13 Mayıs 2025 Salı

SA11420/SD3484: Devlet ve Okul Binası: Diyalektiği ve Eleştirel Pedagojiyi Yeniden Canlandırmak

  Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz, The Hill'de düzenli olarak görüşlerini paylaşan, yazıları Forbes, Newsweek, Investor's Business Daily, RealClearPolitics, The Washington Examiner gibi yayın organlarında hem popüler hem de akademik çalışmaları yayınlanan, çalışmalarına ACLU ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşlar tarafından atıfta bulunulan, Özgürlüğün Geleceği Vakfı politika danışmanı, avukat, iş adamı ve bağımsız araştırmacı David S. D'Amato'ya aittir ve Batı kültüründe eleştirel düşüncenin ciddi şekilde gerilemesine yönelik tespitler içeren William Paterson Üniversitesi siyaset teorisi profesörü ve psikanalist olan Michael J. Thompson'ın The Descent of the Dialectic (Diyalektiğin Çöküşü, 2024) adlı kitabına odaklanmaktadır. Analistin alıntı yaptığı kitabın, Batı Medeniyeti'nin bütünüyle  ve umutsuz bir şekilde çöküşünü ifade etme biçimi dikkat çekicidir: "Sosyal kurumlarımızı ve onlar hakkında düşünme ve onlarla etkileşim kurma yöntemlerimizi eleştirel bir şekilde değerlendirecek ve sorgulayacak araçlardan yoksunuz."
Seçkin Deniz, 01.04.2025, Sonsuz Ark 

The State and the Schoolhouse: Reviving the Dialectic and Critical Pedagogy 

Sibernetik Toplum ve Diyalektik Düşüncenin Çöküşü

Sosyal kurumlarımızı ve onlar hakkında düşünme ve onlarla etkileşim kurma yöntemlerimizi eleştirel bir şekilde değerlendirecek ve sorgulayacak araçlardan yoksunuz. William Paterson Üniversitesi'nde siyaset teorisi profesörü ve aynı zamanda psikanalist olan Michael J. Thompson'ın yeni kitabının temel iddialarından biri de bu. 


Heykel, Wayne Eyalet Üniversitesi. Fotoğraf: Jeffrey St. Clair.

Bu yılın başlarında yayınlanan The Descent of the Dialectic (Diyalektiğin Çöküşü) adlı kitabında Thompson, her şeye nüfuz eden görecelilik ve “Batı kültüründe eleştirel düşüncenin ciddi şekilde gerilediği” çağımızda, eleştirel teoriye dayanan nesnel bir etiği yeniden sağlam bir zemine oturtmaya çalışmamız gerektiğini savunuyor. Thompson, Batı kültüründe gördüğü yaygın nihilizm ve “donuk tekdüzeliğe”, “kontrol, verimlilik, tüketim ve her türden tekdüzelik mantığının” anlam ve sosyal değerler geliştirme projesinin yerini almasına değinmek istemektedir; bu gelişmeler eleştirel düşüncede gözlemlenen düşüşü takip etmiştir.

Thompson'ın amacı, kısmen, “nesnel rasyonalite” ile “insan etiğinin özsel ve ontolojik bir açıklaması” arasındaki ayrımı ele almaktır. Thompson'ın kitabı, diyalektik yöntemi, “insani değer ile nesnel rasyonaliteyi” birleştiren ve sentezleyen bir yaklaşımla yeniden canlandırma girişimidir. Bu fikir, antik Yunan felsefi geleneğinde, yaşamın ve karar vermenin radikal olumsallığını ve bağlamsallığını tanıyan bir tür sağduyuyu öğütleyen phronesis kavramına dayanmaktadır. Diyalektik, doğamızı “özünde başkalarıyla ilişkili olan ve iç dünyamızı başkalarıyla olan ilişkiselliğimiz aracılığıyla şekillendiren ve oluşturan benzeşik varlıklar” olarak kabul eder. Diyalektik yaklaşım konusunda eğitim almış öğrenciler, bu iki tür akıldan daha fazla yararlanabilecek, bunları birleştirebilecek ve sentezleyebileceklerdir.

“Giderek artan bir şekilde” diye yazıyor Thompson, ”Modern toplumlar insan iyiliğine ilişkin temel değerler tarafından değil, ekonomik yönetimin teknik zorunlulukları tarafından yönlendirilmekte, bu da diyalektik bilinci aşındıran kültürel bir nihilizm durumuna yol açmaktadır.”

Thompson'a göre, sözde demokratik bir süreç içerisinde müzakere ya da tartışmaya bel bağlamamız yeterli değildir; “diyaloğun eleştirel kullanımı” yeniden gündeme getirilmediği sürece, sürece ve diyaloğa olan bu felsefi aşırı güven, bizi statükoya ciddi meydan okumalar yöneltmek için gerekli donanıma sahip olmayan sosyal ve siyasi kalıplar içerisinde mahsur bırakmaktadır.

Diyalektik düşünce bizi, “kişinin dünyadaki yerine özgü” düşünce ve uygulama ortodoksileriyle yüzleşmeye ve bunları bozmaya teşvik eder. “Thompson'a göre “bunun karşısında, bu dünyanın temel yapısının, yavaş yavaş kendimizi şekillendiren kategorilerinin pasif bir şekilde kabul edilmesi yer almaktadır.”

Thompson bu zorunlulukları “sibernetik toplum” olarak adlandırdığı ve bilincin giderek “bu verimlilik ve üretkenlik mantığı” tarafından emildiği kurumsal ve normatif bir kompleksle ilişkilendirmektedir. Girdiğimiz sibernetik toplum aşaması, kapitalizmin mantığının “bilincin en derin noktalarını sömürgeleştirmesini” mümkün kılmıştır; benlik, zehirlenmiş ve körelmiş bir toplumsal ortamda solmaktadır. Thompson, bireyin benlik algısının ve yaşam biçiminin kurumsal zorunluluklar ve mantıklar tarafından ele geçirildiği ve yeniden oluşturulduğu bir toplumu tanımlamak için kitap boyunca sibernetik toplum fikrine sık sık geri dönüyor. Her şey ölçülebilir ve izlenebilir - üretkenliğiniz ve tüketim kalıplarınız, internet kullanımınız ve tükettiğiniz içeriğin ideolojik karakteri, kişisel ilişkileriniz ve bağlantılarınız, fiziksel konumunuz ve hareketleriniz, biyometrik verileriniz ve tıbbi geçmişiniz, mali durumunuz ve kredi geçmişiniz.

Bu, çok az şeyin devletin ve güçlü şirketlerin erişiminin ötesinde olduğu, ölçülebilir meta verilerden oluşan bir dünyadır. Ve kapitalizmin mevcut aşamasının sibernetik toplumu özgürlük, bireysel kendini ifade etme ve kendini gerçekleştirme vaat ederken, gerçek hayattaki kapitalizmin psikolojik, maddi ve siyasi koşulları son derece özgür değildir. Thompson'ın açıkladığı gibi, “öznenin yalnızca sibernetik toplum tarafından sunulabilecek olanı keşfetmesine izin verilir.” Böylece, kendini kıyafet ve görünüşle ifade etme biçimleri egemen sınıf tarafından giderek daha fazla hoş görülmekte ve hatta taklit edilmektedir[1].

Thompson'ın yeniden canlandırmayı umduğu nesnel, eleştirel etik, büyük ölçüde Karl Marx'ın çalışmalarına dayanmaktadır. Marx, bir yanda felsefi yorumu, diğer yanda değişime yönelik eylemi birleştirerek, felsefenin dünyayı değiştirmedeki başarısızlıkları hakkında düşünmemiz için bize yeni yollar sunmasıyla ünlüdür. Marx'ın kendi kariyeri de, erken dönem felsefi Marx ile geç dönem siyasi Marx arasında bir ayrımla, muhtemelen bu yapıyı takip etmektedir (Marx'ın çalışmalarındaki bu ayrımın esasına ilişkin tartışmalar bu makalenin konusu dışındadır). 

Diyalektiğin Çöküşü'nde Thompson, toplumsal gerçekliği değiştirebilecek felsefi bir yaklaşımın sunumunun yanı sıra toplumun olduğu haliyle eleştirisini de ortaya koyarak her ikisiyle de ilgilenir. Felsefeye bir yaklaşım olarak diyalektiği tartışırken, Hegel'in projesini bu şekilde tasarlamayı açıkça reddettiğini belirtmek önemlidir. Hegel'e göre, pozitif ya da kuralcı ifadeler eklemeden gerçekliği tanımlamak yeterince zordur. Diyalektik olgulara dışarıdan uygulanmaz, gerçeklikteki dinamikleri içkin doğalarında takip etme ve tanımlama, şeyleri gerçeklik içinde var olan ve gerçekliği tanımlayan gerilimler açısından tanımlama girişimidir. Hegel, dünyanın karmaşıklığı ve indirgenemezliği hakkında bir ifade olarak, “kavranabildiği ölçüde doğru olan her şeyin ancak spekülatif olarak düşünülebileceğini” yazar.

Diyalektikte hakikat, sabit ve nesnel olarak keşfedilen bir şey olarak ele alınmak yerine bir süreçle ilişkilendirilir. Amaç, gerçekliği bir dizi ayrık olgu olarak değil, “iç içe geçmiş eğilimler” kompleksi olarak görmeye başlamaktır. Devlet okulları çeşitli dogmalara itaati öğretirken, eğitime diyalektik bir yaklaşım öğrencilere şeyleşmiş sosyal kavramları ve kategorileri parçalamalarını, onları oluştukları bileşen ilişkilerine ayırmalarını öğretecektir. Bu ilişkileri anlamlandırmak için ortaya çıkış fikrinden yararlanabiliriz: diyalektik, karmaşık, öngörülemez (ve görünüşte deterministik olmayan) sosyal örüntülerin ortaya çıkışını, bunları genel sistem içinde bulunan çatışmalar ve çelişkiler açısından analiz ederek düşünmenin bir yolunu sunar. Bu dinamiklere inerek, sosyal ontolojik manzaranın daha eksiksiz ve daha doğru bir resmini veya modelini geliştirebiliriz; bu gerilim ve dinamiklerdeki güç ve yapısal eşitsizliklerin rolünü ciddiye alır. 

Diyalektik, bu rolü gizlemek yerine, öğrencileri sosyal güç ile “sosyal dünyamızın oluşumu ve deneyimlediğimiz gerçeklik türleri” arasındaki bağlantıları araştırmaya teşvik eder. Maddi gerçeklikte hiçbir şey sabit, kalıcı ya da değişmez değildir. Dünya, kendileri de enerji alanlarındaki dalgalanmalardan ibaret olan temel parçacıklara kadar durmaksızın hareket ve değişim halindedir. Diyalektik akıl yürütme, şeyleri kendi özel bağlamları içinde anlayarak gerçeklik hakkındaki bu gerçekleri ciddiye almaya çalışır. Doğal olarak tüm durumlar için kalıcı kurallara karşı dirençlidir. Her sosyal olguyu, kendileri de her zaman değişim halinde olan bir dizi altta yatan ilişkiden ibaret olarak anlar.

Pratik anlamda, eğer sosyal problemlerin çözümüne yönelik diyalektik yaklaşımlarda bir canlanma umudu varsa, bu mutlaka çocukları eğitme ve onları sosyal ontolojimizle tanıştırma şeklimize bağlı olacaktır. Thompson'ın fikirlerinin anahtarı, onun sosyal ontoloji teorisidir; sosyal dünya anlayışımız -kurumları, normları, güç merkezleri ve bunların işleyişi ve örüntüleri-. 

Thompson'ın dile getirdiği diyalektik yaklaşımın yeniden canlanması, eğitim sistemine yönelik eleştiriler ve bu sistemi sosyal açıdan daha üretken ve öğrencilere daha duyarlı hale getirme çabaları açısından özel bir öneme sahiptir. Gerçekten de, eğitim üzerine ciddi bir yeniden düşünme, diyalektik akıl yürütmenin önerdiği şüpheci ve eleştirel duruşun sürdürülmesini gerektiriyor gibi görünüyor. Kitabın odak noktası olmasa da Thompson, projesi ile eğitim sistemi hakkındaki tutumlarımız arasındaki bağlantıyı kabul ediyor: eğitim gibi sosyal alt sistemler ancak “sosyal gerçekliğin daha geniş bağlamlarına gömülü” olarak kavranabilir. “Okulların nasıl organize edildiğini anlamanın, daha geniş bir toplumun okulun işlevine verdiği değerin ya da amacın bir fonksiyonu olduğunu” savunuyor.

Batı'da hakim olan eğitim modeli, özellikle on dokuzuncu yüzyılda milliyetçiliğin yükselişi ve buna bağlı olarak güç ve hükümet işlevlerini merkezileştirme çabalarıyla ilişkili bir dizi sosyal ve kültürel eğilimden doğmuştur. Zorunlu okul, bütünlüklü bir ulusal kimlik inşa etme ve büyüyen ulus-devlette gücü pekiştirme çabaları açısından kritik bir öneme sahipti. Bu sosyal ve siyasi hareketler üzerinde son derece etkili olan Alman filozof Johann Gottlieb Fichte (1762-1814), Alman Ulusuna Seslenişler adlı eserinde öğrencinin sadece eğitilemeyeceğini, bilinçli bir şekilde şekillendirilmesi gerektiğini ve "öyle bir şekilde eğitilmeli ki, sizin istediğinizden başka bir şey isteyemesin" görüşünü savunuyordu.

 Sistemin amacı uysal bir özne yaratmaktı. Amaç, öğrencinin bağımsız ve eleştirel düşünme kapasitesini zayıflatmak ve nihayetinde ortadan kaldırmak, onu devlet iktidarının dünya görüşü, değerleri ve maddi çıkarları için bir araç haline getirmekti. Okul, seküler bir dinin, bir tür ulus-devlet kültünün yaratılmasından ve sürdürülmesinden sorumlu olacaktı. Bu paradigma, 1889'dan 1906'ya kadar ABD Eğitim Komiseri olarak görev yapan William T. Harris'in "Eğitim Edebiyatı" başlıklı bir konferansında söylediği sözlerle çok iyi özetlenmiştir:

Her uygar ulustaki yüz kişiden doksan dokuzu otomattır, belirlenmiş yollarda yürümeye, belirlenmiş geleneklere uymaya dikkat eder. Bu, bilimsel olarak tanımlandığında bireyin kendi türüne tabi kılınması olan esaslı eğitimin sonucudur.

Bu fikirler Amerika Birleşik Devletleri'ndeki eğitim hareketine nüfuz etti ve geliştirdikleri model, öğrencinin ihtiyaçlarının ve çıkarlarının göz ardı edildiği, disiplin ve tekdüzelik ile karakterize edilen katı, otoriter bir modeldi. Toplumumuz, öğrenme ve öğrenci olmanın ne anlama geldiği kavramları etrafında çok katı bir düzen sürdürmektedir. Bu kavramsal alan artık dikkatle korunuyor ve hükümet organları, büyük şirketler ve birçok STK'da muazzam bir yönetici sınıf yatırımının alanı. Federal hükümet ve küresel şirketler, eğitim sistemindeki köklü değişikliklerin yeterince uysal olmayan genç yetişkinler ortaya çıkarabileceğini biliyor. 

Eğitim ve Kültürel Yeniden Üretim

Zorunlu eğitim sisteminin toplumsal işlevini tartışmaktan rahatsız olsak da, bu sistem “modern devlette insanlara ne yapmaları gerektiğini söyleyen en büyük araçtır.” Eğitim sisteminin görevi, egemen sınıfı meşrulaştıran bir dünya tasavvurunu telkin etmektir. Bu nedenle, tarih ve sosyal bilgiler, zengin ve güçlüleri tanrılaştıran ve diğer herkesi yok sayan bir şekilde öğretilmelidir. Ancak konudan daha da önemlisi okul ortamının kendisidir; egemen sınıfın değerlerini ve bunlardan kaynaklanan sistemleri yeniden üretmek için gereken şey, ders sırasında tüketilen herhangi bir olgu veya teoriden çok daha fazlasıdır. İnsanlar doğaları gereği eleştirel, inatçı, zeki ve adaletsizliğe karşı duyarlı olduklarından, otoriter hiyerarşilere kolayca dahil edilemezler. Ve ezelden beri baskıcı yöneticilerin iddialarının aksine, bu tür hiyerarşiler hiçbir şekilde “doğal” değildir.

Sistem, öğrencinin fiziksel bedeninin zorla, zorunlu olarak hapsedilmesiyle başlar; bu, zihni üzerinde kontrol kurulması için gerekli bir ön koşuldur. Öğrenci gündelik yaşamı, bilginin üstlerinden sorgulanmadan tek yönlü bir akışla aktarıldığına inanması öğretilen, çekimserlik, baskı ve aşağılanma içinde kasvetli bir egzersiz olarak deneyimlemektedir. Bugün zorunlu eğitimin hayati özelliği yabancılaştırmadır: özel bir rahip sınıfının üyesi olan öğretmen, öğrencinin okulun duvarları içinde öngörülen şekilde alması gereken hakikate erişebilir.[2] 

Radikal gelenek, modern okulu hapishaneye benzetmeye yönelik keskin çabalarla doludur; bu girişimler sosyal kurumlar olarak okul ve hapishane arasındaki birçok benzerliği başarıyla ortaya koymuş olsa da, eğitim aygıtını eleştirenlerin karşılaştırmaların ötesine geçerek okulun sadece bir hapishane gibi olmadığını kabul etmelerinin zamanı gelmiştir. Aksine, okul bir hapishanedir. Okul, öğrenciyi hapishaneyle ilişkilendirilen bir zihin ve varoluş durumuna ayarlar; öğrenci bir “ölüm-dünyasında”, “geniş nüfusların kendilerine yaşayan ölü statüsü veren yaşam koşullarına tabi tutulduğu bir toplumsal varoluş biçiminde”[3] yaşar.

