6 Aralık 2012 Perşembe

SA116/DT8: Medeniyet Yuları mı, Şalvar mı?

"Bırakalım bence hayatı çocuklarımızın ellerine. Onların nedenleri değerli ve çözümleri bizimkilerden âdil."



Şu sıralar Türkiye’de kentlerde yaşayan hemen herkesin bir kıyafet problemi var. İnsanlar ertesi gün ne giyeceğini düşünüyor. Otuz yıl önceye doğru, yıl yıl geriye doğru gidiyorum; her yıl kıyafet sayısı ve rengi eksiliyor. Çocukluğuma ilkokul sıralarına yaklaşıyorum ve orada duruyorum. Gözlerimin önünde siyah önlüklü, pantolonlarının paçası tozlu bir çocuk görüyorum. Birazdan pantolonunun paçalarındaki tozu görecek ve üzülecek: “Öğretmenimin pantolonu hep aynı, ama paçaları tozlu değil” diyecek, “Ben neden pantolonumun paçalarını tozdan kurtaramıyorum?”


İki tane pantolonum vardı; renklerini hatırlamıyorum, gri ve lacivert olabilir. Ablalarım onları yıkar ve ütülerlerdi. Ütüsü gecikince kıyamet kopardı evde. Ama önlük tekti. Beyaz tebeşir tozunun sindiği omuzlarımı ve önlüğün arkasını göremezdim. Kara önlük tekti; ama beyaz kolalı yaka iki taneydi ve çarçabuk kirlenirdi. Hiç sevmezdim beyaz yakayı… Siyah önlükse umurumda bile değildi.


İlkokul dörde doğru okuldan çıkar çıkmaz, beyaz yakanın düğmesini çözer ve yakayı söker cebime koyardım. Önlüğü de sevmezdim yakayı da… Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Tıpkı şimdi yapabileceğim çok fazla bir şey olmadan belirli şeyleri, aksesuarları takmak zorunda kaldığım gibi. İnsanlar kıyafetle çok sorun hallettiklerini sanıyorlar, ama kıyafetin kişilik kalitesi ile ilgisi çok fazla yok. Aksesuarların zorunlu olması da işin kalitesini etkilemiyor. Bir gün insanlar onu da anlayacaklar elbette. Çocukları önlükten, formadan kurtaran zihinsel genişleme kadınların başörtüsünde kilitlense de memurların ve devlet temsilcilerinin bir bildiği vardır, teranesi işleyip duruyor.

İki pantolonum vardı ortaokulda ve lise de. İki de gömleğim; ama ceketim bir taneydi. Bu kez kravat denen ‘yular’ zorunluluğu vardı. Ne anlıyorlardı ki bize kravat takmaktan? ‘Medeniyet Yuları’ der dalga geçerdik ve okuldan çıkar çıkmaz kravat ya cebimize ya da çantamıza girerdi. Kravatsız olmak için o kadar çok yol yöntem arardık ki…


Hatta bir gün V yaka bir kazak giymiş olan Cebrail’in bir karış uzunluğunda bağladığı kravatının yakasından dışarı çıktığını fark etmemiş ve öylece tahtaya kalkmıştı. Çok komik görünüyordu, hepimiz gülmüştük, ama o umursamadan kravatın ucunu tekrar yakadan içeri sokmuş ve konusunu anlatmaya devam etmişti.

Okullarda uzun süredir kravat ve zorunluluğu yok, medeniyet sıkıntıya girmedi; girecek de değildi. Cehalet işte. Yular gibi bir aksesuarla medeniyet mi olur? Kıyafetle medeniyetin ne ilgisi var?

Okula gitmek, sırf kravat ve ceket zorunluluğu yüzünden o kadar sıkıcı geliyordu ki lisede… Son sınıfta kravat takmadık; idare de üniversite sınavına hazırlanıyoruz diye pek önemsemiyordu; saçlarımız da uzamıştı .

