28 Ocak 2017 Cumartesi

SA3916/KY20-MEK57: Senin Gözlerinde Dirilme Umudu

"Acılı bir süreçtir bu insanileşme süreci. İnsanın düz bir çizgi üzerinde ileriye doğru akmakta olan zaman ile kendi doğasını her aşamada biraz daha zorlayarak, bunları da aşacağına inanmak zorundayız."


"8 mart dünya kadınlar gününde
senin gözlerinde dirilme umudu
Sen başında Temezin,
Başında bin bir keder ile var oldun,
Etrafında fırdolayı aşklar oldu ilkin
Sonra senin zindanın
Cehennemin senin
Berdele sayarlar seni
Töreye kurban sayarlar
Oğlana asker harçlığı eder
Nineye doktor parası kılarlar seni…
Siyah beyaz aşklar var olur sanılır ilkin

Sonra aşkında bir raconu vardır
Öğrenir insan"
Beyhude…

Ne zaman kadınlardan söz açılsa biraz kekre bir tad kaplar dimağımı. Hafif geniz yakan, içinde yüklenilmiş nice bir ağırlığın verdiği kederli bir yalnızlık. Bir o kadar naif ipeksi bakışlar, kırılgan beden ve savunmasız varlığı ile kadın erkek dünyasının belkide en acılı çıkmazıdır.

İnsan soyunun başardıkları hiç şüphesiz muhteşemdir. Bakmayın siz dinler adına uydurulmuş ama dinle alakasız bazı zırvaların ve törelerin dediklerine, insan işte şu her gün belgesellerde izlediğiniz hayvani hayatın içinden aşkı, aileyi, anneyi, sevgiliyi, babayı, sorumluluğu yaratarak görkemli bir varoluş meydana getirmiştir. Ama bunları var kılma süreci sanıldığı gibi insan doğasının zorunlu gereği olarak değil, tersine doğasını sınırlayarak, zorlayarak, acıtarak olabilmiştir. Bu yüzden insani varoluşun tarih içinde evrile evrile geldiği seviye azımsanacak bir başarı değil.

İşte bu evrilmeler boyunca insanın vahşi/hayvani doğasını zorlama, sınırlama, kurala bağlama sürecinin tortuları bu gün içimizi acıtan dramatik kadın sorununu meydana çıkarmaktadır.

Bu tortuları kabaca namus, mülkiyet, iktidar olarak sınıflayabiliriz. En kadim insani koruma kurallarından olan namus bir tür mülkiyet kavramıdır aslında. Kadın varoluşunu vahşi/hayvani erkek doğasına karşı koruma altına alan, ona kutsiyet atfeden, onu hayatı pahasına koruma sorumluluğu ile erkeğin sırtına vuran bir mülkiyet kuralı. Ve tabi bir iktidar, bir tür muktedir olma biçimi.

Bakmayın siz bu gün içinde yaşadığınız korunaklı şehirlere, hukuksal denetimlere, eli silahlı bürokrasi tarafından öyle böyle sınırlanan yaşamınıza. Bin yıl evvel bir dağ köyünde sırf birkaç fazladan adamı/davarı/silahı var diye her gözünü kestirdiğine el atmaktan insanı/kadını/erkeği koruyan işte bu kavramsal süreçlerdi. İçinde utanç, haysiyet, şeref, namus, erkeklik vs. gibi bu gün adına çokça suçlar işlenen birçok şey barındıran bu kavramsal süreçler kendi içine tutarlı bir ahlak/iktidar süreci inşa ederdi.

Ve elbette bu oldukça anonim örgütlenme biçiminde bireye yer yoktur. Her kes sorumluluğu oranında bu iktidara ortaktır. Ve acı ki elinde tuttuğu üretim ve kaba güç sebebi ile erkek bu dünyanın efendisi olmaktan çok yüklenicisi, taşıyıcısıdır. Çünkü namus erkeğe emanet edilmiştir, canı pahasına korumak karşılığında ve aklından bir kötü niyet geçiren bedelinin en azından bir can olduğunu bilerek hareket edecektir.

Modern insanın aklı/havsalası bunu alamamaktadır. Ve modernleşen erkek zihni tam bir teveşvüş içindedir. Çünkü bu kavramsal süreç anonim bir biçimde yeniden üretilmekte ve fakat tamamen birey üzerine kurulu modern yaşam, hukuk, özgürlük, kişilik iktidar v.b her süreci yeniden tanımlayarak eski kavramsal süreci hayatın dışına itmektedir. Hayatın dışına ancak erkeğin/kadının zihninde var kılmaya bir şekilde devam etmektedir. Bu yüzden eşinden boşanmış bir erkek onu bir başka erkek ile evlendiğini/evlenebileceğini, ilişkisini zihninde bir yere oturtamamakta ve hayvani/vahşi doğasının peşinden gitmektedir.

Acılı bir süreçtir bu insanileşme süreci. İnsanın düz bir çizgi üzerinde ileriye doğru akmakta olan zaman ile kendi doğasını her aşamada biraz daha zorlayarak, bunları da aşacağına inanmak zorundayız.

1400 küsur sene evvel sırf kız doğdu diye bebeğini toprağa gömmek zorunda bırakılan bir baba/annenin çaresizliğine tercüman olan peygamberin ya da kadını bir günah ve şeytani bir sapkınlık objesi sayan, onun kutsal kitabı öğrenmesi bir yana el sürmesini bile günah sayan Nasıralıların tanrısına mübarek bedenini kanlar içinde sunarak insanın acısına tercüman olan mesihin, yani her biri tarihte canhıraş bir feryat, insani bir inilti olarak insanlaşma tarihimizin köşe taşları olan bu büyük insani haykırışların izinden giderek ‘evet insan bunları da aşacaktır’ diyebilmeliyiz.

Ve evet, tekrar edelim,

İnsan işte şu gördüğünüz vahşi/hayvani doğasının içinde aşkı var etmiştir.

Sevgiliyi var etmiştir. Anneyi var etmiştir.

Ve şimdi bir yük olarak tekrar kadının sırtına dönen bu sevgiliyi, anneyi, kız kardeşi yeniden ve daha derinden, daha ahlaklı bir var edişle var kılacaktır.

Belki ağır cezalar koyacaktır bu drama sebep olanlara,

Tersine işleterek can yakacaktır belki süreç,

Kafasına vura vura erkeğe, kadına dair yeni bir tanım dayatacaktır.

Eşit, özgür, ve ahlaklı.

İnsana dair sonsuz bir umut içinde olarak

Evet bu olacaktır…

Ve aileyi yeniden bir Kâbe kılarak,

Etrafında aşk ile esrik

Sürekli tavaf ederek özgürleşeceğiz

Erkek ve kadın insan kardeşler olarak….

umut var ki sen varsın
umut var ki her sabah yeniden doğuyor güneş
umut var ki hala bir tanrım var
umut var ki senin gözlerin hala ebruli
umut var ki bak içimde hala gümleyen bir kalp var
güm
güm
güm
tanrı şarkı söylüyor
esrik ve eleğimsağma
öyle salınır alemin sonsuzluğunda
senin gözlerinde dirilme umudu ile var kılıyor her an her şeyi biteviye
ve kendisini de yüreğimde
durdur beni.




Mustafa Ekici, 28.01.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 



İlk Yayınlandığı Yer: Haber 10

Seçkin Deniz Twitter Akışı