Çocuğun ev, işyeri, şehir ve daha genel olarak kamusal alandan kurumsal olarak uzaklaştırılmasının hem öğrenci hem de daha geniş toplum için yıkıcı sonuçları vardır. Sonuç, öğrenme ve entelektüel gelişim süreçlerine yabancılaşmış, egemen ideolojinin pasif bir alıcısı, koşullanmış ve onu yeniden yaratmaya mahkum bir öğrencidir. Öğrenci toplumsal olarak aktif bir katılımcı ve deneyci olarak değil, yabancı bir ideoloji için bedensiz bir araç olarak inşa edilir - ideolojinin öğrencinin ihtiyaçlarını, arzularını ve değerlerini yansıtmaması, aksine aktif olarak bastırması anlamında yabancı. Öğrencinin aldığı eğitim, düşünmeden itaat etme ve iktidara karşı eleştirel meydan okumalara eşlik eden rahatsızlıktan kaçınmak için pratik stratejiler konusunda eğitimdir. Okul sisteminin birincil amacı statüko lehine argümanlar sunmak ya da hatta onu eleştirenlerin iddialarını propaganda yoluyla çürütmek değil, öğrenciyi statükoya karşı başarılı bir alternatifin kayıtlarda mevcut olmadığı ya da prensipte var olamayacağı konusunda tatmin ederek tartışma olasılığını ortadan kaldırmaktır.

Eğitim, çocuklarımızı sadece bu sistemin ideolojilerini ve adaletsizliklerini yeniden yaratmaya hazırlamak anlamına gelemez. Bir eğitim sisteminin tek meşru görevi, çocuklara doğal ve sosyal dünya hakkında eleştirel düşünebilmeleri için gerekli araçları sağlamaktır. Hiçbir şey sorgulanamaz değildir, kendi zamanımızın ve yerimizin kurumsal sütunları bile. Diyalektik düşünce, öğrencileri başka bakış açılarını benimsemeye ve gözlemlenen olguların karmaşık, içsel olarak çelişkili doğasını keşfederek kendi fikirlerine meydan okumaya teşvik eder. Böyle bir öğrenme ortamı, topluma, iktidardakilerin fikir ve değerlerini tekrarlama konusunda eğitimli bir beceriyle değil, kendi değerlerini anlayarak yaklaşan yetişkinler kazandırır. Çocukları egemen sınıf iktidarını desteklemek üzere eğitirsek, bağımsızlık ve özerkliği kültürel değerler olarak geri kazanmayı umamayız. Diyalektik süreç durduğunda, sorgulama, tartışılamaz ve değiştirilemez olarak kabul edilen kavram ve kurumlarda çıkmaza girer; bu, şeyleştirmenin iş başında olmasıdır.

Çocuklara ve pedagojiye yaklaşımımızda diyalektiğe izin vermek, diğer yaşam biçimlerine uzanan bir açıklık getirir. Onlara yeni olasılık alanları açılır; belirli dünya görüşlerine, dinlere veya ideolojilere bağlı değildirler. Böylece eğitime diyalektik bir yaklaşım, kültürel yeniden üretimin temel ön koşullarının ve standartlarının altını oyar. Topluma esneklik kazandırır çünkü öğrencilere toplum üzerinde yeniden düşünmeyi ve adaletsizliklerle gerçek zamanlı olarak ilgilenmeyi öğretir. Yönetici sınıfı tehdit eder, çünkü meraklı, kendine saygısı olan bir öğrencinin bizim itaatkar bir şekilde kabul ettiğimiz cevapları kabul etmesi beklenemez. Ayrıca öğrencilerin farkındalık raporları ile yetişkin toplumundaki ve doğadaki senaryosuz deneyimler arasında derin ve ölçülebilir bağlantılar olduğunu da biliyoruz. 

Bu öğrenme biçiminde öğrenci artık sadece otorite konumundaki bir kişinin izleyicisi değildir; yeni bilgilerin özümsenmesinin ve anlayış gelişiminin doğaçlama olduğu ve dolayısıyla hissedildiği ve hatırlandığı bir doğaçlamanın katılımcısıdır. Bu bağlantıları ele alma becerimiz bilimsel olarak daha titiz hale geldikçe, anarşistlerin eğitim konusundaki fikirleri giderek daha fazla doğrulanmaktadır. 

Alternatif Eğitim Modelleri

Radikal anti-otoriter eğitim reformcuları, egemen sistemin yanında ve onun çatlakları içinde alternatifler inşa etmişlerdir. İster kabul etsinler ister açıkça söylesinler, bu anarşistler ve okulsuzlar diyalektik bir düşünce tarzıyla motive olmuş ve bunu teşvik etmişlerdir. Özellikle anarşistler, yetişkin-çocuk uçurumunun toplumdaki en derin ayrıcalık uçurumu olabileceğini kabul ederek, diğer hareketlerin yapmadığı bir şekilde çocukların yaşamlarını, deneyimlerini ve refahını merkeze almışlardır. Anarşist hareket içindeki önemli düşünürlerin eğitim konusuna bu denli ilgi göstermesi, anarşist dünya görüşü hakkında çok şey söylemektedir; bu düşünürler arasında Colin Ward (1924-2010), Thompson'ın eleştirel düşüncenin çağdaş körelmesine ilişkin endişelerini yansıtan cesur ve heyecan verici bir eğitim eleştirisi sunmasıyla öne çıkmaktadır. 

Ward'ın erken eğitim ve çocukların deneyimleri üzerine kültürel diyaloglara yaptığı en kalıcı katkıların çoğu 1978 tarihli The Child in the City (Şehirdeki Çocuk) adlı kitabında ortaya konmuştur. Kitap, “çocukların gerçek sorumluluklardan ve şehir hayatındaki gerçek işlevlerden dışlanmasını kabul ettiğimizi”, onları kendileri için misafirperver olmayan ve tehlikeli olan kurumlara ve fiziksel alanlara mahkum ettiğimizi iddia etmektedir. Hakim eğitim modelinde, öğrenciler devlet tarafından belirlenmiş katı müfredatla birbirini takip eden standart testlere hazırlanırken, itaat bir beklentidir. Bildiğimiz şekliyle okul, çocuğu bir insan olarak ciddiye almaz; temel hedefleri çocuğun onuru ve özerkliği ile bağdaşmaz. Modern okulun en önemli sosyal işlevlerinden biri, çocuğu özerk bir aktör ve statükoya alternatifler hayal edebilen yaratıcı bir güç olarak engellemektir. 

Ward'ın dehasının bir parçası, çocuğun bakış açısını benimsemeye çalışmasıdır; eğitim ve pedagoji hakkında radikal fikirlere sahiptir çünkü toplumun çocukları ve çocukluğu nasıl kavramsallaştırması ve onurlandırması gerektiği konusunda radikal fikirlere sahiptir. Ward'ınki, gerçek hayattaki özgürleştirici pratiklere dair gözlemleri ve bunlara duyduğu saygıdan beslenen pragmatik ve ekümenik bir anarşizmdi - bir tarihçinin deyimiyle “yapıcı bir antinomianizm”. 

Ward, çocukların üretken işlerle uğraşması konusunda günümüz ana akımının çoğundan çok daha rahattı ve “tüm çevreyi onlar için erişilebilir hale getirmemiz” gerektiğine inanıyordu. Çocukların sağlıklı bir toplumun mutlu, sosyal açıdan yetkin ve üretken üyeleri olarak yetişmelerine yardımcı olmak istiyorsak, onlara bu toplum içinde daha fazla alan tanımamız gerektiği gibi radikal bir düşünceye sahipti. “İdeal bir şehirde,” diye yazıyordu, ”her okul verimli bir atölye ve her atölye de etkili bir okul olacaktır.” Ward'ın çocukların istihdamı konusundaki rahatlığı ve hatta coşkusu, çocukların tam zamanlı çalışmasını onayladığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Tam tersine, zamanlarının çoğunu serbest oyun ve keşifle geçirmeleri gerektiğini düşünüyordu. Dış dünyayla, özellikle de doğal dünyayla yüzleşen öğrenciler, öğrenme konusunda daha fazla huşu ve heyecan duyduklarını, daha sürekli ve özgün bir katılım gösterdiklerini ve genel ruh sağlıklarının daha iyi olduğunu bildirmektedirler. Hayatın zorluklarını çözülmesi gereken bulmacalar ve becerilerini geliştirmek için ilginç fırsatlar olarak karşılama olasılıkları daha yüksektir. Doğadaki tüm kalıpların geçici olduğunu takdir ederler. Bu nedenlerle Ward'ın vizyonu, öğrencinin daha geniş bir sosyal düzene tamamen dahil olduğu “duvarları olmayan okullar”dı.

Anarşist bir yol arkadaşı olan edebiyat devi Leo Tolstoy (1828-1910) da yeni eğitim ve pedagoji programlarının işlevsel prototiplerini oluşturmakla derinden ilgilenmiştir. Onun eğitime yaklaşımını anlamak, dünya görüşüne ve motive edici değerlerine bakmayı gerektirir. Tolstoy'un romanlarını bu kadar büyüleyici, içten ve gerçek anlamda insani yapan şeylerden biri de derin toplumsal eleştirileridir. Ancak bu eleştiri, Tolstoy'un güçlü kurumlara -sosyal, ekonomik, dini- tüm saçmalıkları ve çelişkileriyle bakma konusundaki eşsiz yeteneğinde saklıdır. 

Tolstoy'da, küçük ve yanlış yönlendirilmiş, ortak iyiliğe bağlılıktan ziyade bencillik ve kibir tarafından yönlendirilen güçlü liderler buluruz. Karakterleri çeşitli güçlü ve yırtıcı kurumları yatıştırmaya çalışmak zorundadır ve en iyi çabaları genellikle şaşırtıcı, sinir bozucu sonuçlara yol açar. Hem Tolstoy onları en ince ayrıntısına kadar resmettiği için hem de onun zamanından bu yana şekilleri değişmiş olsa da hâlâ aynı tanrıların çoğunu yatıştırmak zorunda olduğumuz için onlarla özdeşleşiriz.

Tolstoy'un siyasi fikirleri bugünün standartlarına göre bile son derece radikaldir. Onun direnişçi olmayan felsefesi, tıpkı Amerikalı kölelik karşıtı William Lloyd Garrison'unki gibi (Tanrı'nın Krallığı İçinizdedir adlı eserinde kendisinden uzun alıntılar yapar), “hiçbir insan hükümetine bağlılığı kabul etmez” ve nefsi müdafaa da dahil olmak üzere her türlü güç kullanımına karşı çıkar. Garrison ve Tolstoy gibi direnişçi olmayanlar oy kullanmaktan ve aday olmaktan kaçınmış; savaşlarda savaşmayı ya da herhangi bir devlete sadakat yemini etmeyi reddetmişlerdir. Dindar Hıristiyanlardı ama İsa'nın daha tartışmalı da olsa daha doğru bir resmine, kendi çelişkilerini göstererek egemen sınıfları çileden çıkaran derin bir karşı-kültür figürüne bağlıydılar. Tarihsel İsa gibi Tolstoy da statükoyu küçümsediğini gizlemeye çalışmadı.

Tolstoy eğitimi, yetişkinlerin çocuklara hükmetmek ve cezalandırmak yerine bu ihtiyaca hizmet etmeye yardımcı olduğu, karşılanması gereken doğuştan gelen bir ihtiyaç olarak görüyordu. Eğitime yaklaşımı, öğrencileri en önemli konuma getiriyordu; onların merakları ve ilgileri konuyu ve süreci yönlendiriyordu. Almanya'da bir okula yaptığı ziyaretle ilgili olarak günlüğüne şunları yazmıştır: “Okuldaydım. Korkunçtu. Kral için dua, dayak. Her şey ezbere. Korkmuş, sakatlanmış çocuklar.”

Çocuğu, eğitimi ve okulu farklı, daha sosyal sorumluluk sahibi bir şekilde formüle etmeye çalışması gerektiğini biliyordu. Tolstoy 1862'de okulunun günlük işleyişini anlatırken şöyle yazıyordu:

Öğrenciler yanlarında ne kitap ne de kopya kitap getiriyorlar. Derslerini evde çalışmaları gerekmiyor. Sadece ellerinde değil, kafalarında da hiçbir şey getirmezler. Öğrenci bir önceki akşam öğrenmiş olabileceği hiçbir şeyi bugün hatırlamak zorunda değildir. Yaklaşan dersiyle ilgili düşünceler onu rahatsız etmez. Sadece kendini, alıcı doğasını ve okulun bugün de bir önceki günkü kadar neşeli olacağına dair inancını getirir.

Tolstoy bir aristokrattı ve bu nedenle halk okulunu, yağmacı elitlerle etkileşimlerinden öğrendiği derslerle çoğu zaman haklı çıkan bir güvensizlik seviyesiyle karşıladı. Veliler arasında öğrencilerin “arabalara doldurulup Moskova'ya götürüleceği” korkusunu hatırlıyor. Bu aynı zamanda ebeveynlerin eğitim kurumu ile hükümet ve askeri aygıt arasındaki çıkar çakışmasına ilişkin korkularını da yansıtıyor.