Kıyafet ve saç konusunda lise son sınıfa kadar hep sıkıntı çektik. Takım elbise giyenler, giyemeyenler; eski ceket ve pantolonla gelenler… Herkes kimin cebinde ne kadar para olduğunu bilirdi ve kıyafetimiz yoksulluğumuzun tek ölçüsü değildi. Takım elbise giymiş olan bir öğrencinin bunu burs olarak mı aldığını kimse bilemezdi ki. Hem hepimiz yaklaşık olarak aynı gelire sahiptik. Türkiye yoksuldu.

Çocuklarım ve ben ve ailemiz ve toplum artık ikiden fazla gömleğe, ayakkabıya, cekete, monta ve daha çok şeye sahip. Ve kıyafetler artık pahalı değil. Herkes kendi keyfince alıp giyinebiliyor ve insanlar nerede nasıl giyineceklerine kısmen kendileri karar veriyorlar. Bunu çocukken yapmaya başlamaları onlara daha farklı kombinasyonlarla giyinmeleri için özgürce fırsat vermek demek. Hem buna karşı çıkan geri kafalıları gördükçe şaşırıyorum; hemen hepsi benimle aynı maceraları yaşadılar.

Okullarda artık forma zorunluluğu yok ve çocuklarımız seçmeyi, tercih etmeyi bilerek büyüyecekler, okul giriş kapılarında ‘uygun olmayan kıyafet’ yüzünden bekletilmeyecekler ya da gerisingeri eve gönderilmeyecekler. Gençler ve çocuklar, forma dışı bir renk ya da tür giyindikleri için birer suçlu gibi takibata uğramayacaklar ve ders motivasyonları tedirgin edilmeyecek. Ne kadar güzel değil mi?

Hem anneler forma için aldıkları iki pantolondan ya da sweetten  biri kirlendiğinde panikle hemen diğerini aramaya, ütülemeye kalkmayacaklar, sabahları öğrenciler kazara giydikleri forma dışı montlarını sırtlarına alıp evden çıkınca bir sıkıntı yaşamayacaklar. Bu kimi rahatsız eder, anlamıyorum.

Fakir-zengin ayrımını ne zaman ortadan kaldırdı forma? İkiyüzlülük değil mi bu? Forma giydir herkese ve herkes eşit görünsün. Tamam da insanlar eşit olmadıklarını bilmiyor mu? Kim kimi kandırmaya çalışıyor, onu da anlamıyorum. Rahatsız olanların yapacağı en iyi şey, yoksul çocuklara daha iyisini giymeleri için burs temin etmek. Değil mi?

Köye gittiğim yaz aylarından birinde, gitmeden önce babamdan şalvar ve lastik köy ayakkabısı istemiştim. Babam şaşırmıştı. Neden diye sorduğunda, “Baba,” demiştim. “ Kundurayla dağa, taşa tırmanamıyorum, tabanları kayıyor ve eriyor; pantolonla ağaçlara tırmanınca da patlıyor rezil oluyorum. Çocukların hepsi şalvar giyiyor ve onların şalvarları patlamıyor, ayakkabıları lastik; hiç sıkıntı çekmiyorlar.”

Babam yalnızca köyde dağa, tarlaya gittiğimde giymem kaydıyla almıştı istediklerimi. İhtiyacı ben tespit etmiş ve çözümü de ben bulmuştum, yaşım henüz 9-10 civarıydı. Kendi seçimlerimin yararını çok gördüm ben; ancak kendi seçimlerinin farkında olmayan forma öğrencileri asla doğru dürüst bir giyinme kültürü edinemediler, bir ton para verip zevksiz giyinmeye devam ediyorlar. Tabi suçlu onlar değil; devlet ve büyükler.

Bırakalım bence hayatı çocuklarımızın ellerine. Onların nedenleri değerli ve çözümleri bizimkilerden âdil. Onlara güvenelim ki bizi daha güzel sevsinler, daha kişilikli olsunlar. Koşarken, sıçrarken, kafalarını sallarken saçlarının savrulmasından aldıkları keyfi engellemeyelim. “Şunu giyeceğim” deme hakkını onlardan esirgemeyelim. Onlar bizim çocuklarımız; onları huzursuz etmeyelim.




Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 05.12.2012


Doğa Toprak Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı