18 Ağustos 2012 Cumartesi

SA37/PZ3: Sene 44; Zulmün Dini, Yetim'in Sahibi Yok


Bir millet azmasa Allah ona belâ vermez. Seferberlikten evvel Osmanlı'nın topraklarının hepsinde bir azgınlık vardı. Devlet hükmedemiyordu. Her memlekette eşkiyâlar zaptetmişti köyleri, nahiyeleri, kazaları. Bu eşkiyâlar devletin katında Mültezim nâmı ile bahsediliyorlardı., ihale ile aldıkları öşürleri (vergileri) fukâradan zorla topluyorlardı. Hem de artık artık yazıyorlardı vergi defterlerine.

Bu mültezimler kendileri de toplamıyorlardı bu öşürleri. Kaza mültezimleri her köyde ikinci bir mültezim tayin ediyorlardı; öşür devlete varana kadar kuş oluyordu. Önce onda bir'e, sonra da elindekinin yarısına daha sonra da elinde ne var ne yoksa hepsine el koyuyordu mültezimler. Defterlerine ne kadar yazmışlarsa hâne başına, gelirine bakmadan, o kadar alıyorlardı. Milletin elinde öküz kalmamıştı, tarla sürecek nefer de yoktu.. Mültezimler her köyden ayrılırken peşlerinde öküz, inek, eşek sürüleri olurdu...Milleti çıplak bırakır giderlerdi.

Devlet ne zaman asker lâzım olsa, haber salardı. Köyün muhtarı askere adam yazdırırken, fukarayı, sahipsizi, düşmanını listenin başına yazardı. Cahillik nerde bolsa orada düşmanlık, kan davası da bol olurdu.

Köylerdeki mültezimlerden kimse gitmezdi askere. Eşkiyâlık ederlerdi. Seferbelikte bizim köyde de Mıla Khalit, kendi akrabalarından kimseyi yazdırmamıştı. Mıla soyundan gelirdi; din nâmına bir şey bilmezlerdi bunlar... Kan ağlardı köylü.

Anlatırlardı, dedem seferberlikten dönmemiş, nenem dul... Karşı mahalleden nişan almışlar neneme mavzerle, keyf için... Ölüsü üç gün kalmış evinin hörtmesinde (Balkon). Korkudan kimse cenazesini kaldıramıyormuş... Kediler, köpekler, eşekler ne kadar hayvan varsa keyf için, nişan için öldürmüşler.

Rahmetlik babamla halam yalnız başlarına kalmışlar; sahipsiz büyümüşler köyde... akraba var, dolusundan; ama kardeşin ancak kardeşe faydası var. Bizim kabilenin erkekleri de erimiş seferberlikte, cihan harbinde... ne mezarları belli ne devletten bir haber var. Cumhuriyet kuruldu dediler, o bile bize itibâr edip de dedelerimizden bir haber vermedi...

Annemin babası da Sarıkamış'a gitmiş. Ordu soğuktan kırılınca, sağ kalanlar memleketlerine dönmek için yollara dökülmüşler.. Dersim dağlarında eşkiya kesmiş önlerini... size masal gelir: "Ya paranı, ya canını!" demişler dedemle arkadaşlarına; dedem direnmiş, çekip vurmuşlar... paralarını verip kurtulan köylüler anlatırlardı yakın vakte kadar...

Şimdiki vakitlere biz eskiler bolluk vakitleri diyoruz. Allah'a şükredin, ekmekleri çöpe atıyorsunuz siz, fazla geliyor. Süpürge tohumlarını öğütür ekmek yapardı analarımız... Tarlaları ekecek erkek yoktu, Enver bitirmişti hepsini; biz çocuktuk. Elde dokunmuş beyaz bir kumaştan elbise gibi bir şey giydirirlerdi bize.. pamuk yok, kalın keten.

Rahmetlik babamla rahmetlik annem iki yetim, yakınları başgöz etmişler... Amcalarım gençten ölmüşler, babam 4 sene askerlik yaptı, hayal meyal hatırlıyorum.

Sene (19)44, babam gelmiş; teskere almış... seviniyorduk. Meğer ameliyat olmuş askerde, haftasında Fırat kenarındaki köye, değirmene yük götürürken dikişleri patladı. Bir hafta yattı babam, her taraf kar, doktor yok..

Ufaktım. Babam bana "Oku!" diyordu, "Bak oku, ha, hiç olmazsa bize Kur'an okursun!" hasta yatağında bir hafta kaldı. Öldü. Ben oyun oynuyordum, babamı gömdüklerinde. Ölüm nedir bilmiyordum ki. Bir büyük abim Hasanla benim bir ufağım Kezban babam sağken ölmüştü. Ben, bacım ve en ufak kardeşimiz Mehmet vardık. Rahmetlik anam bizi bırakıp kocaya gitmedi. Öyleydi o zamanlar, kocası ölen kadını hemen kocaya verirlerdi. Tarlaya giderdik hepimiz, Mehmet emeklerdi, bakamazdım o kadar. Mehmet emeklerken toprak yiye yiye öldü. Sahipsizlik başka bir şey.

Eşeği yüklerdik anamla. Bana bir tarafını tut derdi, yükü koyardı, gücüm yetmezdi tutmaya, düşerdi. Kızardı anam fukara.

Geçmiş zaman, babamın sözünü tutacağım, lâkin okul yok. Okul yapılıyor dediler, çağırdılar bizi okula taş taşıdık, çalıştık, çabaladık beş parasız. Meğer müteahhit bizi gönüllü çalıştırıp yevmiyeleri kendine ayırmış. Öyle günlerdi, vicdan yok merhamet yok, hele din hiç yok.

Okulu yaptık. Beni kimse okula kaydetmedi. Mıla Hakverdi vardı rahmetlik, karşı komşumuzdu. Anam beni ona gönderdi eski yazı okumaya.. Kur'an okumayı öğreniyordum, arada yeni yazı öğreniyordum kendi kendime.. Askerde Ali Okulu'na gitmedim, çözmüştüm yeni yazıyı.

Mıla Hakverdi, bir zengin çocuğuna da ders verirdi. Bir gün ikimiz ders dinlerken, "İhlas Suresi hangisidir?" diye sordu. Ben bilmiyordum, öteki çocuk hemen "Gulhüvallahu!" dedi. Mıla Hakverdi tokadı patlattı bana. O kadar zoruma gitti ki. Ona öğretmişti ben yokken, bana da öğretseydi, bilmeseydim atsaydı tokadı. Onun babası vardı, Mıla'ya para da veriyordu. Benim babam yoktu ki... Anam eksik etmezdi sütünü, yoğurdunu ama.. işte...

Bugüne kadar nerede bir yetim görsem elinden tutma sebebim budur.. Çok sahipsizlik çektim ben... Halamın kocası Adana'ya gider gelirdi, bir mendil getirmezdi hediye.. Paramız vardı, ama ihtiyaçlarımızı getirecek kimse yoktu.

O köy dağıldı, şimdi neredeyse virâne oldu. Din, bu memlekette hep eksik oldu. Bazı zamanlar diyorlar ya Din, Din diye... itibâr etmeyin, bu milletin kökünde din terbiyesi yok, Allah korkusu yok. Olsaydı Mılalar zulmetmezdi. Koca köyden 40 sene Halk Partisine oy çıkmazdı.

Lafı fazla uzatmayayım. Dini yeni baştan öğretmek lazım gençlere.. Birbirlerini sevsinler, birbirlerine hürmet etsinler, kadını da erkeği de hatırşinas olsunlar. Zulmün dini yok, yetimin de sahibi yok.. Kur'an okusunlar, zulme karşı çıksınlar, yetime de sahip çıksınlar; o zaman bu milletin sırtı yere gelmez.



Piro Zaza, Sonsuz Ark, 18.08.2012

Seçkin Deniz Twitter Akışı