Tolstoy'un olağanüstü özgürlükçü sesinin yankılarını, çocukların bir başka anti-otoriter savunucusu ve devlet eğitiminin radikal muhalifi olan Emma Goldman'da (1869-1940) duyuyoruz. Anarşist dergisi Mother Earth'ün yayınlandığı ilk yıl olan 1906'da yayınlanan “Çocuk ve Düşmanları” başlıklı makalesinde Goldman, eğitime ve genel olarak çocuğun eğitimi ve gelişimine yönelik hakim kurumsal yaklaşıma radikal bir alternatif sunar. Goldman, “eğitim hayatımızdaki her çabanın çocuğu kendine yabancı bir varlık haline getirmeye yöneldiğine” ve bu kendini inkâr ve yabancılaşmanın toplumsal çekişme ve düşmanlığa yol açtığına inanıyordu. 

Goodman, daha sonraki anarşistleri ve devletin eğitim sistemini radikal bir şekilde eleştirenleri öngörerek, eğitim sisteminin birincil hedef ve amacının düşünmeyen, itaatkâr bir konformist, “sabırlı bir iş kölesi, profesyonel bir otomat, vergi ödeyen bir vatandaş ya da dürüst bir ahlakçı” yaratmak olduğunu düşünüyordu. Goodman, “pratik çıraklık” ve toplum hizmetinden çiftlik okulları ve sanata kadar her şeyde çocukları ve gençleri içeren bir dizi modele kendimizi açarak “farklı okul türleri” veya “açık okul yok” ile denemeler yapmamız gerektiğini savundu. Bunun yerine, ilerici eğitim modellerine yönelik sürekli saldırılar ve geleneksel, herkese uyan tek tip okulun “kitle inancı” ve “hurafelerine” bağlılık gördüğümüze işaret ediyor.

Bu tür radikal eğitim vizyonları, eleştirel düşünceyi ve giderek baskıcı hale gelen sibernetik kapitalizme karşı ciddi meydan okumaları yeniden içerecek diyalektik bir projenin yeniden canlanmasının yolunu açmaktadır. Thompson'ın sözleriyle, “kendi inançlarımıza ve normatif düşünce yapılarımıza” meydan okuma kapasitesi olmadan, yıkıcı ve manipülatif bir yoğun yabancılaşma sistemini yeniden üretmeye mahkumuz. Diyalektik düşünceyle meşgul olmak, “kendimizi önceden metabolize edilmiş anlam biçimlerinden kurtarmamızı” sağlayarak gerçek yaratıcılık ve özgürleştirici pratik için alan açar. Okul, bu tür eleştirel müdahaleler için kilit bir alan olmalıdır.

David S. D'Amato, 20 Aralık 2024, CounterPunch

(David S. D'Amato avukat, iş adamı ve bağımsız araştırmacıdır. Özgürlüğün Geleceği Vakfı'nda Politika Danışmanı ve The Hill'de düzenli olarak görüş bildirmektedir. Yazıları Forbes, Newsweek, Investor's Business Daily, RealClearPolitics, The Washington Examiner ve hem popüler hem de akademik birçok yayında yer almıştır. Çalışmalarına ACLU ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşlar tarafından atıfta bulunulmuştur.)


Seçkin Deniz, 01.04.2025, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri ve Yansımalar


Notlar:

  1. Thompson burada abartıyor olsa da, işaret ettiği nokta yine de değerlidir: “Şirket CEO'ları artık hem kendileri için çalışanlardan hem de onlara hizmet edenlerden ayırt edilemiyor. Hepsi standart sokak kıyafetleri giyiyor, yüzleri her türden çelik gibi aksesuarla delinmiş, dövmeler bolca varoluşsal anonimliğin derinliklerinden dikkat isteyen boyalı saçlar gibi ve [W.H.] Auden'in 'ahmak çağımız' olarak adlandırdığı dönemde gerileyen bir ergenlik benliği ele geçiriyor.”
  2. Ward, Anarchy in Action'da şöyle yazar: “Bakunin, bugün Everett Reimer ve Ivan Illich tarafından öğretmenlik mesleği ile rahiplik kastı arasında yapılan karşılaştırmanın aynısını yapmış ve ‘Benzer koşullar, benzer nedenler, her zaman benzer sonuçlar doğurur’ demiştir. O halde, modern okulların ilahi ilham almış ve Devlet tarafından lisanslanmış profesörleri için de durum aynı olacaktır. Zorunlu olarak, bazıları bilmeden, bazıları da nedenini tam olarak bilerek, halkın Devletin gücüne ve ayrıcalıklı sınıfların çıkarına kurban edilmesi doktrininin öğretmenleri olacaklardır.”
  3. Nicholas Fesette, “Carceral Space-Times and The House That Herman Built” Soyica Diggs Colbert, Douglas A. Jones Jr., Shane Vogel, eds., Race and Performance after Repetition (Duke University Press 2020) içinde.


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.




Seçkin Deniz Twitter Akışı