşke başından o kaltağın ana babasını konakta göz hapsinde tutsaydık. Tedbirsizlik ettik!”

“Demek benim halayık olur şimdi de!” dedi içinden. Öksürdü. Sert bir sesle:

“Benim halayık ha! Peki öyle olsun.. günlerce senin evindeydi bir şey sezmedin mi? Bir de uyanık diye geçinirsin!” karşılığını verdi.

Rıfat Bey’in öfkesi git be git su yüzüne çıkıyordu. Artık içinden taşmak üzereydi bu öfke. Derin bir nefes alıp sakinleşme yoluna gitti.

Murat gayet kendinden emindi:

“Ne desen haklısın beyim.. ama iyi haberlerim var.. olan oldu. Ama bir kapı kapanınca Allah bir başka kapı açarmış..” deyip sustu.

Rıfat Bey kuşku ile baktı Murat’a. “Yine ne hınzırlık geçiyor bu iblisin içinden?” dedi kendi kendine, merakla sordu:

“Ne kapısıymış bu açılan?”

Murat toparlandı:

“Ağam hani biz Köroğlu’na Serdarı gönderecektik.”

Rıfat Bey kızgınlığını belli ederek bağırdı:

“Üç aylık yola haberci salacaksın öyle mi?”

Murat sinsi sinsi güldü:

“Değil Beyim.. dedim ya bir kapı kapandı bir kapı açıldı. Köroğlu buraya beş on günlük yolda imiş. Erzurum tarafına gitmiş duyduğum kadarıyla. Dönüyormuş. Hoş buralardan geçecek değil. Ama biz bir haberci yollarsak yolunu çeviririz. Sizin seyise bile gerek yok.. kim bilir o da bize bir hinlik yapardı Allah mahfaza!” dedi iğneliyerek
.
Bey bu iğnelemeyi göz ardı edip, “Peki kimi göndermeyi düşünüyorsun?” sordu.

Murat:

“Benim kâhyanın oğlun Mirsat’ı. Ki Mirsat babasının ölümünü öğrenince yalın kılıç fırlamak üzereydi. Güç bela teskin ettim. Ve onu bizim dahi güç yetiremediğimiz birine bir zarar veremeyeceğine inandırdım. Durumu anlattım. Erzurum tarafına Köroğlu’nu bulmaya gönderdim. Giderken Hamza’nın oğlu Musa’yı da yanına almasını söyledim. Nihayet onun da babasının kanına girmişlerdir. Bunları yapan da Kiziroğlu’dur. Yalan değildir. Musa, Köroğlu’na babasının zalim biri olsa da kılıç istediği halde eline bir kılıç vermediğini söyleyecek. Mirsat ise kalleşçe babasına arkadan saldırıldığını.. Köroğlu bunları araştırayım dese bunlara inandıracak şahitler hazır. Hem de tebaadan şahitler. Hem belki bunlara gerek bile kalmaz bakarsın Şehrinaz iki üç güne verilen görevi ifa eder!” deyip sustu.

Rıfat Bey başını salladı:

“Şehrinaz’ı geç.. onu unut. Ondan lehimize bir şeyler ummak hepten safdillik olur.. Köroğlu’na gelince hadi onu bu taraflara getirdik Kiziroğlu’nu nasıl salacağız üzerine.”

Murat gülerek:

“Aman beyim bu bizim ayağımıza gelmiş bir fırsat! Kiziroğlu’nun çaşıtlarını kendisine karşı kullanacağız. Ki bu çaşıtlardan kusuruma bakma bu konakta bile var.. Zat-aliniz de biliyor!”

Rıfat dudaklarını ısırdı. Biliyordu elbet. Ve bunun böyle suratına vurulması hiç de hoş değildi. “Şu işler bir bitsin itoğlu it.. bir bitsin seninle o zaman hesaplaşacağız!” diye geçirdi içinden. “Benim konağımdaki çaşıtları nasıl kullanmayı düşünüyorsun.” diyebildi güçlükle.

Murat:

“Şimdi beyim güya beni buraya güya teselli etmeye çağırmışsınız. Teselli etmek için de bana ahırınızın en güzel atlarından birini hediye ediyorsunuz. Oraya giderken konuşuyoruz. Arkamızdan birileri bizi dinlemek isteyecektir. Turab kesin dinleyecektir.”

“Turab çaşıt mı dersin!” diye hiddetle sordu Rıfat Bey.

Murat: “Bilmiyorum Beyim..” dedi. “Bilmiyorum.. lakin geveze olduğunu biliyorum. Çaşıt değilse bile birilerinin yanında konuşur o konuştukları çaşıda ulaşır. Siz diyeceksiniz ki beni teselli ederek güya ben payitahta mektup yazmak için sizden ruhsat istemişim, siz de bana payitahta mektuba gerek olmadığını bibi oğlu Hamza katledilince sizin sözünüzü sayan size büyük bir mihnetle bağlı olan Köroğlu’na haber saldığınızı onun da kalkıp buraya doğru geldiğini söyleyeceksiniz. Beş bilemedin on günlük yolda neredeyse buraya gelmek üzere dersiniz. Geldiğinde de dağını damını Kiziroğlu’nun başına yıkacaktır, sakın tasalanma bu sözüme itimat et. Dersiniz bana da bir at hediye eder yolcu edersiniz! Bu konuştuklarımız kesin kulağına gider. Köroğlu’nun kim olduğunu bir bilenden sorar durumu öğrenir Kiziroğlu ve kapışmak için yolunu bekler. Biz dahi onların kapıştığı mekanda adamlarımızla bekleriz.”

Bu plan Rıfat Bey’in aklına hiç de yatmamıştı yatmamasına ama denemekte fayda gördü. “Peki!” dedi. “Hadi bakalım kalkıp şu çaşıda haberi verelim!” kalktılar. Odadan dışarı çıkıp ahıra doğru yürüdüler.
Murat ağlamaklı, “Beyim!” diyordu “Benim kızım dağlarda perişan olur.. onu öylesine nazlı yetiştirdim ki.. müsaade et payitahta mektup yazayım. Dünyanın en büyük ordusunu salayım eşkıyanın üstüne!”

Rıfat Bey Murat’ın omzundan tutmuştu:

“Acını anlıyorum Murat Ağa. Acını anlıyorum. Ama bak sana söz veriyorum. En kısa zamanda eşkıyanın başını ezip kızını kurtaracağım. Kimsenin bilmediği şeyi sana söyleyeyim de için rahatlasın. Rahmeti bibi oğlu katledilince haber saldım Köroğlu’na. Ne yiğit ne yaman bir silahşordur bilirsin. Bir değil bin Kiziroğlu’nu tek eliyle yere yıkıp boynunu vurur. Benim sözümü hatırımı sayar. Haberimi alır almaz yola çıkmış, buraya beş bilemedin on gülük yolda imiş.. sen gönlünü ferah!”

“Bu iyi bir müjde Beyim.. Allah ne muradınız varsa versin.. yalnız böyle ahıra doğru niye gideriz.. ben eve gitseydim..” dedi. Rıfat Bey “Bilirim atlara meraklısın.. kaç zamandır düşünürüm.. bugüne nasip imiş.. elbet kızının yerini tutmaz.. benim Fındığı sana hediye etmeyi düşünürdüm. Onunla teselli bulursun!”

Kendilerini takip eden gölgenin farkında değilmişçesine ahıra varmışlardı. Rıfat Bey seyis Serdar’a içi yanarak Fındığı hazırlamasını emretti.

Turab bu haberi nasıl ulaştıracağının hesabını yapıyordu. Kendisi gitse tüm dikkatleri üzerine çekerdi. Geriye Seyis kalıyordu. Seyis Fındığı dışarı çıkarmış eyerini vuruyordu. Rıfat atın başını okşadı. “Atı hazır edince çıkışa getir!” diye emredip Murat Ağa ile geldikleri yönden çıkıp gittiler. Turab vakit kaybetmeden Seyis’in yanına yaklaştı. Bey ile Ağa gözden kaybolunca fısıltıyla duyduklarını Seyis’e anlatıp bir an önce bunları Doğan’a veya Değirmenci Yusuf’a ulaştırmasını söyledi.

Seyis atı hazırlayıp Murat ağaya teslim eder etmez konaktan sessizce çıkıp Doğan’ın evine doğru gitti. Eve vardığında Kadı Cemalettin efendi de çıkmak üzereydi. Yusuf Baba, Doğan, Kadıyı uğurluyorlardı. Onlar da kendisini görmüştü. Seyis gerisin geri gitmeyi düşündü. Yusuf Baba başıyla gelmesini işaret etti. Seyis bir tehlike olmadığına kanaat getirip yanlarına gitti. İçeri girdiler. Kadı da onlara katılmıştı.

Seyis Turab’ın duyduklarını kelimesi kelimesine anlattı.

“Demek kiralık adamlar getirtiyor Bey!” dedi Yusuf hayıflanarak. Kadı Cemalettin şaşırmıştı.

“Ben Köroğlu’nu mert yiğit biri olarak duydum. Ağaların beylerin çomarlığını yapacak biri değil diye biliyorum, bunda bir yanlışlık olmasın?”

Seyis:

“Babaları katledilen iki kişiyi karşılamaya göndermişler. Kâhyanın oğlu Mirsat ile Musa karşılamaya gideceklermiş!” diye cevapladı.

“Doğru ise tepelenecek biri daha çıktı demektir!” dedi Yusuf Baba “Peki Kadı Efendi bu Köroğlu onların dedikleri kadar güçlü kuvvetli biri mi?” diye sürdürdü konuşmasını.

Kadı Cemalettin başını salladı:

“Ben pek acı kuvvetli biri olduğunu duymuştum. Yaman bir pehlivan imiş. Dört beş kişi ile aynı anda güreş tutar her birinin sırtını yere vururmuş. Hem epey de namlı yiğitler varmış yanında. Bolu Beyi’ne kök söktüren biri diye biliyorum. Ne diye bir başka beye sahip çıksın anlamadım!”

Doğan:

“Zağar zağardır.. o Bey’e kök söktürür öteki Bey av getirir.. kim bile!” dedi saygılı bir sesle ve kayın babasına baktı.

Değirmenci Yusuf gözlerini ağartıp izinsiz konuşan damadını azarlar gibi baktı. Doğan utanıp başını yere eğdi.

Yusuf Baba:

“Serdar evladım sen şimdi git.. fazla oyalanma.. yeni bir şeyler duyarsanız yine haberimiz olsun.. ha bir de daha dikkatli olun.. zırt pırt konaktan ayrılmayın..” dedi.

Serdar, “Baş üstüne!” deyip karanlıkta kayboldu. Kadı Cemalettin gitse mi kalsa mı diye öylece kalakalmıştı. “Ben bu işten şüpheliyim!” dedi.

Değirmenci Yusuf damadına, “Oğlum sen hele git bu haberi yetiştir.. Kadı efendinin söylediklerini de anlat. Elbet bir çare düşünürler..” dedi.

Damadı duraksamadan Değirmencinin atına atlayıp Kizir’e doğru yola çıktı. Yusuf şaşkın şaşkın duran Kadı Cemalettin’e “Dilersen yatsıyı burada evde kılalım!” dedi. Kadı bu sözlerle kendine geldi.

“Yok.” Dedi.. “Gideyim.. Belki ben de bir şeyler öğrenirim. Hem şu Murat ağayı bir ziyaret etmeyi düşünüyorum..” cevabını verdi. Vedalaşıp ayrıldılar.

Kadı Cemalettin derin düşünceler içinde bastığı yeri görmeyerek çamurlu sokakları aşıp yolları taş döşeli merkeze vardı. Duydukları ölçüp biçiyor bir türlü yakıştıramıyordu. Şemseddin Efendi gibi bir olayla mı karşı karşıyaydı Mahmut Efendi’nin katli gibi bir olayla mı? Karar veremiyordu. Kaç yoksul kişinin, kaç mağdur-mahrum insanın Köroğlu’ndan sitayişle söz ettiğini duymuş için için gıpta etmiş hayırla anmıştı bu yiğidi. Şimdi ise bir zalimin yardımına koşuyordu.

“Olmaz! Olamaz!” diye iç geçiriyor aklına arkadaşı Şemseddin gelince “Olur.. vallahi olur!” diye mırıldanıyordu. Ne namert bir dünya idi. Ne kahrolası bir düzen idi, ne zalim bir zamanda yaşıyorlardı.

“Lanet olsun!” nidası farkında olmadan döküldü dudaklarından. Demek babasının gözlerini oyan adamın soyundan birine arka çıkacaktı Köroğlu? Bu basbayağı yalandı. Rıfat Bey denen zalimin Murat’ı teselli için söylediği kuyruklu bir yalanıydı düpedüz, diye düşünüyor “Açığa çıkması kuvvetle muhtemel bir yalanı ne diye uydursun ki bu adam?” diye kendi kendine soruyor bir cevap bulamıyordu.

Yatsı namazını büyük camide kıldı. Alaybeyine bakındı. Tam da ihtiyacı olduğu bir anda ortalıkta yoktu. Şadırvanda oturmuş eve mi Murat’ın konağına mı gitsem, diye düşünüp bir karar veremiyordu. Ne karanlık bir geceydi. İçi mi dışına yansımış ortalığı karanlığa boğmuştu, dış mı içine galebe çalıp içini karartmıştı.

“Lahavle kuvvete illa billah!” deyip ayağa kalktı. “Eve gidelim bakalım.. sabah ola hayrola!” tümcesi döküldü dudaklarından. “Köroğlu ha.. Köroğlu zalimin muhafızı ha..” diyordu yürürken.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 28.05.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




Seçkin Deniz Twitter Akışı